Gezi Parkı Olaylarının Sosyolojik Yansıması
Türk Yurdu Dergisi, Temmuz 2013, Cilt 33, Sayı 311, Sayfa 22-26
Türkiye 2013 yılının Mayıs ve Haziran aylarında, Taksim’deki Gezi Parkı’na Hükümet’in kalıntıları bile kalmamış eski kışla binalarını yeniden inşa etme kararı üzerine büyük bir protesto eylemine sahne oldu. Olayların ilk ortaya çıktığı zaman ulusal medya görmezden gelirken, Batı medyası adeta canlı yayına geçti. İnternette sosyal medya aracılığı ile hızla kitlelere yayılan protesto eylemleri İstanbul Taksim ile sınırlı kalmadı. Özellikle büyük şehirler başta olmak üzere ülkenin genelinde hükümet karşıtı ve hak savunucu protesto gösterilerine dönüştü. Protestolara katılanlar bu bakımdan son derece önem arz etti. Türkiye’de uzun süredir benzeri kitlesel eylem yapılmamıştı. Aynı zamanda bu eylem şimdiye kadar görülenlerden de çok farklıydı. Ülkede sık sık yapılan aykırı görülen seslerin bastırılması ve uysallaştırılması politikasına farklı bir ses verildi. Alışılmış marjinal eylemcilerden farklı olarak toplumun farklı kesimlerinden gençlerin çoğunluğunu oluşturduğu bir başkaldırı yaşandı. Hükümetin son zamanlarda aldığı birçok kararın ve takip ettiği politikaların meydana getirdiği rahatsızlık ve tedirginliğin toplumdaki yansımasına dönüştü. Adeta kesilmeye çalışılan ağaçlar ve tarihi kışla bahanesiyle yapılmaya teşebbüs edilen AVM, bardağı taşıran son damla oldu. Bu damlanın bir ırmak haline gelmesini sağlayan ise yeni sosyal dinamik olarak adlandırabileceğimiz bir olguydu.
Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye Değişenler
Başlıkta kullandığımız tanımlama bizim gibi muhafazakâr eğilimli kesimlerde rahatsızlık yaratacaktır. Lakin bir sosyolog olarak toplumsal hayatımızda yaşananlara ayna tutmak ve yeni gerçekleri doğru tahlil etmek zorundayız. Taksim Gezi Parkı eylemleri bize toplumda artık bir şeylerin eskisi gibi devam etmediğini gösterdi. Rahmetli Erol Güngör hocamızın yaşadığı dönemde yaptığı sosyal değişme tahlillerinin ne kadar önemli olduğu bir defa daha anlaşıldı. Türkiye yaklaşık üç asırdır dünyadaki köklü değişimlerin yarattığı anaforların etkisinde çıkış yolları arıyor. Her dönemde farklı özelliklerde gelişmeler hayatımızı alt üst ediyor. Yeni durumların şaşkınlıklarını yaşıyoruz. Tedbirler almaya ve ayak uydurmaya çalışıyoruz. Batılılaşma ve modernleşme tarihimiz bunu gösteriyor. Dünyada teknolojiye dayalı değişim hızlı olduğu için modernleşmemiz bir türlü tamamlanamıyor. Şimdi de yeni teknolojik devrimin yol açtığı sosyal dönüşüm karşımızda.
Yaşanan büyük sosyal değişimin küçük bir kısmı olarak karşımıza çıkan Taksim protesto eyleminin ortaya çıkardığı manzarayı doğru tahlil edebilmek için ülkenin yakın geçmişine bakmak gereklidir. Şu an yaşamakta olan insanların yaş kuşaklarına bağlı olarak öğrendikleri ve edindikleri birtakım alışkanlıklar bu değişimi anlamamızda önemli bir noktadır. Türkiye henüz beklenen seviyede insanına güvenen, saygı duyan ve iradesini önemseyen bir düzeye gelememiş görünmektedir. Yakın tarihimizde bunu gösteren çok önemli dönüm noktaları vardır. Bu yüzden son yaşanan eylemlerin önemini ve farkını bu kıyaslama ile ortaya koymak faydalı olacaktır.
