İRAN NÜKLEERDEN VAZGEÇMİYOR
AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın Tahran Yönetimine 14 Haziran 2008 tarihinde bizzat sunduğu “teşvik paketi”nin İran tarafından anında reddedilmesi üzerine, İran ile AB arasındaki ilişkilerde
gergin bir döneme girilmiş oldu. BM Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) Başkanı Muhammed El Baradey’in 21 Haziran’da sürpriz bir şekilde yaptığı “İran’a askeri bir saldırı olursa istifa ederim” beyanatı ise, ABD’nin İran’a olası bir saldırı ihtimalinin ne kadar yakın olduğunun da bir göstergesidir kanaatindeyiz.
BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimi Üyesi olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin ile birlikte Almanya’nın oluşturduğu “5+1” ülkeleri dışişleri bakanları ve AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana tarafından imzalanan ve Solana’nın bizzat kendisi tarafından, Tahran’da, İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki’ye verilen öneri paketinde yer alan uranyum zenginleştirme işleminin durdurulması teklifi, İran tarafından “kırmızı çizgi” olarak nitelendirilerek anında reddedilmiş bulunmaktadır. Uranyum zenginleştirme çalışmalarının durdurulması talebinin daha önce Tahran yönetimince defalarca reddedildiği ve nükleer hakkı tanımayan hiçbir önerinin kabul edilmeyeceğinin açıklandığını dikkate aldığımızda, Tahran Yönetiminden “en kısa sürede cevap beklediğini” ifade eden Solana’nın, aldığı bu yanıt fazla şaşırtıcı olmamalıdır. Öyle ki, geçen ay BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ile Almanya ve bazı uluslararası kuruluşlara, dünya meselelerinin çözümüne ilişkin bir öneri paketi sunan İran’a henüz resmi bir cevap verilmemiş olmasının da, İran’ın bu kesin tavrı üzerinde etkili olduğu değerlendirilmektedir.
ABD, AB ve BM’nin aylardır üzerinde çalıştığı paket, esasen, 2006 yılında önerilen ve Tahran Yönetiminin reddettiği teşvik paketinin revize edilmiş yeni bir versiyonundan başka bir şey değildir. Uranyum zenginleştirmeyi askıya alması durumunda İran’a ekonomik ve teknolojik yardım öneren teklif paketinde, başta nükleer teknoloji olmak üzere, uçak sanayi, enerji, yüksek teknoloji ve tarımda ticari işbirliğini kapsayan teklifler bulunmaktaydı.
İran’ın dünyanın en eski medeniyetlerinden olduğu vurgulanarak, İran halkının kültür ve tarihleriyle gurur duymalarının doğal olduğunun belirtildiği teklif paketinde, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması halinde İran’a, “barışçı amaçlarla nükleer enerji üreten ülke” muamelesi yapılarak, bu kapsamda teknolojik yardımda bulunulacağı vaat edilmekteydi. Fakat, İran’ın Dünya Ticaret Örgütüne kabul edilmesi, ihracat kısıtlamalarının kaldırılması gibi bir dizi ekonomik öneriyi de kapsayan bu teşvik paketi, karşılıksız bir teklif olmaktan öteye gidememiştir. Zira, İran Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Gulam Hüseyin İlham, “uranyum zenginleştirmenin askıya alınması konusunun gündemde olmadığını, bu nedenle teşvik paketini incelemeyeceklerini” ifade etmek suretiyle, teklifin üzerinde tartışmaya bile gerek görmedikleri mesajını dünya kamuoyuna ilan etmiştir.
Buna karşın, “cömert bir teklif” olarak nitelendirdiği önerinin Tahran tarafından hemen reddedilmesinden dolayı “hayalkırıklığı” yaşadığını ifade eden ABD Başkanı George W. Bush, “İran yönetiminin bu öneriyi reddetme kararının, halkının gelecekte de tecrit edilmesini istediğini ortaya koyduğunu” belirtmiş ve bu tavrı Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından da destek bulmuştur. İran’ın “dünyanın baş terörizm sponsoru olduğu ve Basra’dan Beyrut’a tüm Ortadoğu’nun istikrarını ve özellikle İsrail halkının varlığını tehdit ettiğini” ileri süren ABD, bu gelişme karşısında, herhalde kendisini askeri bir operasyona bir adım daha yaklaşmış gibi hissetmektedir. Zira, BM Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) Başkanı Muhammed El Baradey’in, muhtemel bir askeri operasyondan duyduğu endişeleri dile getirmesi ve New York Times gazetesinde yayınlanan, İsrail’in İran’a saldırı provası yaptığı şeklindeki haberler bu tezimizi destekler mahiyettedir.
