Kıbrıs’ta Yeni Dönem ve Yeni Çözüm Arayışları
Kıbrıslı liderler arasında bir yıldır yürütülmekte olan ve 6 Ağustos’ta ilk turu tamamlanan kapsamlı çözüm müzakerelerinin ikinci turu, 10 Eylül’de Liderler arasında yapılan görüşme ile başladı. Bilindiği üzere, ikinci turun ilk görüşmesi 3 Eylül’de yapılacaktı fakat Hristofyas’ın Yeşilırmak Kapısından yapılan geçişlerdeki zorluğu bahane ederek bu toplantıya katılmaması nedeniyle müzakerelerin ikinci turu bir hafta gecikmeyle başlamış oldu. Teknik heyetlerin de katıldığı görüşmede Talat ve Hristofyas, “yönetim ve güç paylaşımı” ana başlığının alt başlığı olan “federal yürütme” konusunu ele almışlar ve görüş farklılıklarını yakınlaştırmak amacıyla öneriler sunmuşlardır.
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın büyük umutlar bağladığı ikinci tur görüşmelerine Rumların pek de iyimser bakmadıkları, GKRY Lideri Hristofyas’ın ani bir kararla 3 Eylül görüşmesine katılmama kararı almasıyla daha da netleşmiş oldu. Nitekim, birinci tur görüşmeleri sonucunda gelinen noktayı tatmin edici bulmayan Rum tarafı, herhangi bir takvimlendirme ve hakemlik istemediklerini ve “Al-ver” tanımını da kabul etmediklerini özellikle vurgulamak suretiyle süreci mümkün olduğunca uzatmak niyetinde olduklarını ortaya koymaktadırlar. Hâlbuki Rumlar, bir yandan süre sınırlaması istemeyiz derken, diğer taraftan AB’nin Aralık zirvesine kadar Türkiye’ye süre vermeyi ihmal etmemektedirler.
KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın, “Biz kendimiz kâğıtlarımızı hazırladık, uzmanlar konuştu, hem farklılıkları, hem uzlaşılanları yazdı, işimiz kolaylaştı. Şimdi kolayca her konuyu ele alıp farklılıklarımızı gidereceğiz.” şeklindeki beyanatıyla özetlemeye çalıştığı birinci tur görüşmelerin, Rumların penceresinden pek de öyle görünmediğini söylemiştik. Nitekim, “Yakınlaşmanın esas olarak ikinci derecede öneme sahip konularda olduğunu, temel konularda hala görüşlerde sapmalar bulunduğunu” söyleyen Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Markos Kyprianou, derin anlaşmazlık konularının çözümünün ancak Türk tarafının vereceği tavizlerle sağlanabileceği anlayışını sürdürmektedir.
Bu noktada, 3 Eylül 2008 tarihinde başlayan kapsamlı çözüm müzakerelerinin, yaklaşık onbir ay süren birinci tur görüşmeleri hakkında kısaca bilgi vermekte yarar bulunmaktadır;
Kıbrıslı liderler arasında yapılan toplam 40 görüşmede, 6 ana başlık üzerinde müzakere yürütülmüştür. Talat ve Hristofyas ve heyetleri en uzun görüşmeyi, Kıbrıs meselesinin en kritik konusu olan “yönetim ve güç paylaşımı” üzerinde yapmışlar, toplam 3 başlıkta kısmi ilerleme sağlarken, 3 ana başlıkta ise herhangi bir uzlaşma sağlayamamışlardır. Müzakerelerde, Kıbrıs Türk tarafının insiyatifiyle, Yönetim ve Güç Paylaşımı, AB ile Ekonomik Konular başlıkları altında ele alınan tüm konularda ortak metin çalışması yapılmış, bu üç başlıkta, uzlaşılan konular ve üzerinde daha fazla tartışmaya ihtiyaç duyulan konular tespit edilerek, 30 ortak metin hazırlanmıştır. Mülkiyet, Toprak ile Güvenlik ve Garantiler konularında herhangi bir yakınlaşma sağlanamadığı için, bu başlıklara ilişkin ortak metin çalışması yapılamamıştır.
