Kıbrıs’ta Eroğlu Dönemi

Nejat ÇOĞAL

KKTC’de 18 Nisan’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle, Talat ve Hristofyas arasında yaklaşık iki yıldır devam etmekte olan kapsamlı görüşmelere ara verilmişti. KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ise Rum Lider Dimitris Hristofyas’la görüşmelere 26 Mayıs’ta kaldığı yerden devam etmeye hazırlanmaktadır. Hristofyas’ın peşinen “uzlaşmaz” ilan ettiği Eroğlu’nun, seçilmesinden hemen sonra “masadan kaçan taraf olmayacağını” açıklaması ise Rumların beklentilerini boşa çıkaracak gibi görünmektedir.

Tek egemenlik ve tek vatandaşlık temelinde oluşturulacak bir federasyonu benimseyen Mehmet Ali Talat’ı bile “özerkliğe ve esnekliğe sahip olmamakla” suçlayan Hristofyas’ın, nasıl olup da iki ayrı halk, iki ayrı egemenlik tezini savunan Derviş Eroğlu ile uzlaşmaya varabileceği merak konusudur. Zaten Rum Lider, Eroğlu ile bir uzlaşmaya varabileceğine de inanmamaktadır. Nitekim, Eroğlu'ndan, “ iki ayrı halk, iki ayrı devlet ve gevşek konfederasyon şeklinde yeni bir ortaklık tezini geri çekmesini” istemesi, esasen Talat ile oynadığı oyunu şimdi KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı ile oynayacağı mesajını ihtiva etmektedir. Yani Talat’ı bir türlü masadan kaçıramayan Hristofyas, yeni Kıbrıs Türk Liderini kolaylıkla masadan kaçırabileceğini düşünmektedir. Nitekim, yeni seçilen KKTC Lideri hakkında hemen BM Genel Sekreteri, Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ve AB Liderleri ile Birliğin kurumlarına şikayet mektubu göndermesi, uzlaşmaz tutumunun devam edeceğini işaret etmiştir.

Derviş Eroğlu’da Hristofyas’la kalıcı bir çözüme ulaşmasının neredeyse imkânsız olduğunun farkındadır. Zira, “Bu yılsonundan önce Kıbrıs’ta var olan gerçeklere dayalı, adil, yaşayabilir bir çözüm bulunmasına varız” diyen KKTC Cumhurbaşkanı, bunun mümkün olmadığını bilmektedir. Yine “Yeter ki çözüm adı altında Kıbrıs Türk halkını çözmeye, kendi kendimizi yönetme hakkımız, egemen eşitliğimiz, iki bölgelilik, Anavatan Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü ortadan kaldırılmaya çalışılmasın” diyen Eroğlu, esasen Türk tarafının olmazsa olmazlarından taviz verilmeyeceğine vurgu yapmaktadır ki zaten bu parametreler Rum tarafının rahatsızlığının kaynağını teşkil etmektedir. Öyle görünüyor ki, Kıbrıslı liderler arasındaki görüş farkı giderek daha da belirginleşecek ve dolayısıyla muhtemel bir çözüm şansı daha da azalacaktır.

Kıbrıslı her iki Liderin de masada kalmak için yoğun çaba harcaması boşuna değildir. Her iki taraf da çözümsüzlüğün sorumlusu olmanın getireceği maliyete katlanmak istememektedir. Ada’da bir çözüme varılması konusunda uluslar arası toplumunun baskısını her iki lider de hissetmektedir. Yine, Kıbrıs’ta bir çözüm vaadiyle seçilen Hristofyas 2013 yılındaki Başkanlık seçimine kadar kendi Halkına sunabileceği bir uzlaşma arayışı içinde olacaktır.

