Nato’da Rasmussen Mutabakatı
Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği Adaylığına karşı Türkiye’nin çekinceleri nihayet giderildi ve Rasmussen’in NATO’nun yeni Genel Sekreteri olacağı hususu, Genel Sekreter Jaap de Hoop Scheffer tarafından resmen açıklanmış oldu. Kuruluşunun 60. Yılında Strasbourg ve Kehl kentlerinde Fransız-Alman ortak ev sahipliğinde düzenlenen NATO zirvesinde yapılan açıklamada, Türkiye’nin endişelerinin ABD Başkanı Obama‘nın garantörlüğünde giderildiği ifade edildi. Peki ne oldu da, Hz. Peygamberimize hakaret içeren karikatürleri düşünce özgürlüğünün birer ürünü olarak değerlendiren Rasmussen’in adaylığı karşısında Türkiye ikna edilebildi? AB’nin meseleyi Türkiye-AB müzakere sürecinin kesilmesi noktasına kadar getirmesinin, bu sürece ne gibi bir faydası oldu? Yazımızda, özellikle bu konular üzerinde durmak suretiyle, uzlaşma noktasına nasıl ulaşıldığını değerlendirmeye çalışacağız.
Bilindiği üzere, NATO Genel Sekreterliğine, 2004 yılının Ocak ayında atanan Hollanda'nın eski Dışişleri Bakanı Jaap de Hoop Scheffer’in görev süresi, 31 Temmuz 2009 tarihinde sona ermektedir. Kuruluşunun 60. Yılında, 3-4 Nisan’da düzenlenen NATO zirvesinde, NATO üyesi 28 ülkenin devlet ve hükümet başkanları bir araya gelmiş, çeşitli etkinlik ve törenlerle sona eren Zirve’de, yeni Genel Sekreterin kim olacağı konusunda yoğun kulis çalışmaları yapılmıştır. İttifakın Arnavutluk ve Hırvatistan'ın katılımıyla genişlemesi, Fransa'nın askeri kanada dönüşü, terörizmle mücadele, Rusya ile ilişkiler, NATO-AB ilişkileri gibi konuların da resmi veya gayrı resmi olarak görüşüldüğü Zirve’de Türkiye, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında, Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün de yer aldığı heyetle temsil edilmiştir. Yoğun pazarlıklar neticesinde Türkiye’nin ikna edilmesinin ardından, Rasmussen ismi üzerinde ittifaka varılmıştır. Böylece, örgütün kurulduğu günden bu yana “Avrupalı Genel Sekreter-Amerikalı Askeri Komutan” üzerine kurulmuş olan iç denge de bozulmamıştır.
Yeni NATO Genel Sekreterliği için Danimarka Başbakanı Rasmussen’in ismi öteden beri kulislerde konuşulmaktaydı. Almanya ve Fransa’nın açık destek verdikleri Rasmussen’in adaylığına Türkiye haklı gerekçelerle karşı çıkmakta idi ve bu muhalefetini açıkça ortaya koymuştu. Öyle ki, Londra’da yapılan G-20 Zirvesi’nde Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın, Türkiye’nin yaklaşımını bir kez daha dile getirmesi üzerine Zirvede soğuk rüzgarlar esmiş, özellikle Merkel ve Sarkozy endişeye kapılmıştı. G-20 Zirvesinde yapılan yakın markaja ve ikna turlarına rağmen Türkiye’nin tutumunda bir değişiklik olmamış ve nihayet yoğum diplomatik girişimlerin ardından, NATO Zirvesi sırasında Türkiye ikna edilerek Rasmussen Krizi çözülmüştür.
Bilindiği üzere, 2005 yılında Danimarka'da yayınlanan Jyllands Posten adlı bir gazetede peygamberimize hakaret içeren karikatürler yayınlandıktan sonra Başbakan Rasmussen tüm bunların düşünce özgürlüğünün birer ürünü olduğunu öne sürmüş, karikatür nedeniyle tüm İslam Dünyasından tepkiler yağmıştı. Kuşkusuz en sert tepki Türkiye’den gelmişti. Ayrıca, Rasmussen’in ifade özgürlüğü bahanesiyle, karikatürleri basan gazeteler hakkında herhangi bir işlem yapmamış olması, İslam Dünyasının tepkisinin derinleşmesine yol açmıştı. Yine hatırlayalım, Başbakan Erdoğan, 2005 yılındaki Danimarka ziyareti sırasında Rasmussen’le birlikte düzenlenecek basın toplantısına katılacağı bildirilen Roj TV`nin salondan çıkarılmasını istemiş, ancak Danimarka Başbakanı, “ifade özgürlüğünü” öne sürerek, Erdoğan`ın bu isteğini reddetmesi üzerine Başbakan Erdoğan da, bu tavrı protesto ederek, basın toplantısına katılmamıştı. Tüm bu gelişmelere ilaveten, Rasmussen’in Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olmasının da Türkiye’nin çekinceleri arasında yer aldığını söylememiz mümkündür.
Kuşkusuz, İslam Dünyasına cephe almış bir Liderin, Türkiye’nin de üye olduğu, Dünyanın en güçlü savunma örgütü NATO’nun başına getirilmesi konusunda Türkiye’nin ikna edilmiş olması, başta Türkiye olmak üzere İslam Ülkeleri için sürpriz olmuştur. Nitekim Başbakan Erdoğan, "Allah rızası için bu kişi NATO Genel Sekreteri olmamalı" diye İslam ülkelerinden telefonlar aldığını vurgulamış ve "İtirazlarımızda tüm bu durumları da göz önünde bulundurduk." şeklinde beyanatta bulunmuştu. Bu noktada, Türkiye’nin çekincelerinin nasıl giderildiği ve son anda nasıl ikna edildiği hususu üzerinde özellikle durmamızda yarar bulunmaktadır.
