TÜRKİYE’NİN YENİ VİZYONU: BM GÜVENLİK KONSEYİ ÜYELİĞİ

Nejat ÇOĞAL

Uzun ve yorucu bir diplomasi mücadelesinin ardından nihayet Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapılan 1. tur oylamada, grubunda en çok oyu alarak, 2009-2010 Dönemi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Geçici üyeliğine seçilmiş bulunmaktadır. 47 yıl aradan sonra gelen bu diplomatik zafer, bölgesel bir güç olan Türkiye’nin, bundan böyle dünya siyasetinde, küresel barış ve istikrara katkı sağlayan aktif bir oyuncu olarak varlık gösterebilmesine de imkân tanıyacaktır. Batı Avrupa grubunda rakibi Avusturya’nın 132 ve İzlanda’nın 87 oyuna karşılık, 151 oy alan Türkiye, uluslararası toplum nazarında bir nevi güven tazelemiştir. Türkiye ile birlikte Avusturya, Japonya, Meksika ve Uganda da BMGK’nin yeni geçici üyesi olarak kendi gruplarını temsilen seçilmiş bulunmaktadırlar.

Bilindiği üzere, Türkiye, 1951-1952, 1954-1955 dönemlerinde ve son olarak da 1961 yılında BMGK Geçici üyeliği yapmıştı. Bu tarihten itibaren Kıbrıs meselesinin giderek daha da derinleştiği ve bu dönemde Türkiye’nin BM nezdinde kendisini ifade etme ve tezlerini kabul ettirme anlamında büyük sıkıntılar yaşadığı bilinmektedir. BMGK’nin Kıbrıs Türk toplumu aleyhine aldığı birtakım kararların, bu meselenin günümüze kadar çözümlenememesinde etkili olduğu kanaatindeyiz. İşte, gerek bölgesel ve gerekse küresel problemlerin çözümünde BM’in rolünü iyi kavrayan Hükümet, yükselen bir güç olarak Türkiye’nin, dünya siyasetinde söz sahibi olması gerektiği inancıyla, 21 Temmuz 2003 tarihinde BMGK üyelik başvurusunu yapmıştır. Son beş yıl içerisinde, Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı özverili çalışmalar sonuç vermiş ve nihayet yarım asır sonra Türkiye tekrar BM Güvenlik Konseyi Üyeliğine seçilmiştir. Bu sonuç, Türkiye’nin son yıllarda yürüttüğü bağımsız ve aktif dış politikanın, bölgesel ve küresel barışa sağladığı katkının, uluslararası toplum tarafından kabul görmesi anlamına gelmektedir.

Bu noktada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi hakkında kısaca bilgi vermenin yararlı olacağını düşünmekteyiz:

24 Ekim 1945’te 51 ülkenin imzaladığı BM Şartı ile kurulan Birleşmiş Milletler, dünya barışını ve güvenliğini korumayı ve üyeler arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği ortamı oluşturmayı hedefleyen uluslararası bir örgüttür. Örgütün halen 192 üyesi bulunmaktadır. Örgüt, Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Yönetim Konseyi, Genel Sekreterlik ve Uluslararası Adalet Divanı’ndan oluşmaktadır

BM Güvenlik Konseyi, tüm üyeler adına hareket eden, örgütün en güçlü karar organıdır ve aldığı kararlar, bağlayıcı niteliktedir. BM Genel Kurul Kararlarının bile tavsiye niteliğinde olduğunu dikkate aldığımızda, Konseyin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Üye ülkeler arasında barışı ve güveni sağlamakla görevli olan BM Güvenlik Konseyi, 5 tanesi daimi olmak üzere 15 üyeden oluşmaktadır. Veto hakkına sahip bu 5 daimi üyenin (ABD, Fransa, İngiltere, Rusya ve Çin) kararlar üzerinde mutlak hâkimiyetleri söz konusudur. Konseyin diğer 10 geçici üyesi (Mevcut üyeler: Belçika, Endonezya, Güney Afrika, Burkina Faso, İtalya, Vietnam, Kosta Rika, Libya, Hırvatistan ve Panama) her iki yılda bir BM Genel Kurulunda yapılan seçimlerle belirlenmektedir. Bu kapsamda, mevcut üyelerden Belçika, İtalya (Batı Avrupa), Panama (Latin Amerika), Endonezya (Asya) ve Güney Afrika'nın (Afrika) görev süresi 31 Aralık 2008'de sona ermekte, bunların yerine ise 2009-2010 dönemi için Türkiye, Avusturya, Japonya, Uganda ve Meksika Konsey üyesi olarak seçilmiş bulunmaktadır. Konsey Başkanlığı, ayda bir üye ülkeler arasında el değiştirmektedir.

