KKTC Seçimleri, AİHM ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü

Nejat ÇOĞAL

KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri 18 Nisan’da yapılan ilk turda sonuçlandı. Başbakan Derviş Eroğlu %50.38 oy alarak ilk turda KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ise %42.85 oy alarak seçimi kaybeden taraf oldu. Yapılan anketler Eroğlu’nun seçimi kazanacağını göstermekteydi. Beklenen oldu.

Bu sonuçla Kıbrıs Türk Halkı AB tarafından aldatılmış olduğunu ve Talat-Hristofyas ikilisinin kalıcı bir çözüme ulaşacağına olan inancını kaybettiğini ortaya koymuş oldu. Yani, Kıbrıslı Türkler bu seçimle hem AB’ye ve hem de Cumhurbaşkanı Talat’a mesaj göndermişlerdir. AİHM ve AB Komisyonunun, seçimler arifesinde mülkiyet ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü ile ilgili olarak attığı olumlu adımlar da Talat’ı kurtarmaya yetmemiştir. Talat’ın AB perspektifiyle bir çözüme ulaşma projesi halk nazarında kabul görmemiştir. Kıbrıs Rum tarafında “olumsuz bir gelişme” olarak değerlendirilen bu seçim sonuçlarıyla Kıbrıs Türk Halkı egemenliğine sahip çıktığını bir kez daha ortaya koymuş oldu. Neticede KKTC’de kazanan demokrasi olmuştur. Bu seçim, aynı zamanda Ada’da iki ayrı halk ve iki ayrı devlet ve iki ayrı demokrasinin var olduğunu tüm dünyaya göstermesi hasebiyle de önem arz etmektedir.

Peki şimdi ne olacak? Egemen iki devletin oluşturacağı bir Konfederasyon modelini bu olmadığı takdirde bağımsız KKTC’nin uluslar arası camiada varlığını sürdürmesini savunan Derviş Eroğlu, Talat-Hristofyas arasında iki yıldır yürütülmekte olan ve bir federasyona dayanan kapsamlı çözüm müzakerelerini devam ettireceğini açıklamıştı. Gerek seçimden önce ve gerekse seçildikten hemen sonra yaptığı açıklamalarda masadan kaçan taraf olmayacağını açıklayan Eroğlu, yeni dönemde müzakereleri daha milli nitelikli parametrelerle devam ettirmeye ve Rumların eline yeni bir koz vermemeye gayret gösterecektir. Anavatan Türkiye’nin desteği ve işbirliğiyle müzakereleri devam ettireceğini belirten Eroğlu’nun, tek egemenliğe dayalı bir federasyon temelinde müzakere yürüten Hristofyas’la ne kadar masada kalabileceğini bekleyip göreceğiz. Bu vesileyle, yeni Cumhurbaşkanının Kıbrıs Türk Halkı için hayırlı olmasını diliyoruz.

KKTC seçim sonuçlarının yanı sıra AB kurumlarının son günlerde KKTC ile ilgili olarak aldığı kararlar da Kıbrıs Rum Kesimini ciddi anlamda endişeye sevk etmiş bulunmaktadır. İlk olarak 5 Mart’ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) KKTC’de oluşturulmuş bulunan Taşınmaz Mal komisyonunu bir iç hukuk yolu olarak tanıması, ardından da Avrupa Komisyonunun Doğrudan Ticaret Tüzüğünü yeniden gündeme alarak Avrupa Parlamentosu’dan görüş istemesi, AB Kıbrıs politikasında bir değişikliğe mi gidiyor? sorusunu akla getirmiştir.

Bilindiği gibi, AİHM’in mülkiyet davaları ile ilgili olarak 5 Mart’ta açıkladığı tarihi karar Kıbrıslı Rumların mülkiyet ile ilgili olarak öncelikle KKTC’de 2005 tarihinde kurulan “Taşınmaz Mal Komisyonu’na” başvurmaları gerektiğini hüküm altına almıştır. Rumların mülkiyet konusundaki tezlerini büyük ölçüde mesnetsiz bırakan bu kararla, ilk defa KKTC’de oluşturulan bir hukuk sistemi “etkin bir iç hukuk yolu” olarak tanınmış oldu. KKTC’nin tanınması yönünde ciddi bir adım olarak görülebilecek bu gelişme ile AİHM önünde bekleyen 1100 civarında mülkiyet davası da KKTC’deki Taşınmaz Mal Komisyonu’na yönlendirilecektir.

1974’ten bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden birisi olarak değerlendirilen bu karardan kısa bir süre sonra AP’nin, Kuzey Kıbrıs ile AB üyeleri arasında doğrudan ticaret yapılabilmesine imkân veren Tüzüğü onaylamak üzere görüşmeye başlaması, Kıbrıs Türkleri için çok olumlu bir gelişmedir. KKTC’nin AB nezdinde konumunun yükseltilmesi anlamına gelecek böylesi bir gelişme aynı zamanda Kıbrıs Türkleri üzerindeki haksız ambargoların kaldırılması bakımından da önem arz etmektedir. Belki de Brüksel, bu şekilde 2004 yılında Annan Planına “evet” demesine rağmen dışlanan Kıbrıslı Türklere vermiş olduğu sözleri tutmamış olmanın verdiği mahcubiyeti bir nebze de olsa gidermek istemektedirler. Ne var ki Kıbrıs Türk Halkı 18 Nisan’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde AB’ye olan kırgınlığını göstermiş ve AB perspektifinde bir çözüme olan inancını yitirdiğini ortaya koymuştur.