Türkiye’de Bastırılmış Toplumsal Duyarlılık
Türkiye Batı’nın sanayi devrimi sonrası yaşadığı anaforun benzerini Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminden itibaren yaşamaya başladı. Türk toplumu yakın tarihi süreçte çok sık badireler geçirdi. Cumhuriyet döneminde Anadolu’da toplanan halk büyük acılar içinde kaderini kabullendi. Kimisi asırlardır yaşadıkları vatanlarından sürüldü, kimisi işgale uğramış topraklarını korumak için canlarını dişlerine taktı. Nihayet yeni bir devlet ve yeni bir dönemle gelecek için umutlar yeşerdi. Cumhuriyet dönemi toplumun geliştirilmesi için adeta bir seferberlik oldu. Fakat bu seferberlikte karşımıza farklı sıkıntılar çıktı. Bu sıkıntıların başında geleneksel kültür atmosferinde yaşayan halkı beğenmeyen bir seçkin zümrenin müdahaleleri geldi. Beğenmedikleri köylü Türklerin çağdaş olamadığı için zorla değiştirilmesi ve adam edilmesi temel problemlerden birisi oldu. Bu yüzden seçkinler ve halk arasında ciddi problemler yaşandı. Bunun sonucu olarak halkın çeşitli sebeplerle gösterdiği tepkiler ve seçimler cezalandırılma ve bastırılma yoluna gidildi.
Tarihe 1944 Türkçülük – Turancılık davası olarak geçen olaylar Cumhuriyet dönemindeki en etkili sivil duyarlılık ve tepki örneği oldu. Karşılığı milliyetçi aydınların tabutluklarda işkence ile terbiye edilmesi şeklinde zuhur etti. İkinci önemli olay Milli Şef iktidarına karşı gelişen tepkinin DP saflarında demokratik bir hareket haline gelmesidir. Bu olay DP siyasetçilerinin büyük bir başarısı değil, biriken sosyal gerilimi çok iyi kullanmalarıdır. Fakat bu demokratik hareket bile kısa zamanda ülkenin kendisini ayrıcalıklı gören seçkinlerini rahatsız etti ve 1960 yılında bir askeri darbe ile yıkıldı. Üstelik bu iktidarın üç önemli ismi idam edilmek suretiyle halka kanlı bir ders verildi. Ülkenin iktidar seçkinleri Batı standardında sözde çağdaş bir Türkiye kurmaya çalışırken, sürekli halkı hakir gören bir tutumla farklı sesleri ve hareketleri bastırma yoluna gittiler. Bundan kendilerinin besleyip yeşerttikleri sosyalist hareketler de fazlasıyla paylarını almıştır.
Bütün bastırma çabalarına rağmen toplumun sosyal dinamikleri ülke için hassasiyetlerini hiçbir zaman kaybetmedi. Ülkenin gençleşen ve okumak için şehirlere yerleşmeye başlayan yeni nesilleri 1960’lı ve 1970’li yıllarda toplumsal hassasiyet konusunda dinamik bir yapı oluşturmuştur. Dünyadaki sosyalist gençlik hareketlerinin etkisi bu hassasiyete dayalı olarak Türkiye’de de karşılık bulmuş ve yayılmaya başlamıştır. 1968 olayları olarak yakın tarihte bir dönüm noktası olan hareketin ideolojik boyutu bir tarafa, dünyadaki siyasi gerilim (Soğuk Savaş) ve Türkiye’deki sosyal değişim bakımından karşılığı vardır. Bu karşılık tek bir kesimde görülmemiş, ideolojik olarak bir yabancı akımı uygun bulmayan milliyetçiler arasında da kendisini göstermiştir. Dünyada ve ülkede olup bitenlere kayıtsız kalmayan devrimci ve ülkücü gençler yüksek bir toplumsal duyarlılık içinde tavır geliştirmişlerdir. Kendi aralarındaki kavga bir tarafa, değişen toplumsal şartlarda duyarsız kalmayan bu gençlik 12 Eylül 1980 yılında yapılan bir askeri darbe ile bastırılmıştır. Burada bu bastırmanın boyutunu paranteze alarak, sadece yarattığı travmaya işaret etmek isteriz. Bugün yaşı 40’ın üstünde olan vatandaşların zihinlerinde o dönemin izleri hala canlılığını sürdürmektedir. Dolayısıyla bu yaş kuşağının üstündeki insanların eylem yapmanın ağır bedelini öğrendiklerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu insanların sokağa çıkarken 40 defa düşünmeleri boşuna değildir.
