3 Mayıs Vesilesiyle Türkçülük Düşüncesini Doğru Anlamak
Türkçülük Günü olarak tarihte yerini almış olan 3 Mayıs, Türkçülük tarihinin ve Türkçülük düşüncesinin anlaşılması için bir vesiledir. Bu vesileyle biz de Türkçülük kavramının ortaya çıkışından itibaren bugüne kadar yüklenmiş olduğu anlamı üzerinde bir deneme yazmak istedik. Bu yazı Türk gençlerinin Türkçülük kavramını doğru anlamaları için bir giriş mahiyetinde olacak. Bugün Türkçülük kavramı üzerine yalan yanlış anlam yüklemeleri veya eleştiriler yapılmaktadır ki bunlar hakikatle ters düşmektedir. O zaman kavramın bir düşünce akımı olarak doğru anlaşılması esas amacımız olmalıdır.
Fikirler zihin dünyasında kavramlarla anlam bulur, kavramlarla ifade edilir. Bir kavrama anlamını veren gerçeklik ile zihin bağını kuran düşünürlerdir. Düşünürün zihninde hakikat ile kurduğu bağ oranında kavrama anlam yüklenir. Bir anlamda soyutlama yapılır ve bir olgunun etraflı bir tanımı yapılarak kavramın neliği oluşturulur. Bunun için bilgi toplamak ve zihin yormak gerekir. Onun için düşünürler ilme ve düşünceye kendilerini adamış büyük insanlardır. Türkçülük düşüncesini geliştiren büyük düşünürleri de bu minval üzere anlamak gerekir. Türkçülüğü kelime (terim) anlamıyla eksik bilgilerimizle yorumlarsak bu düşünürlere haksızlık etmiş oluruz. Düşüncenin gelişimine ket vurmuş oluruz.
Türkçülük düşüncesi dediğimiz fikir akımı Meşrutiyet döneminin bir ürünü olarak karşımıza çıkar. O zamana kadar Türkler kendi aralarında milliyetçilik yapmayı gerekli görmemişlerdir. Hatta İmparatorluklarının istikbali bakımından mahzurlu görmüşler, diğer soylardan gelenleri toplumdan ayrıştırmak istememişlerdir. Lakin tarihi gelişmeler on dokuzuncu yüzyılda milliyetçilik cereyanlarını Osmanlı aleyhine estirmiştir. Bir taraftan Batıda bölünmüş derebeylikler sistemi “ulus devlet” modelinde birleşerek milletleşmeye gitmiş, bir taraftan imparatorluklar içindeki farklı milliyetler bağımsızlıklarını kazanmak için isyan etmişlerdir. Her iki gelişme de Osmanlı’nın ve dolayısıyla Türklerin aleyhinedir. Sonuçta Türk milletinin varlığına ve istikbaline kasteden bir tehlike doğmuştur ve Türkçülük düşüncesi bu ortamda doğmuştur.
İlk olarak Türkçülük edebiyat alanında görülür. Türklerin kullandığı Türkçe ve Türkçe olarak yazılan veya anlatılan edebiyat eserleri üzerine çalışmalarla Türk varlığı ön plana çıkarılmaya çalışılır. Türklük, bir anlamda nesnel olarak ortaya konur. Dil bir milliyet için en güçlü nesnel delildir. Milliyeti açıklamakta tek başına yeterli olmasa da tarih içinde yaratılmış ve işlenmiş zengin bir edebiyat mirası o milletin varlığını kuvvetlendirilir. Çünkü millet salt kan bağına dayalı ilkel bir topluluk değil, gelişmiş modern bir toplumdur. Bundan dolayı bu modern toplumda, gelişmiş bir edebiyatın yanında güçlü bir geleneksel kültür (örf, adet, töre), köklü bir tarih ve başarılı bir siyasi organizasyon yani devlet kurma becerisi aranır. Türkçülük akımı bunların üzerine gelişecektir.
