Türk Milliyetçiliği Ahlaki Bir Erdemdir
Ülkemizde zaman zaman milliyetçilik üzerine tartışmalar alevlenir. Bir taraftan milliyetçiliğe saldırılar, diğer taraftan canhıraş savunmalar yapılır. Bu saldırıların geldiği en önemli grupların başında Türk milletine düşman olan kesimler, kozmopolit fikirlere mensup yazarlar, kendi milletinin idrakinde olmayan çarpık zihniyetler gelir. Bunların sayısı aslında abartıldığı gibi çok değildir ama sesleri orantısız olarak çok çıkar. Milletin büyük çoğunluğu doğal olarak milliyetçidir ve bunu söyleme gereği duymazlar. Çünkü milliyetçilik bu milletin üyesi olan fertler için ahlaki bir tavırdır ve bu tavrı övünç vesilesi olarak söylemek istemezler. Türk halkı için Türk milliyetçiliği ahlaki bir erdemdir.
Türkiye’de milliyetçilik tartışmalarını doğru anlamak için çağdaş Türk düşüncesindeki fikir akımlarını ve Türk milletinin yakın tarihini iyi bilmek gerekir. Bu temelden yoksun tartışmalar afakî şablonlarla yapılacağı için farklı yerlere ve anlamlara kayacaktır. Bu bağlamda birisi çıkar “milliyetçilik faşizmdir” der, bir başkası “milliyetçilik küfürdür” ithamında bulunur, bir diğeri ise “milliyetçilik şeytandandır” diye buyurur. Siz kendinizi milliyetçi olarak görüyorsanız ve milliyetçiliği de bir ahlaki diğerkâmlık olarak düşünüyorsanız bunların karşısında biraz kızgın, biraz şaşkın kalırsınız. Çünkü kendinizi bildiğiniz kadarıyla ne faşist, ne kâfir, ne de şeytan olmayı gerektirecek bir tavrınız yoktur. Hatta kendi varlığınızdan daha değerli gördüğünüz milletiniz, vatanınız ve bayrağınız için her türlü fedakârlığı az bile görüyorsunuzdur. Bu vatan ve millet için yapamadıklarınızın üzüntüsünü yaşarken böyle bir saldırı gönlünüzü kırar ama millet sevdanızdan bir şey eksilmez.
Bir fikir hareketi olarak Türkçülük, birilerinin zannettiği soy sop ırkçılığı veya kendisini üstün gören kan ırkçılığı üzerine inşa edilmemiştir. Türkçülük, yok edilmek istenen bir milletin iradesi olarak ortaya çıkmış meşru bir harekettir. Bu meşru hareket aynı zamanda her Türk evladının kendi milletine karşı bir görevidir. Bu görev şuurunu Türk tarihinin yakın döneminde gösterilen büyük fedakârlıklar ve mücadelelerde görmek mümkündür. Bir imparatorluğun hazin ve trajedik çöküş hikâyesinde kendi ırkının kibirli üstünlüğüne dayalı bir milliyetçilik aramak beyhudedir. Burada aransa aransa canlarını vatanları ve milletleri için seve seve feda eden şühedanın destanları ve kahramanlıkları aranabilir. Çünkü bu insanların garipliği ve mütevazılıği şairleri bu yönde etkilemiştir. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitleri için yazdığı destanda bunu dile getirir:
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Şanlı destanlar yazdıran aslanlar canlarını tesadüfen vermediler. Mensup oldukları milletin varlığı devam etsin, üstünde yaşadıkları topraklar çiğnenmesin, bayrak inmesin, ezan susmasın diye canlarını ortaya koydular. Türklerin arasındaki milliyetçiliği anlayabilmenin anahtarı burada saklıdır. Bu bağlamda etnik kökeni farklı olan insanların da Türklerin yaşadıkları kaderi paylaşmaları ve Türklerin sürdürdükleri mücadeleyi ortak dava olarak benimsemeleri bu gerçekliğe dayalı ahlaki tavırdan kaynaklanır. Türk milliyetçiliği bu anlamda üstünlük taslama veya dışlama eğilimi taşımaz. Bunun için Türkiye’de etnik olarak Oğuz Türkmenlerinden gelmese de birçok farklı unsur kendilerini ortak kaderin ve kültürün parçası olarak görürler ve Türk milletinin mensubu olarak hissederler. Türkiye’de Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan sosyolojik manzara bizi çağdaş Türk milleti gerçeğine götürür. Artık Türk milleti Orta Asya’dan göç günlerinden, Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın yaşadıkları tecrübelerden süzülerek bir kimlik oluşturmuştur. Çin sarayını 40 yiğidiyle basan Kürşat bu kimliğin köklerinde bir parça olarak kalsa da, yıkılan imparatorluğun küllerinden bir filiz yeşertmeyi başaran Mustafa Kemal Türklüğün adeta özünü toplamıştır. Lozan’da temele alınan Türklük yaşanan olayların ve çağın çok somut bir gerçekliğidir. Buradaki Türklük anlayışında ırkçılığa yer yoktur ve farklı etnik köklerden gelerek bu vatanda birlikte kader birliği etmiş bütün Müslüman unsurlar Türk olarak kabul edilmiştir. Bunun gerçekçi olmadığını iddia etmek sadece hakikate karşı bir zulümdür. Bu unsurlar emperyalist düşmanlar karşısında dağılan mozaikler gibi değil, sapasağlam kenetlenen granitler gibi bir arada bulunmanın erdemini göstermişlerdir.