BMGK’nin görevlerini ise şu şekilde sıralamamız mümkündür;

  1. Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine uygun biçimde barış ve güvenliği korumak.
  2. Uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek her türlü çekişmeli durumu soruşturmak.
  3. Uluslar arasında çekişmeli konularda anlaşma koşullarını önermek.
  4. Silâhlanmayı denetleyecek planlar hazırlamak.
  5. Barışa karşı bir tehlike veya saldırı olup olmadığını araştırarak, izlenecek yolu önermek.
  6. Saldırganlara karşı askeri birlikler kurularak önlemler almak

Öte yandan, dünyanın en büyük silah üreten ve pazarlayan ülkeleri olan ve veto hakkını elinde bulunduran 5 daimi üyenin, nasıl olup da dünyada barışı ve güvenliği sağlayabileceği hususu, BMGK hakkında yürütülen en önemli tartışma konularından bir tanesidir ve BM nezdinde devam eden reform girişimlerinin de başlangıç noktasını ihtiva etmektedir. İkinci Dünya Savaşı galiplerinin, kuruluş aşamasında kendilerine bahşettikleri bu imtiyazlı konum, dünya kamuoyunu rahatsız etmekte, BM’e olan güveni zedelemektedir. Bu rahatsızlıkların giderilmesine yönelik olarak, geçici üye sayısının 10’dan 15’e çıkarılması veya daimi üye sayısının 5’ten 8’e çıkarılması (yeni üç üyenin veto hakkı olmaması koşuluyla) gibi çözüm önerileri gündeme gelmekle birlikte, 5 daimi üyenin veto haklarının kaldırılmasına dair herhangi bir seçenek üzerinde durulmaması manidardır.

Buna rağmen, her ne kadar veto hakkını elinde tutan 5 daimi üyeden herhangi birinin istemediği bir karar Konsey tarafından kabul edilemiyor olsa da, kararların alınabilmesi için 4 geçici üyenin daha oyuna ihtiyaç duyulması dikkate değerdir. Yani, ayrıcalıklı 5 daimi üyenin her biri, kararların engellenmesinde başka herhangi bir üyeye ihtiyaç duymazken, istediği bir kararı çıkarabilmek için 8 üyenin oyuna gereksinim duymaktadır. Zira, BMGK kararları, daimi üyelerden herhangi birinden veto yememesi şartıyla, en az dokuz üyenin kabulü ile alınabilmektedir. Yani, geçici üyelerin birlikte hareket etmeleri halinde, daimi üyeler gibi kararları engelleme imkânları mevcut bulunmaktadır. Bu ise, 5 daimi üyenin imtiyazlı konumuna gölge düşüren en önemli faktörlerden bir tanesidir.

Peki, BMGK üyeliği Türkiye için neden bu kadar önemlidir? Ya da şöyle soralım: BMGK üyeliği ne anlama gelmektedir?

Öncelikle, üyelik için 85 milyon dolar bütçe ayıran ve yoğun lobi faaliyetleri kapsamında Afrika, Karayipler, Latin Amerika ve Asya-Pasifik bölgelerinde yaklaşık 60 ülkeye büyükelçilik düzeyinde ziyaretler gerçekleştiren Türkiye’nin, kuşkusuz BMGK üyeliğinden ciddi beklentileri bulunmaktadır. Bir defa Türkiye, dünya siyasetinin bir nevi yürütme kurulu olarak değerlendirilebilecek bir organında söz sahibi olacaktır. Küresel meselelerin gittikçe daha çok BM gündemine geleceği ve bu platformda çözüme kavuşturulacağını hesaba kattığımızda, Türkiye’nin burada vereceği sınav büyük önem arz etmektedir.

Bu anlamda, Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmesinin, Türkiye-AB ilişkileri üzerinde olumlu bir katkısının olması beklenmektedir. Nitekim Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in, konu ile ilgili olarak "Bu Türkiye’nin artan öneminin ifadesidir. Türkiye’nin bu koltuğu Avrupa’nın ortak değerlerini geliştirmek için kullanacağına inanıyorum" şeklinde sarf ettiği sözler, AB’nin, Türkiye’nin BMGK üyeliğine atfettiği önemi işaret etmektedir.