Ayrıca, son günlerde Yunanistan’da patlak veren ve diğer üyelere de sıçrama ihtimali bulunan ağır bir finansal kriz ile boğuşan Brüksel’in, sürekli gündeme gelen Kıbrıs meselesi nedeniyle yorgun düştüğü ve artık Rumların bitmek bilmez şikâyetleri nedeniyle gerginleşmeye başladığı görülmektedir. Geçmişte çözümsüzlüğün faturasını haksız bir şekilde Türk tarafına çıkarmakta başarılı olan Rumlar, Annan Planı Referandumu ile çark etmişlerdi. 2004’te Annan Planı’na büyük çoğunlukla “hayır” diyen Rumlar, ilk defa uluslar arası kamuoyu önünde çözümsüzlüğün sorumluluğunu kabullenmek zorunda kaldılar. Her ne kadar AB, uzlaşmaz taraf olan Rum Kesimini cezalandırması gerekirken, Birliğe üye yapmak suretiyle ödüllendirmiş ise de uluslar arası toplum nezdinde Rumların uzlaşmazlığı tescil edilmiştir. Bu durum ise Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde bir adım önde olmasını sağlamış, Ankara, liderler arasındaki müzakereleri desteklemek suretiyle de milletlerarası camianın kendisine bakışını olumluya çevirmiştir. İşte Rum tarafı bu nedenle, bir kez daha çözümsüzlüğün sorumlusu olmak istememektedir.

Öte yandan, Eroğlu’nun masadan kaçan taraf olması da Türkiye tarafından kabul edilemez bir durumdur. Bilindiği gibi Kıbrıs, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin önündeki en büyük engel olarak masaya yatırılmıştır. Tam üyelik müzakere süreci Kıbrıs nedeniyle neredeyse durma noktasına gelmiş durumdadır. Bu yılsonunda düzenlenecek AB Zirvesinde, Türk Limanlarının Rum gemi ve uçaklarına açılması konusu tekrar değerlendirilecek ve Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir kriz gündeme gelebilecektir. Bu bakımdan, Türk tarafının Ada’da acil bir çözüme ulaşma ihtiyacı giderek daha çok hissedilmektedir. Bu durumda Eroğlu’nun masadan kaçmak bir yana, bu yılsonuna kadar kalıcı bir çözüme ulaşmayı hedeflemesi, Türkiye’ye rağmen politika geliştiremeyeceğinin bir kanıtıdır.

Anavatan Türkiye’nin desteği ve işbirliği ile müzakereleri devam ettireceğini söyleyen KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, uzun yıllar başbakanlık yapmış birisi olarak Türkiye’nin hassasiyetlerinin farkındadır. İki Halkın siyasi eşitliği, Türkiye’nin etkin ve fili garantörlüğü, Ada’daki Türk Askerî varlığı ve yerleşikler konusunda taviz verilmeden yürütülecek görüşmeler Türkiye tarafından desteklenmeye devam edecektir. Evet, Kıbrıs’ta sağlanacak kalıcı bir çözüm Türkiye’nin AB sürecinin önünü açacaktır ancak bu Rumların umduğu gibi kırmızı çizgilerin aşılması pahasına gerçekleşmeyecektir. Bu noktada ise Eroğlu’nun işi daha zordur. Zira, hem Talat’a nispetle daha milli bir duruş sergileyecek ve hem de müzakerelerin kesilmemesine gayret gösterecektir.

Eroğlu aynı zamanda, Kıbrıs Türk tarafının bugüne kadar sağladığı birtakım avantajları da heba etmemek için gayret göstermek durumundadır. Mesela, geçtiğimiz günlerde AİHM’in mülkiyetle ilgili Rum başvurularını KKTC’de kurulu bulunan Taşınmaz Mal Komisyonu’na yönlendirmesi ya da Ada’da varılacak siyasi bir çözüme kadar beklenmesi tavsiyesinde bulunması, KKTC açısından çok olumlu bir adım olmuştur. Yine, Avrupa Komisyonu’nun Doğrudan Ticaret Tüzüğünü gündeme alması ve Tüzüğün Avrupa Parlamentosunda görüşülmeye başlanması, Kıbrıs Türk Halkı üzerindeki izolasyonların kaldırılması anlamında ciddi bir ilerlemedir.

