DAVOS ZİRVESİNİN ARDINDAN

Nejat ÇOĞAL

İsviçre’nin Davos kasabasında yapılan Dünya Ekonomi Forumu (World Economic Forum) 26 Ocak 2008 tarihinde Türkiye ve Fransa’nın düzenlediği gala geceleriyle sona erdi. Ana teması “İşbirliğine Dayalı Yenilikçiliğin Gücü” olan zirveye“Küresel Krizin Gölgesinde Davos Zirvesi” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, küresel ekonomik kriz damgasını vurmuştur. Öyle ki zirvenin açılış konuşmasını yapan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ağırlıklı olarak, kendi ülkesinde başlayan ve dünyaya yayılan ekonomik kriz dalgasından bahsetmiş, ABD’nin küresel ekonominin motoru olmaya devam edeceğini ve krizi de yine ABD’nin çözebileceğini söylemiştir.

Buna karşın, küresel piyasalarda yaşanan krizin çözümünün likidite fazlası olan Çin ve Hindistan’dan bekleniyor olması, “Yükselen Pazar” olarak ifade edilen bu ülkelerin, küresel ekonominin büyümesine katkıda bulunan iki önemli aktör olduklarını ortaya koymaktadır.

Ayrıca, Şanghay İşbirliği Örgütü vasıtasıyla, Çin’i de yanına alarak, Amerika’nın hakim olduğu tek kutuplu dünya düzenine karşı bayrak açan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Davos’a gelmesine rağmen ortalıkta hemen hemen hiç gözükmemesi, Rusya’nın çok kutuplu yeni bir dünya düzeni oluşturma projesini hız kesmeden uygulamaya devam ettiğini göstermektedir.

Türkiye açısından bakıldığında ise, bazı bakanlar, merkez bankası başkanı ve iş dünyasının bir numaralı isimlerinin katıldığı Zirvede, daha ziyade ülkemizin enerji koridoru konumu ile sermaye piyasalarında yaşanan krizden nasıl etkileneceği hususlarının ön plana çıktığını görmekteyiz.

Öte yandan, küreselleşmeyi aslında kapitalizmin globalleşmesi olarak gören Dünya Sosyal Forumu’nun ilan ettiği 26 Ocak Küresel Eylem Günü dolayısıyla, Türkiye Sosyal Forumu tarafından İstanbul, Ankara ve İzmir’de, Davos karşıtı eylemler yapıldığını da burada belirtmemizde yarar bulunmaktadır.

Küresel ticaretin, neo-liberal siyasetin ve akademik kapitalizmin başkenti olarak nitelendirilen Davos Zirvelerinin aslında bir zenginler kulübü olarak “dünyayı daha iyi bir konuma getirme” idealini gerçekleştirmede ne kadar samimi olduğu da ayrı bir tartışma konusu olarak karşımızda durmaktadır. Örneğin, kapalı kapılar ardında yapılan enerji görüşmeleri, acaba yoksul insanların refah seviyelerinin artırılmasını mı amaçlıyordu? Petrol fiyatlarının 100 dolara dayanması veyahut Dünyanın önde gelen gaz üreticisi ülkeleri İran, Rusya, Katar ve Cezayir’in bir araya gelerek OPEC benzeri GAZOPEC adlı bir birlik oluşturmak suretiyle doğalgaz piyasasında tekel oluşturma projeleri mi daha iyi bir dünya oluşturma hedefine hizmet edecektir.

Diğer taraftan, Zirveye katılan Bill Gates’in 21. yüzyılın kapitalizmini, yoksullara da hizmet edebilen “yaratıcı kapitalizm” olarak adlandırmasının, globalleşmenin sosyal, kültürel ve insani boyutunun da olduğu varsayımıyla, küreselleşme karşıtlarını susturmaya yönelik bir arayış olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde, UNICEF’in, Davos Zirvesi arifesinde bir basın toplantısıyla dünya kamuoyuna duyurduğu, Afrika ülkelerinde sağlık şartlarının iyiye değil, bilakis kötüye gittiği, İsveç'te doğan her 350 çocuktan sadece birinin ölmesine karşılık, Afrika ülkelerinde doğan her 4 çocuktan birinin 5 yaşına bile gelmeden ölüme sürüklendiği tespitinde bulunan “Dünya Çocuklarının Durumu 2008 Raporu” nun gündeme bomba gibi düşmesi gerekirdi. Davos’ta şüphesiz bir gündem değişikliği yaşanmış ancak bu gündem sapması ne yazık ki sadece Amerikan ekonomisinin resesyona girme ihtimalinin nasıl ortadan kaldırılacağı hususu üzerinde odaklanmıştır.

Kuşkusuz, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen fikir önderlerinin, devlet ve siyaset adamlarının ve iş dünyasının üst düzey temsilcilerinin bir araya gelmek suretiyle gerek kendi millî meselelerini ve gerekse küresel nitelik arz eden sorunları tartışıp çözüm yolları üretme gayretlerinin teorik anlamda yadırganacak bir tarafı yoktur. Ancak, Afrika’da kötüye giden sağlık koşullarının ve yaşanan açlık probleminin, milyonlarca dolara mal olan böylesi bir organizasyonda ne düzeyde ele alındığı hususu da merak konusudur. Eğer Dünya Ekonomi Forumu, sadece gelişmiş batı ülkelerinin ortaya çıkardığı sorunlar temelinde dünya gündemini belirleyen, küresel sermaye sahiplerinin yeni iş fırsatları yakalamaları için uygun bir ortam sağlayan, kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılan bir zenginler kulübü olarak kabul edilecekse, merakımızın bağışlanmasını istemek yerinde bir hareket olacaktır.