Türkiye’de yaşanan hızlı şehirleşme ve 12 Eylül’ün getirdiği ortam insanlarda büyük bir güvensizlik yaratmıştır. Bu güvensizliğe çare olarak insanların bir kısmı artık siyasi birliktelikler yerine hemşeri gruplarına veya dini görünümlü cemaat gruplarına yönelmişlerdir. Bu bir dini yoğunlaşma değil, sığınma ve teslim olma davranışıdır. Başkaldıran ve hak iddiasında bulunan siyasi gençliğin ezilen başları, artık herkese örnektir. Zaman sakin ve sessiz bir şekilde zararsız görünen bir gruba girme ve iradenizi teslim etme zamanıdır. Üstelik böyle olunca hem başınız ağrımıyor hem de menfaat edinmeniz daha kolay oluyor. Günümüze gelinceye kadar geçen sürede toplumun bu manzarasını da iyi görmek gerekir. Çünkü bu şekilde bir hayatı tercih edenlerin bir toplumsal meselede duyarlılık gösterip tepki koymaları beklenen bir davranış değildir. Bunların davranışı ancak cemaatin verdiği işarete bağlıdır. Dolayısıyla toplumun bu kesiminden herhangi bir konuda tepki göstermeleri veya sokağa inmelerini beklemek hayal bile edilemez.
Türkiye Yeni Bir Dinamik ile Karşı Karşıya
Yukarıda toplumsal duyarlılıklarımızın nasıl teslim alındığını göstermeye çalıştık. Maalesef Türkiye uzun yıllardır kendi insanını bireysel iradesine güvenilen, kişilik sahibi ve toplumsal sorumluluğu yüksek bir şekilde yetiştirmedi. Bunu hem resmi kurumlar hem de etkili olan toplumsal kesimler bakımından söyleyebiliriz. Her kesim kendisine tabi, aykırı ses çıkarmayan ve uyumlu insanları makbul saydı. Fakat yeni yetişmekte olan bütün gençliği kontrol altına alma imkânları yoktu. Bu gençlik ana-babalarının, öğretmenlerinin veya büyüklerinin dışından daha fazla etkilenen bir sosyal ortamda yetişmeye başladı. Büyüklerinin bastırılmış tavırlarından uzak bir dünyada kendi özgürlüğünü keşfeden bir nesil ortaya çıktı. Teknolojik devrimin yarattığı sanal dünya bu gençliği içine çekti ve bir anlamda toplumun öğrenilmiş çaresizliğinin dışına çıkardı. Bunun olumlu veya olumsuz sonuçları bundan sonraki süreçte görülecektir, ama gerçek olan 1990’lı yıllarda doğan bu neslin yeni bir sosyal dinamik yarattığıdır.