Türkçülük fikir akımı aydınların gündemine girdikten sonra geliştirilmeye başlanır. Meşrutiyet döneminde İmparatorluğu ayakta tutmak için ortaya konan siyaset yollarından birisi olarak ön plana çıkar. Siyasi Türkçülük diyebileceğimiz bu tarz, dağılmakta olan devleti ayakta tutabilecek tek gücün Türkler olduğunu ve Türklerin kendi varlıklarını devam ettirme iradesini göstermek zorunda olduklarını, devlet siyasetinin buna göre belirlenmesi gerektiğini ortaya koydu. Abdulhamid’i tahttan indirerek 2. Meşrutiyeti ilan ederek iktidara gelen İttihat Terakki, Osmanlıcılığı ve İslamcılığı devlet siyasetinde denemiş olmakla beraber sonunda yaşanan tarihi olaylar yüzünden Türkçülüğü kabul etmek zorunda kalmıştır. Buna göre Türklerin kurtuluşu ancak millet olma şuurlarını yükselterek kendi kaderlerine sahip çıkmalarını sağlamaktan ve dünya üzerindeki diğer Türk topluluklarıyla birleşmekten geçer. Bu düşüncenin savunulduğu merkez Türk Ocaklarıdır. Türk Ocaklarındaki Türkçü aydınlar bu düşüncenin gelişmesi için çaba sarf etmişler ve ortaya ciddi bir Türkçülük külliyatı çıkarmışlardır. Türkçülük düşünce akımı Çağdaş Türk Düşüncesinin en zengin örneklerinden birisi olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bunun için Türkçülüğü bu bağlamda okumak ve anlamak lazımdır. (Örnek olarak Gökalp’in Türkçülük anlayışı için bakınız>>>) Aksi taktirde -cı, -ci, -cu, -cü ekleriyle bir şeyin satıcısı olur safsatasıyla uğraşmak zorunda kalınır. Düşünce ile safsata ve demogoji bir arada olamaz. Türkçülük bir düşünce sistemidir.
Türklerin güç birliği oluşturarak modern bir millet sistemi içinde yeniden ayağa kalkmaları bir dava haline gelmiştir. Türklüğü bir mensubiyet şuuruna bağlayan Türkçülük akımı kuşatıcı bir özellik taşır. Kendi varlığını Türklüğün içinde gören farklı etnisiteye mensup insanların bu hareket içinde yer almaları bunu gösterir. Zaten bunun tarihi dayanakları vardır. Türklerin güçlü olmaları ve adaletle yönetmeleri sayesinde hayat bulan bütün farklı kesimlerin Türklüğün yanında yer almaları zaten ahlaki zorunluluktur. Türklerin Anadolu’yu ve Balkanları fethetmeleriyle rahat bir nefes alan toplulukların Türklüğün var olma davasında farklı davranmaları beklenemez. Onun için Türkçülük hareketi içinde Osmanlı’dan uzak diyarlardaki Türklerin yanı sıra Müslümanlığı Türklükle özdeşleştiren unsurlar da yer almışlardır. Onun için Mehmet Akif kendini bu milletin bir ferdi olarak görerek İstiklal Marşı’nda “Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! / Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celâl?” mısralarını yazabilmiştir. Bu hem bir Türklük şuuru, hem de tehlikede olan Türklüğe karşı ahlaki bir sorumluluktur.
Türkçülük bir dünya görüşü ve siyaset tarzı olarak Cumhuriyetin kuruluşunda da etkili olmuştur. Bazı yazarların zannettiği gibi tek siyaset tarzı değildir. Türkçülüğün yanında kozmopolit batıcılık yeni devletin şekillenmesinde güçlü bir akımdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Gökalp’in fikirlerine değer vermesi ve Türklük üzerine vurguları Türkçülüğün gücünü gösterir. Türk dilinin geliştirilmesi için TDK, Türk tarihinin araştırılması için TTK gibi kuruluşların kurulması Türklüğün olgusal olarak temellendirilmesinde önemli adımlardır. Ancak Türk Ocakları’nın 1931 yılında kapatılması ve Atatürk’ün ölümünden sonra kozmopolit batıcılık içinde sosyalist akımların beslenmeleri bir kırılmaya yol açmıştır. Devlet, tarihi ve kültürel kökleri üzerine geliştirilmeye çalışılan Türklük karşısında, kimliksiz hümanizm ve işçi sınıfı bilinci üzerine inşa edilmiş sosyalizm anaforuna çekilmeye başlamıştır. İsmet İnönü yönetimi 1940’lı yıllarda devletin siyasetini Türkçülükten gittikçe uzaklaştırmaya başlamıştır. 1944 yılında bu kırılmanın en bariz olayı ortaya çıkmıştır.
