Kıbrıs’ta Barış ve Özgürlüğün Bedeli
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 35. yıldönümü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde törenlerle kutlandı. 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamaları vesilesiyle, Türkiye’nin Ada üzerindeki garantörlük hakları ve Ada’daki Türk Askeri varlığının Kıbrıslı Türkler için vazgeçilmez önemi bir kez daha, yüksek sesle dile getirilmiş oldu. Bilindiği gibi, 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı ile Ada’nın tümüyle Helenleştirilmesine ramak kala Yunan Cuntası devrilmiş, Kıbrıslı Türkler Rum mezaliminden kurtarılmış ve Kıbrıs Türk Halkı o tarihten itibaren kalıcı bir barış ve huzur ortamında yaşamaya başlamışlardır. Londra ve Zürih Anlaşmalarına dayanılarak yapılan bu müdahale, gerek Ada’da ve gerekse Doğu Akdeniz’de barışın sağlanmasına yönelik olarak atılan, yerinde bir stratejik adım olarak tarihe geçmiştir.
Rumlar ve Yunanlıların, sırf enosis’in kim tarafından ve hangi yöntemle gerçekleştirileceği konusundaki anlaşmazlıkları yüzünden, aynı zamanda birbirlerini de katlettikleri bir dönemde gerçekleştirilen Türk Barış Harekâtı, esasen Rumlara da barışı getirmiştir. Nitekim, Peder Papasastos isimli bir Rum’un, “Söylemesi çok zor ama, Türk müdahalesinin, acımasızca birbirimizi öldürdüğümüz savaştan bizi koruduğu da bir gerçektir. Onlar (Sampson Rejimi) Makarios taraftarı olanların listesini hazırlamış olup hepsini öldüreceklerdi.” şeklindeki itirafı, enosis hayalperestlerinin o zamanki durumunu göstermesi bakımından anlamlıdır. Öyle ki, Rumların Cumhurbaşkanı Makarios bile son anda Ada’dan kaçarak, Yunan Cuntasından canını zor kurtarmıştır.
Ama Türk Barış Harekâtı, asıl olarak, Kıbrıslı Türkleri Rum/Yunan mezaliminden kurtarmış ve Ada’da kalıcı bir barış ortamının temellerini atmıştır. Hatırlayalım, 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinin mekanizmalarından tamamen dışlanmalarının ardından, Yunanistan tarafından desteklenen Rum Milli Muhafız Ordusu ve EOKA-B terör örgütünün öncülüğünde gerçekleştirilen 1963–1964 katliamları, 1967 buhranı ve 1974 Rum terör saldırıları karşısında savunmasız Kıbrıslı Türkler, çocuk, kadın demeden acımasızca öldürülmüş, evlerinden ve köylerinden sürülmüş ve bir toplumun hafızasına, asla unutulmayacak kötü izler bırakılmıştır. Rumların, komşuları olan Türklere yaşattıkları bu acı olaylar, Kıbrıs’ta iki toplumun artık birlikte bir arada yaşama şansını tamamen ortadan kaldırmıştır.
Yunan Cuntası’nın Kıbrıs’ta enosis’i gerçekleştirme ve kuşatma altına aldıkları Kıbrıslı Türkleri yok etme aşamasına geldikleri bir sırada, Türkiye’nin, Garanti Anlaşmasından kaynaklanan yetkisini kullanarak düzenlediği Kıbrıs Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk Toplumunu, adeta uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır. Kıbrıs Türk Toplumunu korumak ve Ada’da anayasal düzeni yeniden sağlamak amacıyla gerçekleştirilen Barış Harekâtı, aynı zamanda darbeci Sampson hükümetini ve onun destekçisi Yunan Cuntası’nı devirmiş, böylece Yunanistan halkına da demokrasiyi hediye etmiştir. Zaten Rumların zorlamalarıyla birbirinden Kuzey ve Güney olarak fiilen ayrılmış bulunan her iki toplum, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından doğal olarak sınırlarını da belirginleştirmişlerdir. Kıbrıslı Türkler, yoğun olarak yaşadıkları kuzey bölgelerinde, Türkiye’nin de garantörlüğü ve desteğiyle huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşamaya başlamışlardır.