İnternet çağının gençliği hepimizin merak ettiği bir muamma olarak karşımızdadır. Bu gençlik çoğu zaman toplumdan kopuk, bencil, bireyci, sorumsuz bir nesil mi acaba? Taksim Gezi Parkı’nda hükümetin yapmaya çalıştıkları karşısında en önemli duyarlılık örneğini bu gençler gösterdiğine göre toplum için yeni bir ümit olabilirler mi? Yoksa bu gençler heyecanlarına yenilip bir takım güç odaklarının elinde yeni piyonlar ve araçlar mı olacaklar? Zihnimizdeki soruların cevaplarını ön yargıyla vermemek için takip etmekte ve incelemekte fayda vardır. Bu yazının amacı, zaten Taksim olayları nedeniyle toplumda ortaya çıkan yeni sosyal dinamikleri, anlamaya çalışmaktır.
Taksim Eyleminde İlk Göze Çarpanlar
Taksim Gezi Parkının yok edileceğine dair endişeleri olan bazı aktivistler eyleme başladılar. Taksim ve eylem dendiği zaman başrollerde Marksist ideolojiden beslenen marjinaller akla gelir. Özellikle Marksistler ifadesini kullanmıyoruz, çünkü bu beslenme durumu burada daha önemli. Ülkedeki kendisini göstermek için fırsat kollayan, birbiriyle bağdaşmayan ve kendi örgütü içinde kominal yaşamaya çalışan bütün Marksist kesimleri, burada bulmak mümkün. Sadece inisiyatif alma yarışında bazıları öne çıkar, bazıları daha pasif kalır o kadar. Bunu Taksim’de başlayan eylemlerde somut olarak gördük. İlk göze çarpan figür hiç şüphesiz Kürt olmayan Marksist BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder oldu. Sırrı Süreyya eylemin de önderi olmak istedi, ama mevcut örgütünden ve genel eylem havasından destek alamadığı için başarılı olamadı. İkinci dikkat çeken figür sol muhalefetin meclisteki temsilcisi CHP oldu, ama onların da bu eylemde yüz ve fırsat bulamadıkları ortaya çıktı. Belki eylemin ülke geneline yayılmasında etkileri oldu ama umdukları gibi bir sahiplenme yapamadılar.
Taksim parkında gerilimi tırmandıran örgütlü marjinal gruplardan birisi şüphesiz SDP idi. Olayların tırmanmasında polisle girilen çatışmanın etkili olduğunu bilen örgüt adeta militer bir yöntem sergiledi. Kameralar polisin müdahalesini gösterirken karşılarında masum protestocu gençlerden farklı, ellerinde molotof olan yüzleri maskeli ve “SDP Asayiş” yazan kalkanlarıyla militanlar görüntüye girdi. Taksim bir yandan yangın yerine dönerken, diğer yandan da gaz bulutu içinde kaldı. Polisin yakın takibi sonucunda Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) merkezinde 59 kişi gözaltına alındı ve bunlardan 4’ü tutuklandı. Gezi Parkı direnişinde PKK ve SDP başta olmak üzere Marksizm’den beslenen legal ve illegal bütün örgütler pay alma yarışına girdi. Manzara bir hak arayışı olmaktan çok ülkede yönetimi değiştirmeye yönelik bir devrim provasına benziyordu. Bu manzaranın kimin menfaatine olacağını her aklıselim takdir edecektir. Hâlbuki ülke sathında yayılan eylemin dinamikleri ve özellikleri çok farklıydı. Bu görüntüler Türkiye’de belki uzun yıllardır ilk defa bir toplumsal duyarlılık örneği olabilecek bu eyleme baştan itibaren gölge düşürdü.