Türklük bir gerçekliğin adlandırmasıdır. Anadolu’ya ilk geldiğimiz ve yurt edinmeye başladığımızda bize verilen isim Türk olmuştur. Bu dönem muhtemelen bizim kendimizi aşiret yapılarımıza göre adlandırdığımız bir dönemdir. Devlet otoritesi zayıfladığında hemen aile isimlerine bağlı beylik devletçikleri doğması bundan olsa gerektir. Bu dönemde Türkler dışarıdan aynı millet olarak doğru algılanmış ve Batılılar tarafından Anadolu toprakları Türklerin yaşadıkları toprak anlamında Türkiye diye adlandırılmıştır. Muhtemeldir ki batılıların Türkiye adını verdikleri topraklarda Selçukluların zayıflamasından sonra farklı isimlerde beylik devletleri kurulmuştur. Artukoğulları, Danişmendoğulları, Mengücekoğulları, Saltukoğulları, Ahlatşahlar gibi örnekler henüz Türklük bilincinin yeterli olmadığını gösterir. Bunlar kendi iradeleriyle Türklük davası oluşturmuş değildir. Fakat varlıkları ve yarattıkları kültür unsurları Türklüğün yapı taşlarını oluşturmuştur. Ahlatşahlar beyliğinin merkezi olan Ahlat şehrindeki mezar taşları bugün Türklüğün önemli dayanaklarından birisini oluşturur. Tarih içinde meydana getirilmiş bütün kültür unsurları ve yaşanan olaylar bugünkü Türklüğün şekillenmesinde rol oynamışlardır. Dolayısıyla Türklük tarih içinde ortaya çıkarak olgunlaşan ve şekillenen bir olgudur. Birilerinin bundan ürkmesine sebep yoktur. Türklüğümüzden gurur duymamız insanlığa miras güzel eserler bırakmamıza ve yüz kızartıcı bir geçmişe sahip olmamamıza dayalıdır. Bu konuda da mütevazı olmayı gerektirmeyecek kadar muhteşem ve zengin bir mirasa sahip olduğumuz için mutluyuz.
Türklüğün bugünkü olgunluğuna ulaşmasında çok zengin bir kültür mirası ve yaşanan tarihi olaylar etkili olmuştur. Gökalp’in milliyetçiliğin temeli olarak gördüğü millet gerçekliğini araştırmak ve öğrenmek gerektiğini işaret ettiği yer burasıdır. Bu yüzden modern milliyetçilik hareketinden sonra Türkler arasında Türklük araştırmaları artmıştır. Bugün Türklük araştırmalarında bazı yetersizlikler olsa da iyi bir seviyeye gelinmiştir. Türklük konusundaki her araştırma Türkçülüğü güçlendiren birer motivasyon aracı olmaktadır. Türkler bu sayede dünya milletler ailesi içinde gurur duyacakları bir mensubiyet duygusu ile geleceğe daha güvenle bakabilmektedirler. Bu mensubiyet duygusu bir şuur halinde milliyetçilik olarak karşımıza çıkar. Türk milliyetçiliği bu somut gerçeklik üzerinde gelişmiştir ve Batının marazi ve çarpık milliyetçiliklerinden farklılık gösterir. Tarihi tecrübelerden ve kültürel değerlerden kaynaklanan kendine has özellikler taşır. Bu yüzden Türk milliyetçiliğini Alman Nazizmi veya İtalyan Faşizmi ile mukayese etmek mümkün değildir. Türklük birlikte yaşadığı ve etkileşimde bulunduğu topluluklar nazarında saygı uyandıran bir güce sahiptir. Bu güçten dolayı tarih boyunca aşağılık kompleksine düşecek bir başarısızlık veya insanlık suçuna düşmüş değildir. Mesela Araplar için İslam’ı kabul etmiş olmalarına rağmen Emeviler döneminde diğer Arap olmayan Müslümanları köle olarak görmeleri hala bir nakisedir. Milletleri saygıdeğer bir varlık olarak görmeyen bir anlayış her daim acıya ve zulme düşme ihtimali taşır. Irkçılığın saklandığı yer de burasıdır. Türk milliyetçiliği temelini oluşturan milli kültürün değerleri dolayısıyla ırkçılığa pirim vermemiştir.