Rum tarafı, başkan ve başkan yardımcısının tek liste halinde doğrudan halkoyuyla seçilmesini öngören başkanlık sistemini önerirken, Türk tarafı iki kesimlilik ve siyasi eşitlik ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu öneriye şiddetle karşı çıkmaktadır. Türk tarafı, başkan ve başkan yardımcısının senatoda ayrı ayrı seçilmesini istemektedir.
Rum tarafı, güvenlik ve garantörlük sisteminin devam etmesini istememekte ve AB’nin garantörlüğünü yeterli görmektedir. Türk tarafı ise Türkiye’nin garantörlüğünü vazgeçilmez kabul etmektedir.
Tük tarafı, mülkiyet konusunun takas ve tazminat yöntemiyle toplu olarak çözümünden yanayken, Rum tarafı bu konunun bireysel olarak ve iade yöntemiyle çözülmesinde ısrar etmektedir. Yine Türk tarafı toprak konusunun iki kesimlilik ilkesine göre ve iki ayrı halkın yoğun olarak yaşadığı bölgeler dikkate alınarak çözülmesini isterken, Rum tarafı göçmenlerin topraklarına geri dönmesini savunmaktadır.
Rumlar, Ada’daki tüm yerleşiklerin Türkiye’ye geri dönmesini isterken, Türk tarafı bunun belirli sayıda olmasını istemektedir.
Ayrıca, Türk tarafı müzakerelerde takvimlendirmeyi ve uluslar arası toplumun sürece hakemlik yapmasını savunurken, Rum tarafı buna şiddetle karşı çıkmaktadır.
Cumhurbaşkanı Talat, ikinci tur görüşmelerin önümüzdeki birkaç ay içinde bitirilerek “al-ver” sürecinin başlayabileceği ve bu yılın sonuna yetişmese bile en geç, KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı Nisan 2010 tarihine kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılabileceği umudunu yinelemektedir. Ne var ki, Rumların bu konuda pek acelesi bulunmamaktadır. Nitekim, Rum tarafı, GKRY Lideri Dimitris Hristofyas’ın önümüzdeki ayın büyük bölümünde Suriye, Fransa, İtalya, Küba ve BM Genel Kurulu için New York’ta olacağından dolayı Ekim ayı ortalarından önce önemli gelişmeler olmasını beklememekte ve bu nedenle Eylül ayını müzakere prosedürü açısından ‘ölü’ saymaktadır.
Ayrıca, ikinci tur görüşmelerinin işleyişi konusunda da taraflar arasında görüş farklılıkları kendini hissettirmektedir. Mesela, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “ikinci turda, anlaşmazlık konularından başlayacaklarını, önemli konuların liderler düzeyinde, öteki konuların temsilci ve uzmanlarca ele alınmasını önerdiklerini ancak henüz Rumların tutumunu bilmediklerini” söylemesine karşılık, GKRY Dışişleri Bakanı Markos Kyprianou, “Kıbrıs Rum tarafının, Eylül başında başlayacak olan ikinci tur müzakerelerde tüm konuların görüşülmesi gerektiğine inandığını ve “al-ver” kavramını kabul etmediğini” belirtmesi, sürecin bundan sonraki kısmının pek de kolay geçmeyeceğini işaret etmektedir.
Öte yandan, Rum tarafı, kapsamlı çözüm sürecini baltalamaya yönelik faaliyetlerini hızlandıracağının işaretlerini vermektedir. Mesela, Rum/Yunan yetkililer, AB Aralık zirvesinde Türkiye’nin tam üyelik sürecinin Kıbrıs nedeniyle kesintiye uğratılabileceği yönünde mesajlar vermeye devam etmektedir. Kıbrıs Rum Hükümet Sözcüsü Stefanos Stefanou’nun “Türkiye ne yaparsa yapsın karşısında Kıbrıs’ı bulacaktır ve Ankara’nın kendi kendine yarattığı sorunlardan daha fazla sorunu olacaktır” şeklindeki sözleri, Rumların yaklaşımında bir değişiklik olmadığını göstermesi bakımından anlamlıdır. Yine, ikinci tur görüşmelerin arifesinde, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un “Kıbrıs Kilisesi’nin, haklarını ihlal ettiği ve kuzeydeki mülklerine el koyduğu gerekçesiyle Türkiye hakkında, Eylül ayında AİHM’e başvuracağını” şeklindeki açıklaması, ortamın gerilmesine ve çözüm umutlarının zayıflamasına yol açmıştır.