Eylemlerin ilk ortaya çıkmasıyla medya gündemine girişi de son derece ilginç bir manzara oluşturmuştur. Ulusal basın yayın organları ne hikmetse sessiz kalmayı tercih ederken, yabancı basın flaş haber duyurularıyla neredeyse İstanbul’dan canlı yayına geçmişlerdir. Eylemler hükümet karşıtı gösteriler olarak Arap baharı olaylarına benzetilmiş ve Mısır’daki Tahrir Meydanı benzetmesiyle beklenti yaratılmaya çalışılmıştır. Dış basından olayları takip edenler Türkiye’de günlerdir sokaklara çıkılamayacak derecede tehlikeli bir ortam olduğu kanaatine kapılmışlardır. Özellikle yurt dışında yaşayanların endişeyle Türkiye’deki ailelerini sıklıkla aramaları bunu göstermektedir. Ülkenin önemli gelir kaynaklarından birisi olarak olayın turizm boyutu ayrı bir bahistir. Dikkat çekici olan Türkiye’nin demokrasiyi hazmedememiş ilkel kabile devletleriyle aynı düzeyde sunulmasıdır. Bu sunumda sanki “küresel güç” öyle olunmaz böyle olunur gibi bir ironi vardır. Ülkenin içine düştüğü manzaranın vahameti bakımından bu görüntü önemlidir.
Taksim Gezi Parkı eylemlerinde objektiflere ilginç kareler takıldı. Bunlardan birisinde: BDP bayrağı taşıyan birisi, üzerinde Mustafa Kemal Atatürk'ün resmi olan bir Türk bayrağıyla örtmüş olan bir kişinin elinden tutarak tazyikli sudan kaçmaya çalışıyor. Tam o esnada bir başka gösterici ise, onların kaçmakta olduğu yöne doğru iki eliyle “bozkurt işareti” yaparak protestosunu gerçekleştiriyor... Eski dönemin şablonlarına tamamen ters olan bu görüntülerin yer alması bu eylemin farklı dinamiklere sahip olduğunu göstermektedir. Eylemde yer alan insan profili bu bakımdan son derece önem taşımaktadır.
Eylemin Gelişmesinde Sosyal Medyanın Rolü
Dünyada son yıllarda hızla yaşanan teknolojik gelişmeler yeni bir çağın başlangıcı kabul edildi. Kısaca “bilişim devrimi” adı verilen bu yeni teknoloji sosyal hayatımızı doğrudan etkilemeye başladı. Elektronik, bilgisayar, telekomünikasyon, medya ve uzay alanında elde edilen teknolojik başarılar bu çağın en önemli özelliği olarak karşımıza çıktı. Sınır ve engel tanımayan bu yeni teknoloji dünyanın en ücra köşesine dahi uydu aracılığı ile yayın yapabilmekte ve internet iletişimi imkânı sunmaktadır. İnsanlar bu teknolojik yeniliğe önceleri çekingen yaklaşsa da kısa zamanda alıştı ve hayatımızın vazgeçilmezi oldu. Dolayısıyla en yakınımızdan başlamak üzere dünya ile bu zeminde iletişime geçmiş olduk. Bu teknolojinin en çok ilgi gören ve etkisi olan alanı da hiç şüphesiz internet oldu. İnternette geliştirilen sosyal paylaşım ve iletişim programları bu cazibeyi artırdı. Hiç umulmayan toplum kesimlerinin bile bu sosyal paylaşım ağlarını çok etkin bir şekilde kullandıkları görüldü.
İnternet geleneksel sosyal hayatımızı ve yapımızı derinden etkiledi. Sanal ağlarda sanal ilişkiler ve sanal topluluklar oluştu. Bu dinamik ve değişken zemin, insanları gerçek hayattan koparmaya başlasa da bazı fırsatlar sunmaya devam etti. Özellikle bilgiye ulaşmada büyük imkân olan internette kurulan sosyal ortamlar sosyal iletişimin boyutunu değiştirdi. İnternet üzerinde kurulan sosyal ağların, yakın zamanda Arap ülkelerinde başlayan yönetim karşıtı isyan hareketlerinin tetikleyici ve artırıcı rolü çok tartışıldı. Türkiye’de de bu etkinin yüksek olacağı zaten beklenen bir durumdu ve Taksim gezi parkı olaylarında kendisini gösterdi. Ulusal medya ortamında pek dile getirilmese de sosyal medya aracılığı ile yapılan çağrılar ve paylaşımlar, kısa zamanda insanların bir protesto eyleminde sokaklara inmesi sağlandı. Fakat ilk anlarından itibaren işin içine iyi niyetli paylaşımların arasına yanlış ve kasıtlı bilgiler karıştırıldı. Bir tahrik unsuru haline getirilmeye çalışıldı. İnternet ortamında sıklıkla görmeye alıştığımız bilgi kirliliği burada da yaşandı, ama sonuçta eylemlerin yayılmasında sosyal medyanın büyük gücü görüldü.