Kıbrıs Türk Halkının dünyadan tecrit edilmesine yol açan bir uygulamanın geç de olsa kaldırılması girişimlerini kendilerine hakaret olarak değerlendiren Rumlar, esasen bu tavırlarıyla Kıbrıs Türklerine bakış açılarını da ortaya koymaktadırlar. Her ne kadar Rumlar, tüzüğün kabul edilmesi karşılığında kapalı Maraş Bölgesinin kendilerine verilmesini isteseler de, bu defa Brüksel’in, Rumların bu haksız isteğine boyun eğmeyeceği beklenmektedir.

KKTC’nin kısmen de olsa tanınması anlamına gelen AİHM kararı, AB’nin Kıbrıs Türk Halkı üzerindeki ambargoları kaldırma girişimi ve uluslar arası toplumun Türkiye ve KKTC’yi çözüm isteyen taraf olarak görmeye başlaması, Rumları tedirgin eden ancak Türk tarafını memnun eden gelişmelerdir. Böylesi bir atmosferde yapılması gereken şey ise müzakere masasında kalmak ve yapıcı yaklaşımları devam ettirmektir.

Öte yandan, Doğrudan Ticaret Tüzüğünü kabul etmesi halinde Brüksel, Türkiye’den limanlarını derhal Rum gemi ve uçaklarına açmasını isteyecektir. Bu şekilde AB, yılsonunda yapılacak liderler zirvesinde Türkiye-AB ilişkilerinin bir yol kazasına uğramasını önlemek istemektedir. Zira Avrupa Birliği, her şeye rağmen Türkiye ile ilişkilerini tamamen kesmeyi göze alamayacaktır.

Kuşkusuz, Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün uygulamaya sokulması, Türkiye’nin, Ada’daki tüm kısıtlamaların tüm taraflarca eşzamanlı olarak kaldırması teklifine paralel olarak, limanların Rum gemi ve uçaklarına açılmasını gündeme getirecektir. Ancak Türkiye bu defa, tam üyelik müzakere sürecinin önüne konulan tüm siyasi engellerin kaldırılmasını isteyecektir ki bu sefer hem Kıbrıs Rum Yönetimi ve hem de imtiyazlı ortaklık savunucuları sorun çıkaracaklardır.

Fakat bilinmelidir ki AB’nin Türkiye’nin katılım sürecini Kıbrıs meselesi nedeniyle durma noktasına getirmesi, Türk kamuoyunun tepkisine yol açmaktadır. Süreçle ilgisi olmayan birtakım bahanelerle Türkiye’nin AB perspektifini ipotek altına almaya çalışmak, Türkiye’den ziyade AB’nin çıkarlarına aykırı olacaktır. Kaldı ki Türkiye, ilişkilerin gereğini yerine getirmekte, bu kapsamda tam üyelik için uyum çalışmalarını devam ettirmekte ve Kıbrıs’ta devam eden doğrudan görüşmeleri desteklemektedir. Ayrıca, KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Hristofyas’la “müzakerelere devam edeceği” yönündeki mesajının Brüksel tarafından iyi okunması gerekmektedir.

Netice itibariyle, 2005 yılında “Çözüm ve AB” sloganıyla Cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat’ın, konfederasyon tezini savunan Derviş Eroğlu karşısında, 18 Nisan’da yapılan seçimi kaybetmesi, Kıbrıs’ta yeni bir dönem mi başlıyor sorusunu gündeme getirmiştir. Zira tek egemenliğe dayalı bir federasyon temelinde müzakere yürüten ve AB perspektifiyle çözüme ulaşmaya çalışan Talat’ın bu projesi Kıbrıs Türk Halkı nazarında kabul görmemiştir.

Egemen iki devletin oluşturacağı bir konfederasyon modelini savunan yeni Cumhurbaşkanının ise tek egemenliğe dayalı federasyon temelinde müzakere yürüten Hristofyas’la ne kadar masada kalabileceğini bekleyip göreceğiz. Kıbrıslı liderler, her iki tarafın kabul edebileceği adil ve kalıcı bir çözüme ulaşmalarının neredeyse imkânsız olduğunun farkındadırlar. O halde müzakerelerin, bir çözüme ulaşmaktan ziyade uluslararası toplumun baskısını hafifletme ve çözümsüzlüğün sorumluluğunu karşı tarafa yükleme saikiyle devam ettirileceğini söylememiz mümkün bulunmaktadır.