Türk milliyetçiliği bir düşünce hareketi olarak şekillendiği dönemde, Türk milletinin tarihsel ve sosyolojik gerçekliğinin bilgisi üzerine inşa edilmiştir. Türk milletinin tarihinde ve kültürel değerlerinde başka milletleri yok etme ve zulmetme eğilimi olmamıştır. Bu yüzden milletimizin en hazin döneminde emperyalist güçlerle işbirliği yapan Ermeni çetelerinin yol açtığı olayları bahane eden asılsız suçlamalar zorumuza gitmektedir. Türk milleti o dönemde ardı ardına büyük darbeler almış ve çok acılar çekmiştir. Balkan faciasının izleri hala yüreklerimizin bir köşesinde sızlamaya devam eder. Ankara’nın dibine kadar Yunan işgal kuvvetlerinin girdiği düşünüldüğünde milletin ruh hali daha iyi anlaşılabilir. Türk milliyetçiliği bu sıcak atmosferde yüksek bir bilinç haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu yüksek bilincin ürünüdür. Bu bilinçten mahrum olmak milletin varlığından mahrum olmakla eş anlamlıdır. Bu milletin varlığı devam etsin diye insanlar canları başta olmak üzere fedakârlığı bir hayat ilkesi haline getirmişlerdir. Bu tavır karşısında hürmet edilecek son derece ahlaki bir davranıştır. Bir erdemlilik halidir. Aksi bir durum ancak bencillik ve duyarsızlıkla izah edilebilir. Bu durumda milliyetçiliği birtakım olumsuz yargılarla suçlayanların durup düşünmesi ve utanması gerekir.
Bir toplumda iyilik ve güzelliği meydana getirecek temel ilkeler son derece önemlidir. Bütün toplumlar, toplumsal menfaat için fedakârlığı ahlaki bir ilke olarak kabul eder. Toplumların devamı ve iyiliği için bu son derece önemli bir erdemdir. Her toplum bu uğurda fedakârlık yapanları kutsar ve kahraman olarak kabul eder. Vatanseverler, milliyetperverler bu bağlamda saygın insanlardır. Bir toplumda vatan ve millet sevdasından kaynaklanan hassasiyetleri dumura uğratmak o topluma verilecek en büyük zarardır. İhtiyaç duyulduğunda kötülüğün karşısında duracak, iyiliğin toplumda hakim olmasını sağlayacak insanlar bulamazsınız. Bir toplumda sadece bireysel menfaatleri için bencilce yaşayan duyarsız insanlar çoğalır. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturu ile yaşanan bir toplumda kötülükler yayılır. Dolayısıyla toplumun çöküşü hızlanmış olur. Bir toplumda kendi milletinin hassasiyetlerini taşımayan, milleti için çaba sarf etme ihtiyacı duymayan insanların çoğalması bu çöküşü artırır. Son zamanlarda Türk milliyetçiliğine saldırıların artması ve bu saldırılara bazılarının örtülü veya açık destek çıkması vahim bir manzara ortaya çıkartmaktadır. Türk milliyetçiliğine yapılan saldırı doğrudan milletin varlığına ve birliğine yapılan bir saldırıdır. Türk milliyetçileri zaten şahsi menfaatlerini bir kenara bırakarak millet için çaba sarf etmektedirler. Milliyetçiliği değersizleştirmek, milliyetçileri suçlamak ve küçük düşürmek sadece Türklük düşmanlarına hizmet eder. Hiçbir toplum kendisi için varlığını ortaya koyan vatansever ve milliyetçi fedakârlarını bu kadar düşüncesizce harcama yoluna gitmez.