KONDA şirketinin yaptığı araştırmaya göre Gezi eyleminde sosyal medya aracılığı ile haberdar olan kişi oranı yüzde 69 ve bu kesimin yaş ortalaması 26 olarak açıklandı. (http://t24.com.tr/files/GeziPark%C4%B1Final.pdf) Taksim gezi parkı protesto eylemlerinde sosyal medya aracılığı ile sokaklara dökülen insanlar bir gerçeği gözler önüne serdi. Siz ülkede yaşanan bir olayı saklamaya veya görmezden gelmeye çalışsanız da iyi kullanılan bir sanal ortam daha fazlasını başarabilmektedir. Hatta doğru bilgilendirme olmadığı takdirde asılsız haberlerle olaylar istenmeyen mecralara sürüklenmektedir. Protestoların başladığı ilk günün akşamı halkın arasında toplumda infial yaratacak yalan haberler yayılmıştır. Yurt dışına yapılan yayınlarda Türkiye’de büyük bir ayaklanma olduğu ve insanların dışarıya çıkamayacağı derecede çatışma haberleri yer almıştır. Bunlar sosyal medyanın olumlu veya olumsuz etkisi bakımından gücünü göstermektedir. Taksim eylemleri vasıtasıyla Türkiye yeni bir durum ile karşı karşıya olduğunu görmüştür.
Eylemcilerin Profili
Gezi Parkı eylemleri Taksim ile sınırlı kalmadı, ülke sathına yayıldı. Türkiye çapında Gezi Parkı eylemlerine katılan kesimin profilini doğru anlamak lazım. Eylemcilerin kimler olduğunu belirlemek için olgusal veri toplamak oldukça zor olmasına rağmen, ipuçlarından yola çıkarak değerlendirme yapabiliriz. Eylemlerde her zaman fırsatçılar vardır ve tecrübeleriyle öne çıkmaya çalışırlar. Bunları Taksim eyleminin öncüleri ve sahipleri görmek yanlış olur. Bu bakımdan yukarıda işaret ettiğimiz gibi marjinal ve fırsatçı militanları bu değerlendirme dışında tutmak gerekir. Eylemin büyümesine ve güçlenmesine damgasını vuran sosyal medya aracılığı ile meydanlara inen 1990’lı gençler olduğu anlaşılmaktadır. Yıllardır apolitik ve duyarsız görülen bu gençlerin ülkenin yönetimiyle ilgili olarak bir tavır almaları ve sokağa çıkmaları önemlidir. Eğer bu gençler harekete geçmeseydi şüphesiz eylemin rengi ve yansıması çok farklı olurdu. Dolayısıyla bu gençliğin tepkisini ve mesajını anlamaya çalışmak gerekir.
