Rotasını Arayan Ülke Türkiye
Türklerin Orta Asya’dan Avrupa’nın içlerine kadar uzanan yolculuğu zengin bir tarih ve kültür yaratmıştır. Bu yolculuk bizim kimliğimizi de belirleyen bir tecrübe birikimi kazandırmıştır. Bir toplumun sosyal kimliği yaşadıklarıyla oluşur. Arkasında zengin kültür birikimi ve hikayeleri vardır. Her bir savaş, her bir fetih veya geri çekilme hayatımızda izler bırakır. Bu izler bizi geleceğe taşır. Kim olduğumuzu, neler yaşadığımızı, nelere inandığımızı bilirsek hayatımız anlam kazanır. Geleceğe doğru bir yön (rota) çizebiliriz. Bunun için bir milletin yönetimi için tarih ve sosyoloji son derece önemlidir. Bir milletin geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak gelecek hedefleri ancak bu zeminde ortaya konabilir.
Türkler uzun asırlar boyunca karşılaştıkları bütün zorluklara rağmen inandıkları ve hedefledikleri yolda ilerlemeyi başarmışlardır. Ta ki Viyana bozgunu ile yollarının tıkandığını fark edene kadar. Aslında bunu fark etmeleri uzun zaman almış olmasına rağmen, bir dönüm noktası olduğu sonradan anlaşılmıştır. İlk defa kendilerinden şüpheye düşüp arayışa başlamışlardır. Bu arayışa bazıları modernleşme, bazıları batılılaşma çabası diyor. Zamana ayak uydurma çabası desek yanlış olmaz. Yanlışlık zamana batılı güçlerin hakim olmasında aslında. Dolayısıyla batılı güçlerle Anadolu’ya geldiklerinden beri mücadele eden ve zorlu savaşlar sonucunda galip gelmeyi başaran bir millet, ilk defa yenilgiyi kabul etmek zorunda kalıyor. Arkasından toprak kayıpları, bozgunlar, işgaller ve geri çekilme mecburiyeti. Bu yıl hem Türk Ocaklarının 100. yılını, hem de Balkan faciasının 100. yılını idrak ediyoruz. Bilinç dünyasında bu sürecin mutlaka bilgiyle güçlendirilmesi gerekir.
Tarihçi İlber Ortaylı’nın kitabına verdiği “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” ismi bugün için ne kadar manidar. İmparatorluğumuzun bu dönemini yönümüzü tayin edebilme bakımından mutlaka çok iyi bilmemiz gerekir. Ardından kurulan genç Cumhuriyet dönemi ise, kimliğimizi ve yönümüzü belirleme konusunda başlı başına bir fenomendir ve zihnimizde her ayrıntısıyla bilinmelidir. Milli mücadelesinden, inkılaplarına ve kurumlarına kadar bütün detaylarını bilmemiz, günübirlikmiş gibi görünen olayları anlamamızı sağlar. Aksi taktirde bize ne sunulursa onu doğru zannederek başka amaçlara alet oluruz. Onun için milliyetçi bir bilinçle son zamanlarda meydana gelen olayları derinlemesine yorumlamak mecburiyetimiz vardır. Bu yazı olayları nasıl yorumlamamız konusunda sadece bir yöntem ve uyarı yazısıdır.
