ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ VE TÜRKİYE’NİN YOL HARİTASI

Nejat ÇOĞAL

Geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanlığında düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada, Batıya meydan okuyarak, ülkesinin sınırlarındaki “çok açık şekilde yapılan güç gösterisine” kayıtsız kalamayacağını, "Rus nükleer güçlerinin her türlü saldırıya uygun karşılığı vermek için hazır olması gerektiğini" söyleyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, bu meydan okumada, geleceğin süper gücü olabilecek Çin’nin de içinde bulunduğu Şangay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) dayanak aldığını söylememiz mümkündür. Bazı üyeleri nükleer silahlara da sahip bulunan ŞİÖ’nün, 2007 yılında “Barış Misyonu–2007” isimli ortak bir askeri tatbikatı başarıyla gerçekleştirmiş olması bu tezimizi destekler mahiyettedir. Buna karşın, Amerikan Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı Michael McConnell’in, El-Kaide, Irak ve İran gibi Rusya ve Çin'in de ABD'nin ulusal güvenliği açısından tehdit olduğunu ilan etmesi, Rusya’nın bu tutumuna bir cevap olarak değerlendirilmelidir.

Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan ve Özbekistan’dan oluşan altı üyeli Şangay İşbirliği Örgütü (Shanghai Cooperation Organization – SCO) toplam 30 milyon kilometrekareyi aşan genişlikte bir coğrafyaya ve Dünyanın dörtte birini teşkil eden bir nüfusa sahip bulunmaktadır. Gözlemci üye statüsünde bulunan İran, Pakistan, Hindistan ve Moğolistan’ın da tam üye olmaları halinde, Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan küresel bir güç olması kaçınılmaz görünmektedir.

26 Nisan 1996 tarihinde, bölgesel güvenliğin sağlanması amacıyla (terör ve sınır uyuşmazlıklarının çözümü) yola çıkan Şangay Beşlisi kısa bir süre sonra daha da ileri giderek ekonomik, siyasi ve askeri işbirliği alanlarını da kapsama almıştır. 2000 yılında Şangay Formu adını benimseyen Örgüt, 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımıyla Şangay İşbirliği Örgütü adını alarak geniş bir işbirliği alanında yeni bir uluslararası örgüt olarak kurumsallaşmasını pekiştirmiştir.

11 Eylül’den sonra ABD’nin “uluslar arası terörizmle mücadele” ve “ demokrasi getirme” sloganlarıyla Afganistan’ı işgal etmesi ve Özbekistan ve Kırgızistan’da askeri üsler kurmasıyla beraber bölgede etkinliğini artırması, ŞİÖ’nün ABD ve NATO karşıtı söylemlerini her geçen gün daha da sert ve açık bir şekilde dillendirmesine sebep olmuş ve çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin aktörlerinden biri olma hevesini tahrik etmiştir. “Yeni bir Varşova Paktı mı kuruluyor?” endişesini taşıyan Batı ülkeleri, ŞİÖ’nün gelişimini endişeyle izlemeye devam etmektedirler.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından, 1992 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatının kurulması ve gelişmesinde öncü rol oynayan, ECO’ya Türk Cumhuriyetlerinin üyeliğini sağlayan, halen AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye’nin, altı üyesinden 3 tanesi Orta Asya Türk Cumhuriyeti olan, dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam üye veya gözlemci üye olup olmayacağı hususu gittikçe artan bir şekilde gündeme gelmektedir. Zira, her yıl yapılan zirve toplantılarıyla dünya gündemini meşgul eden ŞİÖ’ye Türkiye’nin katılma isteğinin, zaman zaman siyasi otoritelerce de dile getirildiği bilinmektedir. Özellikle ECO’yu önemli bir bölgesel örgüt haline getirmeye çalışması gereken Türkiye, bir taraftan da ŞİÖ içinde yer almaya çalışması anlaşılabilir bir tutum olacaktır.

Şüphesiz ABD, Çin ve Rusya’nın bölgede artan nüfuzlarına karşı Türkistan Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını koruyabilmeleri Türkiye açısından son derece önemlidir ve bu nedenle Türkiye’nin bölgede dengeleyici bir rol oynaması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Zira, Orta Asya Cumhuriyetleri, ŞİÖ içinde, Çin ve Rusya’yı birbirine karşı denge unsuru olarak kullanırken, diğer yandan ABD’ni de, Rusya ve Çin’in her ikisine karşı denge faktörü olarak kullanmak istemektedirler. Türkiye’nin de Doğu-Batı arasında benzer bir dengeleme politikası uygulaması gayet tabi ki mümkündür. Özellikle son günlerde, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin hasmane bir tutumla, Türkiye’nin AB’ne tam üyelik yollarını kapatma yönündeki yoğun ve etkili çabalarını dikkate aldığımızda, Türkiye’nin alternatif işbirliği projelerine ne kadar ihtiyacı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Türkiye, Orta Asya ve Hazar Denizi petrol ve doğalgaz kaynaklarının Dünyaya açılımını sağlayabilecek bir enerji koridoru konumundadır ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı ve Mavi Akım gibi, stratejik önemi büyük yeni projelerle bu statüsünü güçlendirmeye devam etmek durumundadır. Elbette, bölgede yer alan her ülke, giderek etkinliğini artıran ve yeni bir güç dengesi haline gelen Şangay İşbirliği Örgütü’nün, kendilerine sağlayabileceği birtakım faydaları hesap etmek suretiyle bu örgüte tam üye olmuşlar veya üyelik için sıraya girmişlerdir. Örneğin, bir yanda Rusya, Çin ile ilişkilerini normale dönüştürmek ve ABD’nin bölgedeki etkinliğini kırmak amacıyla ŞİÖ’nün kuruluşu ve gelişiminde belirleyici rol oynarken, öbür yanda nükleer silah geliştirmeye çalışan İran, uluslar arası izolasyondan kurtulmak için Örgüte üye olmak istemektedir.