Bölgesel bir güç olma mücadelesi veren İran, terörizmi destekleme, Orta Doğu barış sürecini engelleme, insan hakları ihlalleri ve nükleer çalışmaları nedeniyle uluslar arası izolasyonlara maruz kalmakta ve özellikle ABD tarafından tecrit edilmektedir. İçine düştüğü bu yalnızlıktan kurtulmak isteyen İran, mesela Şangay İşbirliği Örgütü ile yakın ilişkiye girmekte ve böylece Rusya ve Çin’in desteğini almaya gayret göstermektedir. Benzer şekilde, AB ile ilişkilerini geliştirmek suretiyle, yine ABD’nin kendisine yönelik tehditlerini bertaraf etmek ve üzerindeki uluslar arası baskıyı zayıflatmak niyetindedir.
Hızla artan enerji ihtiyacına paralel olarak enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve enerji yollarını güven altına almak isteyen AB ise, bir yandan doğu sınırlarındaki ülkelerle daha yakın ve daha derin işbirliğine gidilmesi temeline dayanan “doğu boyutu” projesini hayata geçirmeye çalışırken, bir yandan da nükleer silah üretme çalışmalarına son vermiş bir İran ile nükleer müzakereleri başlatmak suretiyle ilişkilerini geliştirme arayışı içerisindedir. Nitekim AB, İran’a yaptığı son teklifinde, Tahran yönetimine, “nükleer faaliyetlerine son vermesi karşılığında, Orta Asya'daki doğal kaynakların Avrupa'ya, ağırlıklı olarak İran üzerinden ihraç edilmesi” fikrine destek verdiği mesajını iletmiştir. Ne var ki, 2005 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Mahmut Ahmedinejat’ın, izlediği sert ve saldırgan dış politikanın gereği olarak, nükleer çalışmalarından asla vazgeçmeyeceğini kesin bir şekilde ve defalarca ilan etmesi, ilişkilerin düzelme şansını neredeyse ortadan kaldırmış gib görünmektedir.
İran’ın bu jet yanıtına AB’nin tepkisi ise çok gecikmemiştir. Nitekim, AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanları, 23 Haziran 2008 tarihinde, Lüksemburg’da, İran’a yeni yaptırımlar uygulanması konusunda anlaşmaya varmış bulunmaktadırlar. Buna göre, İran’ın en büyük bankasının AB deki şubeleri kapatılacak, uranyum zenginleştirme çalışmalarına katılan bilim adamlarının AB’ye girişleri yasaklanacak ve banka hesapları dondurulacaktır. Öte yandan, aynı gün, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy İsrail’de yaptığı bir konuşmada “İsrail’i yoketmeye çalışan herkes karşısında Fransa’yı bulacaktır” demek suretiyle, bir yandan İsrail’e göz kırparken bir yandan da İran’a karşı politikalarında sertleşeceği mesajını vermektedir. Tüm bu gelişmelere rağmen, AB’nin, İran ile diyalog kapılarını açık tutmaya devam edeceğini de burada belirtmek isteriz.
Her ne kadar, nükleer çalışmaları nedeniyle AB ve ABD İran’a karşı ortak bir tavır almakta iseler de, aslında AB, jepolitik bir öneme sahip İran’ın ABD’nin hegemonyasına girmesine razı değildir. Irak’ın işgali ile başlayan bölgesel hâkimiyet mücadelesinin bu aşamasında AB, insiyatifi tamamen ABD’ye bırakmak istememekte ve bu kapsamda İran’a bir askeri operasyon yapılmasından ziyade, sorunun müzakereler yoluyla ve BM kararları çerçevesinde çözülmesinden yana tavır koymaktadır. Bu anlamda, ağırlıklı olarak AB görüşüne yakın olan son teşvik paketinin İran tarafından reddedilmesi, esasen ABD’nin elini güçlendirmiş gibi görünmektedir.