Taksim Gezi Parkı eylemlerinde aktif rol alan bilişim çağı gençliğinin yetiştiği sosyal ortam son derece önemlidir. 1970’li yıllarda aktif siyasi tavır içinde bulunan gençlik büyük oranda kırsal kesimden kentlere okumak için gelenlerden oluşuyordu. Şimdiki gençlik ise anne babaları zaten kentlere yerleşmiş ve orta düzeyde ekonomik şartlara sahip ailelere sahip. Bilgisayar ve internetle çok küçük yaşlarda tanışmış ve büyüklerine öğretebilecek şekilde çabuk öğrenmişler. Sokakta oyun yerine evde ders ve bilgisayar ile meşgul bir çocukluktan sonra hayatı tanımaya başlamışlar. Sanal dünyanın açtığı pencereden dünyaya açılmış ve yaşadığı toplumu ve ülkeyi buna göre anlamaya çalışmışlar. Sosyalleşmeleri büyük oranda internet üzerinden sanal bir biçimde gelişmiş. 70’li yılların gençleri siyasi derneklerin üyesi veya taraftarı olurken, şimdiki gençler internet üzerinden sosyal ortamlarda yer almaktadır. Yüz yüze tanıştıkları ve görüştükleri insan sayısından çok fazlası ile bu ortamda iletişim halindedirler.
Eylemin sürükleyici gücü olan gençliğin bir özelliği de bazı hassasiyetlerinin henüz gelişmekte olması ve bastırılmış olmamasıdır. Büyüklerinin öğrendikleri tehlikeler onlar için geçerli değildir. Yeni çağın ve şehirlileşmenin getirdiği özgürlük ortamından son derece verimli olarak faydalandıkları ortadadır. Bu çocukların anne-babaları artık kendi maruz kaldıkları geleneksel disiplin anlayışına sahip değillerdir. Çekirdek aile yapısına geçtiklerinden beri en değerli varlıkları çocukları olmuştur. Özellikle annelerin çalıştığı ailelerde çocuklara gösterilen özen bir anlamda şımartma derecesindedir. Dolayısıyla yeni nesil gençler son derece özenli ve özgür bir ortamda yetişmeye başlamışlardır. Hayatlarına anne ve babaları dâhil her kim müdahale veya teşebbüs ederse tepki alacaktır. Hükümetin son dönemlerde her alanda toplumu kâle almadan ve tedirgin ederek aldığı kararlar bu gençler arasında tepki çekmiştir. Bu tepki bir siyasi parti taraftarı niteliğinde değil, son derece bağımsız iradi bir tepkidir. Bunu hem CHP hem de AKP doğru anlayabilmiş değildir. Bu gençlerin tercihleri kör bir taraftarlık mantığı ile değil, özgür seçim yöntemiyle belirlenecektir.
Sonuç
Taksim Gezi Parkı eylemleri Türkiye’de hepimize yeni bir gerçekliği gösterdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Türkiye vatandaşını kâle almadan ülkeyi yönetmeye çalışmanın ve gerçekleri saklayarak problemleri ötelemenin mümkün olmadığını gördü. Dünyadaki bilişim alanındaki teknolojik devrim hayatımızın her alanını etkilemeye devam ediyor. Toplumdaki fiili ilişkilerin ve yapıların yanında sanal ilişkiler ve yapılar hayatımızı etkilemektedir. Bu yeni sistemden dolayı kitleler hiç beklenmedik bir şekilde sokaklara dökülüp eylemlere başlayabilmektedir. Bunu kendi düşünce ve duygu dünyalarından kaynaklanan iradi tepkileriyle yapabilecekleri gibi, belli merkezlerden yönlendirmelerle de yapabilirler. Burada ciddi bir risk doğmaktadır. Bunları birbirinden ayırmak her zaman mümkün görünmemektedir. Buna rağmen ülkede yetişmekte olan yeni nesil gençlik eskilerin birçok tortulaşmış olumsuzluklarından kurtulmuş görünmektedir. Şimdilik neleri alamadıkları ve bunun açacağı sonuçlar bilinmemektedir. Bilinen gerçeklik bu gençler ülke için kaygı beslemekteler ve gerektiğinde aşırılığa kaçmadan, marjinallere alet olmadan sokaklara inebilmektedirler. Yeter ki büyükleri ön yargılı bir şekilde suçlamasınlar ve marjinal grupların kucağına yeni militan adayları olarak bunları itmesinler.