NATO üyesi olan ve AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye, Batı ile olan bu ilişkilerine halel getirmeden Avrasya seçeneğini çok iyi değerlendirmek durumundadır. Zira, bu bölgede akraba toplulukları, dost ve kardeş Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkeleri bulunmaktadır. 1992 yılından itibaren karşılıklı ticaret hacmimizin hızla arttığı bu ülkelerin doğal kaynaklar bakımından sahip oldukları zenginlikleri dikkate aldığımızda, ekonomik ve siyasal alanda işbirliği potansiyelimizin ne kadar geniş olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerini normal zemine oturtabilmesi için Türkistan coğrafyasındaki akraba topluluklarıyla kültürel bağlarını geliştirmesi büyük önem arz etmektedir. Zira, ortak tarihi ve kültürel bağlara sahip bu toplulukların birbirleriyle yakınlaşması ve müşterek bir payda etrafında toplanması herhalde zor olmayacaktır. Türkiye, toplumlar arasında kurulacak iyi ilişkilerin devletler arası münasebetlere yapacağı olumlu yansımalardan da yararlanarak, hem Çin ve Rus halklarıyla ilişkilerini geliştirmede ve kendisinin bu halklara tanıtılmasında Türk Cumhuriyetlerini bir köprü olarak kullanabilecek ve hem de bu ülkelerle siyasi ilişkilerini güçlendirebilecektir. Böylece, jeopolitik konumu nedeniyle Türkiye’nin, hem Kafkaslarda etkinliğinin artırılması ve hem de Orta Asya ve Hazar Denizi doğal enerji kaynaklarının Batıya ulaştırılmasında yeni insiyatifler alması mümkün hale gelebilecektir. Enerjide önemli ölçüde dışa bağımlı bulunan Ülkemiz açısından Şangay İşbirliği Örgütü, bu stratejik hedefin gerçekleştirilebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim, Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan İran’ın, keyfi olarak ve sık sık doğalgaz kesintisine gitmesi gösteriyor ki, Ülkemizin doğal gaz kaynaklarını daha da çeşitlendirmesi ve BTC’ye paralel, alternatif bir doğalgaz boru hattı üzerinde mevcut çalışmalarını hızlandırması gerekmektedir. Böylece, ŞİÖ ile iyi ilişkiler kurmuş bir Türkiye için, bu tür projeleri gerçekleştirmek daha kolay olacaktır.

Diğer taraftan, Şangay işbirliği Örgütü’nün temel hedefleri arasında terörizmle mücadele gelmektedir ve Örgüt islami ve etnik ayrılıkçı terör faaliyetleriyle mücadele anlamında önemli adımlar atabilmiştir. Orta Asya’da varlığını sürdüren bu tip terör faaliyetleriyle mücadelede yeterli düzeyde bilgi birikimi ve tecrübeye sahip olan Türkiye’nin, Örgüte büyük katkıları olabileceği gibi bu alanda ciddi işbirliği imkanları da söz konusu olabilecektir.

Netice itibariyle, Orta Asya’da, Çin ve Rusya’nın önderliğinde, terörle mücadeleden ortak enerji yatırım alanlarına kadar çok geniş bir yelpazede işbirliğini geliştiren ve hızla kurumsallaşmasını tamamlayan Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerin artırılması Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almalıdır. Zira, jeopolitik konumu itibariyle Doğu-Batı arasında bir köprü niteliği taşıyan ve yönünü Batıya çevirmiş bulunan Türkiye’nin, ABD ve AB ile olan ilişkilerine zarar vermeden ve uygun bir zamanlama ile, geleceğin küresel güç odağı olma potansiyeline sahip böylesi bir Örgüte gözlemci veya tam üye olarak katılması, bölgede etkili bir denge politikası uygulamasına da yardımcı olacaktır. Ayrıca, Şangay İşbirliği Örgütü alanı içinde bulunan Kafkasya bölgesinin jeo-kültürel yapısı, Türkiye’nin bu coğrafyada çok kısa sürede etkinlik sağlayabilmesini mümkün kılabilecektir.