Öte yandan, Tahran yönetiminin nükleer silah elde etme arayışını sürdürmesi nedeniyle Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan’ın da nükleer silahlanma yarışına katılabileceği endişesini taşıyan ABD, sık sık Türkiye’yi de “kurallara uyması” konusunda uyarmaktan geri kalmamaktadır. Aralarında 529 km uzunluğunda bir sınır bulunan Türkiye ile İran arasında, son yıllarda ticari ilişkiler artış göstermiş ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi 7 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye ve İran jeopolitik konumları itibariyle bölgenin en önemli iki komşu ülkesi durumundadırlar ve bu ülkeler arasında, rejim farklılığına rağmen geliştirilecek çok boyutlu ilişkiler her iki tarafın da yararına olabilecektir. Nitekim, bölgesel güç olma mücadelesi veren bu iki komşu ülke birbirlerini, ülkelerinin Orta Asya’ya ve Batıya açılan birer kapısı gibi görmektedirler.
Tam da bu gelişmelerin arifesinde, 2 Haziran 2008 tarihinde, Türkiye ile ABD, 26 Temmuz 2000 tarihinde Ankara’da imzalanan “Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımına İlişkin İşbirliği Anlaşması"nı uygulamaya geçirmiş bulunmaktadırlar. Bu suretle, Türk ve Amerikan sanayi sektörleri arasında, karşılıklı teknoloji, materyal, reaktör, nükleer araştırma ve nükleer güç üretimiyle ilgili unsurların paylaşımı imkânı elde edilmiştir. Her ne kadar, bu gelişme, ABD’nin İran’a karşı tutumuyla doğrudan ilgisi yok gibi görünse de, bölgede ne Türkiye’nin ve ne de İran’ın hâkim güç olmasını istemeyen ABD’nin, NATO üyesi müttefiki Türkiye’yi İran’a karşı denge faktörü olarak kullanma planlarının bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
Bu meyanda ABD, BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a karşı aldığı kararlarda öngörülen yaptırım politikalarını tam olarak uygulaması gerektiği yönünde, Türkiye’yi uyarmaktan da geri kalmamaktadır. Bölgede herhangi bir hegemon gücün varlığını istemeyen ABD, bu tutumuyla, Türkiye-İran ilişkilerinin gelişmesinden duyduğu rahatsızlığı ortaya koymaktadır. Türkiye’nin, nükleer silahlara sahip bir İran olasılığına karşı kendisiyle aynı kaygıyı taşımasını bekleyen ABD, herhalde Türkiye’nin, İran’ın nükleer çalışmalarına karşı sergilediği sessiz tavrını işaret etmektedir.
Netice itibariyle, nükleer silaha sahip bir İran’ın Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu bölgesinde ciddi bir güvenlik problemini gündeme getirebileceği gibi bazı Arap ülkelerini de nükleer silah üretme yoluna sevkedebileceği düşünülmektedir. Ayrıca, ABD ve İsrail’in İran’a yönelik muhtemel bir askeri saldırısının, bölgedeki dengeleri iyice bozması ve ortaya çıkacak belirsizlik ortamından en çok Türkiye’nin zarar görmesi ihtimali mevcuttur. İran’ı müzakere masasına çekme amacını taşıyan son teşvik paketinin de İran tarafından reddedilmesi karşısında, zaten kendi içinde krizler yaşayan AB’nin, bu dönemde, İran konusunda dikkate değer bir adım atması da beklenmemektedir.
Bu nedenle, gerek bölgesel güvenlik ve istikrarın teminat altına alınması suretiyle barış ortamının sağlanması ve gerekse İran’a karşı muhtemel bir askeri operasyonun önlenmesi bakımından Türkiye’nin, İran’ın nükleer silah politikasına karşı sessizliğini bozması gerekmektedir. Bilinmelidir ki, ne İran’ın nükleer silah edinmesi ve ne de ABD’nin bu ülkeye askeri saldırıda bulunması bölge ülkelerinin yararına olmayacaktır. Bu kapsamda, Türkiye’nin, İran ile ilişkilerine halel getirmeden, bu ülkenin barışçıl amaçlı nükleer enerji üretimi çerçevesi dışına çıkmasını engellemeye yönelik çabalarda aktif bir rol üstlenmesi faydalı olacaktır kanatindeyiz.