Geldiğimiz noktada, Kıbrıs Türk Halkı, uluslar arası kamuoyunun tüm baskılarına göğüs gererek, kendi ülke sınırları içinde, KKTC vasıtasıyla egemenliğini kullanmakta ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü sayesinde 35 yıldır barış ve huzur içinde yaşamını sürdürmektedir. Adanın fiilen ikiye bölünmesinin asıl nedeninin, Rumların iddia ettikleri gibi 1974 Barış Harekâtı değil, Rumların Türklere karşı uyguladıkları katliamlar ve sürgün politikaları olduğunu da burada belirtmemizde yarar bulunmaktadır. Bu nedenle, Rum-Yunan tarafının Türkiye’nin Ada’yı böldüğü yönündeki iddiası tarihi gerçeklerle bağdaşmayan mesnetsiz iddialar olmaktan öteye gidemeyecektir. Esasen, toplumlararası görüşmelerin başladığı 1968 yılından bu yana tüm çözüm önerilerini tek taraflı reddeden Rumlar bu uzlaşmaz tavırlarıyla Ada’daki bölünmeyi pekiştirmişlerdir.
Son olarak, 2004 yılında Annan Planı’na %75 oranında “hayır” diyerek uzlaşmazlıklarını tüm dünyaya gösteren Rumlar, AB üyeliğinin de verdiği cesaretle, çözümsüzlüğün faturasını Kıbrıs Türk Halkına çıkartmanın gayreti içerisine girmişlerdir. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile GKRY Lideri Dimitris Hristofyas arasında devam etmekte olan kapsamlı çözüm müzakereleri de yine Rumların uzlaşmaz tavırları nedeniyle ağır aksak yürümektedir.
Öte yandan, Türkiye’yi ‘işgalci’, Türk Barış Harekâtını ise ‘gayrimeşru’ göstermeye çalışan Rum/Yunan tarafına, Atina Yargıtayı’nın (Athens Court of Appeals), “Kıbrıs’a yapılan Türk askeri müdahalesinin Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre yasal olduğu” na hükmeden 2658/79, Nolu, 21 Mart 1979 tarihli kararına bakmalarını tavsiye etmekteyiz. Türkiye, uluslar arası anlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hak ve yetkisini kullanarak Ada’ya müdahale etmiştir. 35 yıldır Ada’da kan akmıyorsa, bunun yegâne sebebi Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’nin Ada’daki varlığıdır. Türk Barış Gücü, Kıbrıslı Türklerin vazgeçilmez güvencesidir ve bu güvencenin kaldırılmasını Kıbrıs Türk Halkından istemeye kimsenin hakkı yoktur.
Netice itibariyle, Kıbrıs Türk Halkının 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramını en içten dileklerimizle kutluyoruz. Kıbrıslı Türkler, asla 1974 öncesinin acı dolu günlerine geri dönmek istememektedirler. İşte bu yüzden, onları uçurumun kenarından çekip kurtaran Türk Barış Harekâtı asla unutulmayacak ve soydaşlarının imdadına yetişerek, barış ve özgürlüğün bedelini kanlarıyla ödeyen şehitlerimiz daima rahmetle anılacaktır. Ada’daki 35 yıllık barış ve huzur ortamının ilelebet var olması ve KKTC’nin korunarak, dünya siyasi arenasında hak ettiği konuma kavuşması için, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün vazgeçilmez olduğunun da iyi bilinmesi gerekmektedir. Zira ne AB ve ne de Hristofyas’ın Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti projesi Kıbrıslı Türklerin güvenliğini garanti edemez. Kıbrıs Türk Halkının yegâne güvencesi Türkiye ve KKTC’dir. Bu nedenle Türkiye, Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan Kıbrıs Türk Halkı üzerindeki tarihi sorumluluğunun bilinciyle ve uluslar arası hukuktan kaynaklanan hak ve yetkileri çerçevesinde, hem Ada’da ve hem de Doğu Akdeniz’de barış ve huzura katkı sağlamaya devam edecektir.
Pierre Oberling, “Bellapais’e Giden Yol”, “Kıbrıs Türklerinin Kuzey Kıbrıs’a Göçü”, Gnkur.Basımevi, 1987, Ankara, s.137.