Batı bilim alanında üstünlüğü ele geçirdiği günden beri bilgiyi bir güç olarak kendi egemenliğinin emrinde kullanmaktadır. Bilgi ve bilim bir imkandır veya bir silahtır. Bunu hangi amaç için kullanırsanız ona hizmet eder. Bilgiyi popüler hale getirerek medya araçlarıyla istediğiniz gibi kullanırsınız. Kullanırsınız dediysek bunu başarabilirseniz yaparsınız. Aksi taktirde yapanlara seyirci olursunuz. Direnç noktalarınız güçlü değilse bu merkezlerin yönlendirmeye dönük propaganda bilgilerine maruz kalırsınız. Zihin yönlendirme ve kamuoyu oluşturma teknikleriyle sizin ne düşüneceğinizi ve nasıl davranacağınızı belirlemeye çalışırlar. Siz de farkına varmadan ya etkilenirsiniz, ya da kendi imkanlarınızla elde ettiğiniz bilgilerle ve sağlam fikir yapınızla mücadele edersiniz. Milliyetçi aydınlar bunu yapmaya ve kamuoyunu bu konuda uyarmaya çalışırlar. Bunu yapmak uzun uğraş ve yoğun emek gerektirir. Güçlü merkezlerle, farklı düşmanlarla ve hayat şartlarıyla zorlu mücadelelere girişmeniz gerekir. Bu arada sizden görünen, bilgi ve şuurdan uzak, şabloncu ve ezberci sokak bezirganları size müsaade ederse tabii…
Bu yazıyı bilinç ve yöntem oluşturmak için bir uyarı niteliğinde yazdığımızı belirtmiştik. Kendi hayatımızda yaşadığımız ve gözlemlediğimiz birçok olayı, bu şuurda anlamaya ve çözümlemeye çalıştığımızda daha objektif görebildiğimize ve anlayabildiğimize çoğu kere şahit olmuşuzdur. Milli bir bakış açısı ve milliyetçi bir şuur bize hem gerçekleri görmemizi, hem de milletimiz için basiretli gözler olmamızı sağlamaktadır. Bu gözlerin sayısını artırmak ve gerçekleri doğru görmek için buna şiddetle ihtiyaç vardır. Bu şuur bize olayların sadece görünen kısmına değil, arka planına ve bütün bağlantılarına bakmamızı sağlar. Bütün sosyal olayların hem tarihi süreçteki olan bitenle, hem de diğer sosyal olaylarla yakın bağları vardır. Bu çerçevede bakmadığımız günlük olaylardaki gelişmeler bizi çok yanlış noktalara götürebilir. Özellikle günlük politik tavırlar ve tercihler yanıltabilir.
Millet hayatı bir bütündür. Tarihi ve kültürel derinliğe sahiptir. Milliyetçi dünya görüşü bunun üzerine şekillenir. Kuvvetli bir tarih ve kültür birikimi gerektirir. Birey bundan pay aldığı oranda milli şuur kazanır ve bakış açısını buna göre inşa eder. Günlük politika ise konjonktüre bağlı gelişmelere paralel tavırlar gerektirir. Bizim gibi demokrasisi ve milli şuuru yüksek olmayan toplumlarda bu durum ciddi problem oluşturur. Bu sebepten değerlendirme yaparken dikkatli olmak gerekir. Millet hayatında 50 – 100 yıl kısa dönemlerdir ve bütünlük içinde değerlendirilmelidir. Son yıllarda Türkiye’nin dünyada gücünün ve rolünün artması günlük siyasi mülahaza ile değerlendirilirse yanlış sonuçlara ulaşılır. Tarih ve millet şuuru içinde değerlendirilirse farklı bir manzara görülür. Türkiye bir imparatorluk bakiyesi ve dünyadaki Türk varlığının bir parçasıdır. Bu gerçekten yola çıkıldığında Türkiye’ye biçilmeye çalışılan 3. Dünya ülkesi elbisesi dar gelmektedir. Çünkü Türkler tarih boyunca büyük millet olmayı başarmış ve tarihin önemli öznelerinden birisi olmuşlardır. Bu durum tarihsel ve sosyolojik bir olgudur. Dünyadaki yeni gelişmeler Türkiye’yi mecburen bu konuma çekmektedir.
Konuya açıklık getirmesi bakımından yakın dönemdeki Sovyetler Birliği’nin yıkılma dönemine işaret etmek isteriz. Komünist ideoloji çöktüğünde Sovyetler Birliği dağılmış, içinden birçok bağımsız devlet doğmuştur. Bunlardan bir kısmı milliyetçilerin hasret çektiği ve esir Türklerin kurtarılmasını ülkü olarak benimsedikleri Türk topluluklarına aittir. Buralara ilk olarak Türkiye’yi temsilen gitme şerefi zamanın hükümet üyelerine aittir. Hâlbuki zamanın hükümetini oluşturan partilerin daha önceleri böyle bir emeli ve kaygısı hiç görülmemiştir. Mesela Orta Asya’ya giderek bu devletler ile kültürel anlaşmalara ilk imza atan zamanın Kültür Bakanı Sayın Fikri Sağlar olmuştur. Eğer bir on sene önce Fikri Sağlar böyle bir emeli olduğunu söyleseydi Turancılık ve ırkçılıkla suçlanabilirdi. Allah’ın takdiri o ki kime niyet kime kısmet. Ama sonuçta millet hayatı için doğru hizmet esastır. Milli şuur sahibi aydınların ısrarla doğru gördüklerini yazma ve söyleme görevleri vardır. Bunu yaparken de günlük siyasi kaygılardan çok milli kaygılara göre yapmalıdırlar.