Ayrıca, Kıbrıs meselesinin BM platformunda çözülmesi gerektiğini savunan Türkiye, BMGK üyeliği döneminde tezlerini daha iyi anlatabilecek ve Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması yönünde yapıcı adımlar atabilecektir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas’ın, “Türkiye’nin üyeliğinin kendilerini memnun etmediğini” söylemesi bile, Türkiye’nin doğru yolda olduğunu gösterdiği kanaatindeyiz.

Öte yandan Türkiye, Irak konusunda BM’in daha çok insiyatif alması için gayret gösterecek ve bu konudaki tezlerini Konsey üyelerine daha sağlıklı aktarabilecektir. ABD’nin, herhangi bir BMGK kararı veya tavsiyesi olmaksızın, BM Anlaşmasının “kuvvet kullanmama” ilkesinin istisnaları olan “meşru müdafaa” ve “uluslararası hukuka uymaya zorlama” gibi bahanelere sığınarak 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi, esasen uluslararası hukukun bir nevi hiçe sayılması olarak karşımıza çıkmış ve bu konuda yapılacak çalışmaların ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur.

Komşusu İran’ın nükleer silaha sahip olma çabaları nedeniyle yaşanan uluslararası krizin çözümü konusunda bugüne kadar taraf olmamaya özen gösteren Türkiye, yeni dönemde bu konu ile ilgili olarak daha fazla mesai sarf edecek ve tavrını net bir şekilde sergilemek durumunda kalacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin Kafkasya’da başlattığı, bölgesel işbirliği ve istikrarın sağlanmasına yönelik diplomatik çabaları, bu vesileyle daha geniş bir destek bulabilecektir. Yine, Türkiye’nin Ortadoğu’da başlattığı ve şimdilik kesintiye uğramış bulunan Suriye-İsrail arasındaki arabuluculuk faaliyetlerinin, tekrar ve daha güçlü bir şekilde başlaması gündeme gelebilecektir.

Görüldüğü üzere, BMGK üyeliği döneminde Türkiye, bir yandan bölgesel sorunlarını çözmeye çalışırken bir yandan da uluslararası toplum nazarındaki güvenilirliğini perçinleme fırsatlarını yakalayabilecektir. Ancak, bugüne kadar ortaya koyduğu tarafsız tutumuyla özellikle bölgesel sorunların çözümünde ciddi katkılar sağlayan Türkiye, şimdi, üzerine aldığı ağır sorumluluğun bir gereği olarak, mesela Rusya-Gürcistan, İran gibi konularda daha net ve taraflı bir tutum sergilemek durumunda kalacaktır. Bu durumun, kuşkusuz, kimi ülkeleri memnun ederken, kimisini de rahatsız ederek, dış politikada birtakım yeni riskleri de beraberinde getirmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Netice itibariyle, Türkiye'nin Kıbrıs’ta gösterdiği uzlaşmacı yaklaşım, Ortadoğu ve Kafkasya’da, bağımsız bir şekilde ve başarıyla devam ettirdiği arabuluculuk faaliyetleri, BMGK üyeliğine seçilmesine katkıda bulunarak, Türk dış politikasının bölgesel boyuttan küresel boyuta taşınmasını sağlamıştır. Bu dönemde Türkiye’nin alacağı tavır, dünya siyasi sahnesinde yankı bulacak, jeopolitik önemini ise daha da artıracaktır. Öyle ki, bölgenin en istikrarlı ülkesi olarak Türkiye’nin, Arap dünyası ve Orta Asya coğrafyasında, örnek alınan ülke konumunu daha da kuvvetlendirmesi mümkün bulunmaktadır. Ayrıca, Ülkemizin uluslararası saygınlığını artıran bu tarihi olayın, aynı zamanda milli birlik ve beraberliğimizin pekişmesine de katkı sağlamasını ümit etmekteyiz.

Bununla birlikte, BMGK üyesi olarak Türkiye’nin, bir yandan etkin ve daha aktif küresel oyuncu olarak dünya barışına katkı sağlamaya çalışırken, bir yandan da yeni statüsünün gerektirdiği riskleri göğüslemek durumunda kalacağının bilinmesi gerekmektedir. Her hâlükârda Türkiye’nin, kendisine yeni bir misyon yüklenen bu dönemde, tezlerini dünyaya daha iyi anlatmak, alınacak kararlarda objektif kriterlere göre hareket ederek uluslararası itibarını korumak ve nihayet küresel güçlerden bağımsız bir politika yürütmek suretiyle, bu zorlu sınavı başarıyla geçebileceğini düşünmekteyiz.