Türkçülük bir fikir akımı olmakla beraber bir hayat tarzıdır. Türk milletine mensubiyet şuuru içindeki bireylerin Türk milletinin davasını gönüllerinde ve ruhlarında yaşatmalarıdır. Türk milliyetçiliği olarak da adlandırdığımız bu tavır ahlaki bir sorumluluktur. Bencillik ve sorumsuzluk karşısında toplumcu bir sorumluluk duygusu ön plandadır. Özellikle Türk milliyetçiliği olduğu zaman tarihi tecrübe ve geleneksel örf içinde davranmak önemli bir özelliktir. Türkün örf ve gelenekleri içinde köklerinden kopmadan geleceği kurmaya çalışmak birinci vazifemiz olarak karşımızdadır. Kimsenin karşısında eğilip bükülmeden ve çıkar ilişkisine girmeden sadece milletin yanında durmak ve milletinin davasına sahip çıkmak idealist bir tavırdır. Bu tavra biz Türk milliyetçiliği davası olarak “ülkücülük” diyoruz. Türkçülük kavramının Türk milliyetçiliği ve ülkücülük kavramlarıyla ilişkisini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bu yazıya vesile teşkil eden 3 Mayıs Türkçülük Günü hakkında da bir hatırlatma yapmakta fayda vardır. Bugün 1944 yılından bu yana Türkçülük alanında önemli gelişmeler yaşanmasına rağmen bu olay sembolik olarak önemini sürdürmektedir. Bunun sebebi bazı şeylerin daha iyi anlaşılması için gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açan bir olay olmasıdır. Büyük Türkçü Nihal Atsız, zamanın Başbakanı kendisini sözde Türkçü olarak tanımlayan Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı mektuplarda ve sonrasındaki tevkiflerde bunu görüyoruz. Hüseyin Nihal Atsız o dönemde Boğaziçi Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak çalışmakta ve Orhun Dergisini yayınlamaktadır. Ülke tek parti yönetiminde önce Nazi Almanya’sına göz kırpmış, sonra sol hareketlere şirin görünmeye başlamıştır. Atsız’ın tepkisini çeken bu tutarsızlık ve komünist hareketlere destek verilmesidir. Bunu sert bir dille kaleme aldığı başbakana hitap eden iki açık mektupta dile getirir. Türkçüyseniz Türkçü gibi davranın, değilseniz herkes bunu bilsin mealindeki mektuplar hem yönetimi, hem de Sabahattin Ali gibi komünistleri çok rahatsız etmiştir. Turancılık suçlamasıyla Atsız ve onunla irtibatlı olduklarını tespit ettikleri Türkçüler hakkında dava açmışlardır. Türkçülük üzerine kurulmuş olan Türk devleti tarafından Türkçülük ve Turancılık mahkemeye çıkarılmıştır. Tutuklananlar tabutluk adı verilen işkence odalarından geçirilmişlerdir. Bu durum son derece ibretlik bir manzaradır ve çok iyi anlaşılması gerekir.
Alparslan Türkeş’in ifadesiyle “1944 yakın Türk tarihinin en kara günlerinden biridir.” Alparslan Türkeş anılarında bu olayları şu şekilde anlatmaktadır: “3 Mayıs 1944 günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patlatıldı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı.” Reha Oğuz Türkan, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Osman Yüksel Serdengeçti, Z. Velidi Togan, Hasan Ferit Cansever, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Zeki Özgür(Sofuoğlu), Nejdet Sancar, Namık Orkun, İsmet Tümtürk, Said Bilgiç gibi Türk milliyetçileri tutuklamalardan nasiplerini almışlardır. Yavuz Bülent Bakiler’in ifadesiyle: “Türkiye’de 1944-1945 yıllarında dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak ve olması hayal dahi edilemeyecek bir cinayet islendi. Ülkenin en seçkin aydınları, yurtseverleri, ilim, fikir ve sanat adamları tutuklanarak, tabutluklara sokuldu, mahkemelerde süründürüldü. Nihal Atsız, Orhan Saik Gökyay, Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan gibi vatanımızın ve milletimizin büyük sevdalıları, ‘vatan hainliği’ ile suçlanıp bir buçuk yıl işkence altında kaldı.” (Bakiler, 2010)
Cumhuriyet döneminde Türkçülüğün gelişiminde inişli çıkışlı dönemler vardır. Türkçülük mücadelesi Türkiye’de oldukça zorlu bir fedakarlık gerektirmiştir. Galip Erdem’in ‘Ülkücünün Çilesi’ olarak adlandırdığı Türkçülük mücadelesinin önemli dönüm noktalarını bilmemiz şarttır. Cumhuriyetin kurucu felsefesi olmasına rağmen, asıl muhtevasından nasıl uzaklaşıldığı ve bir dönem sonra suçlanan bir fikir akımı haline geldiğini görmeden bugünü ve Türkçülük düşüncesini doğru anlamak mümkün değildir. Bugün Sovyetler Birliği yıkıldıktan ve komünist ideoloji çöktükten sonra dünyaları alt üst olan bazı kesimlerin “ulusalcılık” kavramı arkasına sığınmalarını bu bağlamda anlamak mümkündür. Nedense Türklüğe, Türkçülüğe, Türk milliyetçiliğine mesafe koymaya çalışanlar ve kendilerine milliyetçi sıfatını yakıştıramayanlar, ulusalcılık maskesiyle bu millet ile çatışmaya devam etmektedirler. Hala Sabahattin Ali’leri, Nazım Hikmet’leri kendilerine bayrak yapmaya devam etmektedirler. 1944 olaylarının da, 1980 olaylarının da arkasında bu zihniyeti bulmak şaşırtıcı olmayacaktır. Dolayısıyla bu olayları ve kavramları çok iyi tahlil etmek gerekir. 1944’de Türkçülüğü, 80 Askeri darbesinde Türk milliyetçiliğini yargılamaya cüret edenleri başka türlü anlamak mümkün değildir.