Rumların bu tahrik edici yaklaşımı karşısında, Türk tarafının cevabı ise anlamlı olmuştur. Örneğin, 3 Eylül’de yapılması planlanan ilk görüşmeden bir gün önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun KKTC’yi ziyareti etmesi ve “Ada’da ya anlaşma, ya kalıcı bölünme ya da başka bir modelle mutlaka çözüm olacağını” söylemesi, Rum/Yunan tarafında soğuk duş etkisi yapmıştır. Hristofyas’ın 3 Eylül görüşmesine katılmama kararı almasında etkili olduğunu düşündüğümüz bu anlamlı ziyaret ve mesaj KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat tarafından da destek görmüştür. Nitekim Talat “Kıbrıslı Türkler'in alternatifleri var. Belki bugün bunları tartışmıyoruz, tartışmamız belki yanlış olur” şeklindeki beyanatıyla Rumları ziyadesiyle tedirgin etmiş gibi görünmektedir.
Kuşkusuz Rumların, AB üyeliğinin ve uluslar arası camiada meşru “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanınıyor olmanın da verdiği cesaretle sürdürdükleri uzlaşmaz tavırları karşısında Türkiye ve KKTC’nin gösterdiği yaklaşım memnuniyet vericidir. Zira Rum/Yunan tarafı iyi bilmelidirler ki, Ada’da çözüm Türk tarafının vereceği tavizlerle değil fakat Rumların göstereceği uzlaşmacı yaklaşımla mümkün olabilecektir. Aksi takdirde, yani Rumların Ada’da iki ayrı egemen halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı bağımsız devlet gerçeğini kabul etmedikleri sürece Ada’da bölünmüşlüğün daha da derinleşeceği ve KKTC’nin uluslar arası toplum tarafından tanınma sürecinin hızlanacağı mesajının verilmiş olması, Rumları uzlaşmaya teşvik etmesi bakımından önem arz etmektedir. Nitekim, AB Dönem Başkanı İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt de “Eğer Türkiye’nin AB’ye tam üye olamaması durumunda, Kıbrıs’ın bölünmüş kalmak tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını” ifade etmesi, Türk tarafının Kıbrıs politikasının rasyonelliğini göstermesi bakımından dikkate değerdir. Zira, Türkiye’nin içinde yer almadığı bir AB’de Kıbrıs Türklerinin yaşam alanı bulamayacağı gerçeği, bu yaklaşımın temelini oluşturmaktadır.
Netice itibariyle, çözümü, Türkiye’nin sözde “Kıbrıs Cumhuriyetini” tanıması ile özdeşleştiren Rumların bu tutumu, Kıbrıs Türk Halkı ile eşit koşullarda bir arada yaşama arzularının ne kadar zayıf olduğunun da açık bir belirtisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Rum tarafının, kapsamlı çözüm müzakerelerinden, siyasi eşitliğe sahip, iki kesimli, iki bölgeli yeni bir ortaklık devleti temelinde adil ve kalıcı bir barışa ulaşmayı değil de tehdit ve şantaj yoluyla Türkiye’den taviz koparmayı hedefliyor olmaları, devam etmekte olan çözüm sürecinin başarısı hakkındaki şüpheleri derinleştirmekte ve bir güven bunalımına zemin hazırlamaktadır. Bu bakımdan, Dışişleri Bakanının Ada’da kalıcı bir bölünme alternatifinden bahsetmesi ve KKTC Cumhurbaşkanının da bu alternatifi gündeme getirmiş olması, Rumların kendilerine çekidüzen vermelerini sağlayabilecek önemli bir uyarı niteliğindedir.
Kıbrıs Türkleri üzerindeki ambargoların kaldırılması çalışmalarına da hız verecek böylesi bir çözüm, aynı zamanda Kıbrıs Türk Halkının da istediği bir çözümdür. Artık, Ada’da iki ayrı bağımsız devletin ve dolayısıyla KKTC’nin varlığının ve mevcut statünün kalıcılığının bir alternatif olarak gündeme getiriliyor olması Rumları ziyadesiyle tedirgin edecek ve devam eden müzakere sürecini sulandırma girişimlerine de engel olabilecektir.