Türkiye Türk milletinin çağdaş dünyadaki amiral gemisi durumundadır. Bu geminin rotası doğru yöne çevrilmezse milletin geleceği için endişeler doğar. Bunun için kaptan köküne kim çıkarsa çıksın milli olmak zorundadır. Bu milliliği tarihten, coğrafyadan, kültürden, yaşanan tecrübelerden ve dünyanın mevcut gerçekliğinden almalıdır. Burada milli birikimle ve evrensel bilim tecrübesiyle donanımlı seçkinlerin rolü büyüktür. Bir toplumu yükseltecek olan o toplumun içinden çıkmış yaratıcı ve başarılı aydınlardır. Her şeyi herkesin bilmesi ve yapması beklenemez. Sıradan insanlar saygın birer birey olarak üretken aydınlarını destekler ve onlara kulak verirlerse milli irade doğru rayına oturur. Aksi taktirde amiral gemisini yoldan çıkartma, engelleme ve hatta batırma emelinde olan çok sayıda düşman gücü vardır. İçteki kararsızlıklar ve çatışmalar ancak bu düşman güçlerin hizmetine yarar. Türkiye bu şuur içinde tekrar kendisini değerlendirmek zorundadır.
Sürekli birbirini tüketen, karalayan, suçlayan bir toplum sağlıklı değildir. 12 Eylül öncesinde idealist gençlerin kırdırılması, darbe sonrası bu genç fidanların kurutulması, 28 Şubatta başka bir sosyal kesimin baskı altına alınması ve şimdilerde ise zanlı olarak ordunun ileri gelenlerinin töhmet altında bırakılmasının millete faydalı gelişmeler olmadığı açıktır. Milleti oluşturan bütün fertler aynı değerde ve saygınlıktadır. Birinin diğeri üzerinde çeşitli sebeplerle üstünlük kurma eğilimi toplum içinde çatışmaları körükler. Bunun çok sayıda örneği vardır. İnsanların taşralı ve köylü olarak küçük görülmesinden, modernleşmeye uyum sağlayamadı diye aşağılanmasına kadar birçok sosyal problem toplum içinde başka çatışmaları da körüklemiştir. Alevicilik ve Kürtçülük gibi akımları besleyen bu sosyal ayrışmadır. Devlet gücünü elinde tutan askerinden memuruna kadar birçok kesim sıradan vatandaşlara karşı üstünlük duygusu içinde davranmışlar ve ayrıştırmaya sebep olmuşlardır. Gariban Türk köylüsünün ses çıkaramadığı yerde sosyalist akımlardan güç alan bazı kesimler olayı farklı mecralara sürüklemişlerdir. Bu durumun en önemli sebebi milli şuur eksikliğidir. Amiral gemisinin daha iyi nasıl yüzdürüleceği konusunda seferber olması gerekenlerin başka işlerle meşgul olması, Türk milletinin tarih sahnesinde kendisini toparlamasını ve başarılı olmasını engellemektedir.
Türkiye’de yaşayan herkes tarihin ve dünyanın gerçeklerine artık gözlerini açmak zorundadır. Bizim bir millet olduğumuzu tekrar hatırlayarak ve yüksek şuur içinde tekrar davranışlarını gözden geçirmelidir. İç düşman ve karşıt güç yaratmaktan vazgeçmelidir. İçeride yanlış yapanlar düşman tanımlaması yapılmadan eleştirilmeli, doğru olana davet edilmeli ve herkese önce milletim dedirtilmelidir. Bu ancak milliyetçilik şuuru ile olur. Önce ben, önce cemaatim, önce partim, önce aşiretim diyenlerin Türkiye’nin faydasına çalışabilmesi mümkün değildir. Türkiye tarihin kendisine sunduğu yeni fırsatları değerlendirebilecek bir iradeye ihtiyacı vardır. Bu irade iyi hazırlık ve yetenekle Türkiye’yi geleceğe taşır. Milletin bütün fertleri bu konuda sorumludur. Milliyetçilere düşen görev bunu şuur durumuna yükseltmek ve hatırlatmaktır. Tekrar tekrar hatırlatmak belki insanları rahatsız edecek ama konunun aciliyeti bunu gerektirmektedir. Tarih milletlerin yaptığı yanlışları affetmediği için birçok devlet ve medeniyet sadece hatıralarda kalmıştır. Ancak büyük milletler doğru zamanda doğru kararlarla dünya gücü olmuşlardır. Türkiye’nin ve dünyanın buna ihtiyacı vardır. Bu yüzden Türkiye’de güç sahibi olan her kesim ve görevli savaş baltalarını birbirine karşı kullanmaktan vazgeçmeli ve yeni seferler için hazırlıklara girişmelidir. Pusulamız milletin bağrında ve tarihin derinliklerinde saklıdır. Yeter ki keşfetmesini bilelim.