Sonuç olarak kendisini Türk milliyetçisi olarak görenlerin Türkçülük düşüncesini ve tarihini çok iyi bilmeleri gerektiği ortadadır. Bilgi olmadan fikir olmaz ve doğru değerlendirmeler yapılamaz. Medya çağında bazı art niyetli merkezlerin propagandalarıyla değerlendirme yapmak başkalarına alet olmak demektir. Türkçülük konusunda utanılacak, sıkılacak, saklanacak hiçbir şeyimiz yoktur. Biz insanlık aleminin milletlerden oluştuğunu, bu milletler arasında Türk milletinin tarihte şanlı ve şerefli bir yere sahip olduğunu, gelecekte de bunu hedeflediğini düşünen ve düşünceyi bir dava şuuru içinde benimsemiş milliyetçileriz. Milliyetçiliğimiz Türk varlığı ile tanımlandığı için Türk milliyetçisiyiz veya diğer ifadeyle Türkçüyüz. O zaman bunun gereğini yerine getirmek zorundayız. Tarihten ders alarak yolumuzu çizmeliyiz. Milletimizin yeniden bir medeniyet öncüsü olmasını bir milli ülkü olarak benimseyip seferber olmalıyız. 3 Mayıs Türkçüler Günü bu anlam bütünlüğü içinde bütün Türklere kutlu olsun.
Olayı ele alan bazı kaynaklar:
- Yavuz Bülent BAKİLER, 1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davasında Sorgular Savunmalar, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul - 2010
- Reha Oğuz TÜRKKAN, Arayan Adam - Bir Dava Uğruna 44 Olayları ve Tabutluk İşkenceleri, Pozitif Yayınları, İstanbul – 2011
- Reha Oğuz TÜRKKAN Tabutluktan Gurbete, Boğaziçi Yayınları, İstanbul - 1975
- Mustafa MÜFTÜOĞLU, Milli Şef Döneminde Çankaya'da Kabus (1944 Turancılık Davası), Başak Yayınları, İstanbul - 2005
- Alparslan TÜRKEŞ, 1944 Milliyetçilik Olayı, Berikan Yayınları,
- Süleyman KOCABAŞ, Yakın Tarihimizin En Büyük Sosyal Depremlerinden 1944 Türkçülük Turancılık Olayı, Vatan Yayınları,
- İsmail AKA - Turan AKKOYUNLU, Türkçülük Armağanı : 3 Mayıs 1944 50. Yıl, Akademi Kitabevi, İzmir - 1994
- Necmeddin SEFERCİOĞLU, 3 Mayıs 1944 ve Türkçülük Davası, Ankara Türk Ocakları Yayını,
- Rıfat N. BALİ, Tabutluklar, Sansaryan Han ve İki Emniyet Müdürü, Libra Yayınları
- Hikmet TANYU, Türkçülük Davası ve Türkiye’de İşkenceler, Altınışık Yay., Kayseri, 1950
- Nihâl ATSIZ, Çanakkale’ye Yürüyüş Türklüğe Karşı Haçlı Seferi, Baysan Yay., İstanbul, l992
- Mustafa TATLISU, Milliyetçiliğimizin Meseleleri ve Kurtuluş Yolumuz, Yağmur Yay., İstanbul, 1970
- Mustafa ÖZDEN, “Atsız ve 1944 Irkçılık-Turancılık Olayı”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı 122, İstanbul, Şubat 1997.
- Cihan ÖZDEMİR, Atsız Bey, Ötüken Yayınları, İstanbul - 2007