Türkiye’nin Rasmussen’e karşı çekincelerine karşı, gerek Londra’da yapılan G-20 Zirvesinde ve gerekse bu zirvenin hemen ardından gerçekleştirilen NATO Zirvesi sırasında, Liderler düzeyinde yoğun girişimler yapılmış, gerek Başbakan Erdoğan ve gerekse Cumhurbaşkanı Gül, özellikle Merkel ve Berlusconi tarafından yakın takibe alınmıştı. Kapalı oturumlarda yürütülen çetin görüşmeler neticesinde, Türkiye’nin çekincelerinin ABD Başkanı Obama’nın garantörlüğünde çözüldüğünün bildirilmesi üzerine, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğine Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından “olur” verildi. Türkiye’ye sunulan ve Obama’nın garantör olduğu çözüm paketinde şu hususların yer aldığını görmekteyiz:
- Roj Tv'nin yayınının durdurulması konusunda gereken yapılacak.
- Rasmussen İstanbul’da düzenlenecek Medeniyetler İttifakına katılarak, İslam aleminden Hz.
- Peygambere hakaret içeren karikatürlerden dolayı bir özür konuşması yapacak.
- NATO ile İslam Dünyası arasında ilişkiler geliştirilecek, bu kapsamda İKÖ ile NATO arasında bir irtibat kurulacak.
- NATO Genel Sekreter Yardımcılarından birisi Türk olacak ve aynı zamanda Genel Sekreter Vekili olarak görev yapacak.
- Afganistan’daki NATO Temsilcisi Türk olacak ve NATO'nun üst düzey askeri komuta kademesinde Türk Askerleri de bulunacak.
Görüldüğü üzere, ABD Başkanı Obama'nın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, Türkiye'nin beklentilerinin karşılanması ve endişelerinin giderilmesi konusunda garantör olduğunu söylediğini belirtmesi üzerine Türkiye Rasmussen'e Genel Sekreterlik için vize vermiş oldu. ABD Başkanı Barack Obama’nın garantörlük sözünü ne derecede tutacağını bekleyip göreceğiz. Fakat burada asıl üzerinde durulması gereken hususun, NATO’nun en eski ve en güçlü üyelerinden olan Türkiye’nin gösterdiği uzlaşmacı tavrın, müttefikleri tarafından nasıl değerlendirileceğidir. Zira, Türkiye-AB ilişkilerinin akıbetini, Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasına bağlayan Avrupa Birliği’nin, sağlanan mutabakattan sonra, nasıl bir tavır içine gireceği merak konusudur.
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in Finlandiya'da, bir televizyon kanalına “apar topar” verdiği demeçte, “Ankara'nın tavrının, Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini” belirtmesi düşündürücüdür. Geçtiğimiz yıl, Kıbrıs’ı kastederek, “Türkiye'nin AB üyelik perspektifinde ciddi olup olmadığı hususunda, 2009 yılının gerçek bir sınav olacağı” şeklindeki beyanatı ile Türkiye’nin samimiyetini sorgulayan Rehn’e karşı Türkiye, 3.Ulusal Programı’nın onaylanarak cevap vermişti. Şimdi ise Türkiye, uzlaşmacı yaklaşımını ortaya koyarak AB’ye anlamlı bir cevap vermiş oldu. Ne var ki, AB’nin dayatmacı yaklaşımlarla tam üyelik müzakere sürecini Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmaya ve bu kapsamda Türkiye’nin önüne lüzumsuz engeller çıkarmaya devam edeceğinden şüphemiz bulunmamaktadır. Nitekim Kıbrıs konusunda Rumlar lehine tavır takınan AB’nin, önümüzdeki günlerde Rum-Yunan orijinli birtakım dayatmaları gündeme getirmesi ve Türkiye’nin üyelik sürecini askıya almaya varacak düzeyde tehditler savurması kaçınılmaz görünmektedir.
Netice itibariyle Türkiye, uluslar arası siyasette uzlaşmacı tavrını bir kez daha ortaya koymuş, çetin geçen diplomatik mücadelelerden sonra çekincelerini ortadan kaldıracak taahhütleri alması üzerine, Danimarka Başbakanı Rasmussen’e “olur” vermiş ve böylece NATO krizine son noktayı koymasını bilmiştir. Şüphesiz, Rasmussen’in İslam Dünyasından özür dileyecek olması düğümü çözmüştür. Ancak, Genel Sekretere vekâlet edecek olan Genel Sekreter Yardımcılığının İtalyanlardan alınmış olması da ciddi bir kazanım olmuştur. 1 Ağustos’ta NATO Genel Sekreterliği görevini devralacak olan Rasmussen’in, Örgütün, değişen stratejik hedefler paralelinde yeniden yapılandırılması sürecinde, özellikle Türk-İslam Dünyasına karşı nasıl bir tavır takınacağını bekleyip göreceğiz. Umuyoruz ki, ABD Başkanı Obama, Türkiye’ye verilen sözlerin tutulmasını yakından takip eder ve Rasmussen de Türkiye’nin çekincelerini bertaraf edecek bir tutum içerisine girer. Aksi halde, Türkiye’nin müttefiklerine olan güveni sarsılacak ve AB’nin samimiyeti konusundaki şüpheler daha da derinleşecektir.