Bilindiği üzere, Kıbrıs Türk Toplumuyla Doğrudan Ticaret Tüzüğü, Annan Planı’nın Ada’nın her iki kesiminde ayrı ayrı referanduma sunulmasından iki gün sonra 26 Nisan 2004 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından onaylanmış fakat Rumların baskısıyla bloke edilmişti. 6 yıl aradan sonra AB Komisyonu Tüzüğü yeniden gündemine almış ve AP’den görüş istemiş bulunmaktadır.

Peki 6 yıldır aradan sonra Tüzüğün tekrar gündeme alınması Rumları neden bu kadar paniğe sevk etmiştir? Çünkü, Rumların Tüzüğü bu defa engelleme şansları çok zayıftır ve Komisyonun niyeti de bu Tüzüğü biran önce uygulamaya sokmaktır. Bilindiği gibi, 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması, Rumların veto haklarını ellerinden almış bulunmaktadır. Zira, ticaret anlaşmalarının yürürlüğe girmesi için artık oybirliği değil, AP’de çoğunluğun ve AB Konseyinde nitelikli çoğunluğun onayını alması yeterli bulunmaktadır. İşte Rumlar, en büyük kozları olan veto hakkının ellerinden alınmış olması nedeniyle paniklemiş durumdadırlar.

Kıbrıslı Rumlar, AB’nin Doğruda Ticaret Tüzüğünü gündemine almasının, Ada’da Liderler arasında devam etmekte olan müzakere sürecini olumsuz yönde etkileyeceğini ve çözümsüzlüğü teşvik edeceğini iddia etmektedirler. Kıbrıs'ta durumun Türk tarafının lehine doğru geliştiğini gören Rumlar, Avrupa Birliği'nden mülkiyet ve ticaret tüzüğü konusunda gelen mesajları görmezden gelmeleri halinde Kuzey Kıbrıs’ın devlet olarak tanınmasa bile Tayvan gibi hukuki varlık kazanabileceğini iddia etmektedirler. AB’nin KKTC ile ilişkilerini normalleştirme yönünde atmış olduğu bu adımlar, Rumların Birlik içindeki etkinliklerinin zayıfladığını ve şantajlarının artık diğer AB üyesi ülkeler tarafından fazla ciddiye alınmadığını göstermektedir.

Öte yandan, gerek AİHM kararı ve gerekse Doğrudan Ticaret tüzüğünün gündeme alınması Türk tarafınca son derece olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Zira, AİHM kararı kısmen de olsa KKTC’nin hukuken tanınması yönünde atılmış bir adımdır ve ambargoların kaldırılması da KKTC ekonomisinin kalkınmasına yardımcı olacaktır. Bu gelişmeler ayrıca, Kıbrıs Türk Halkının AB’ye olan bakış açısını da değiştirecek ve Birliğe olan güven artacaktır.

Brüksel, bu açılımlarla kuşkusuz Kıbrıslı Liderlere ve özellikle de Hristofyas’a, kapsamlı çözüm müzakerelerini yapıcı bir şekilde yürütmeleri ve bir an önce kalıcı bir anlaşmaya varmaları konusunda bir nevi uyarı yapmıştır. Özellikle herhangi bir takvimlendirmeyi kabul etmeyen Hristofyas’a, süreci daha fazla geciktirmesi halinde KKTC’yi muhatap kabul edeceği şeklinde bir mesaj verilmektedir. KKTC Cumhurbaşkanı Talat’a verilen mesaj ise, daha tavizkar olması ve Kıbrıs’ta AB değerlerine ve ilkelerine dayalı bir çözüme yanaşması şeklindedir.

Şüphesiz burada, AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye’ye de önemli mesajlar verilmektedir. Türkiye’nin AB süreci Kıbrıs nedeniyle neredeyse durma noktasına gelmiştir. Doğrudan Ticaret Tüzüğünün onaylanması halinde Türkiye’den limanlarını Rum gemi ve uçaklarına derhal açması beklenecektir. Yani, Ankara Anlaşmasına Ek protokolün Kıbrıs Rum Kesimini de kapsayacak şekilde uygulanması. Bu, Türkiye’nin 2006 yılında ileri sürdüğü “Tüm kısıtlamaların Ada’nın her iki kesiminde eş zamanlı olarak kaldırılması” teklifine yakın bir gelişme olacaktır. Ancak Türkiye, limanların açılması karşılığında, 2006’da Kıbrıs nedeniyle askıya alınan 8 müzakere faslının serbest bırakılmasını ve açılan fasıllar üzerindeki kısıtlamaların da kaldırılmasını isteyecektir ki Rumlar buna da karşı çıkacaklardır.

İşte Rum tarafı, böyle bir gelişmeye meydan vermemek için yeni bir senaryo üzerinde çalışmakta ve Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu ve AB Konseyi nezdinde yoğun bir kulis çalışması içine girmiş bulunmaktadır. Buna göre Rumlar, Doğrudan Ticaret Tüzüğünün onaylanmasına karşılık olarak kapalı Maraş Bölgesinin kendilerine verilmesini isteyecekler. Türk tarafının böylesi bir teklifi kabul etmeyeceği aşikârdır fakat AB’nin de bu şantaja boyun eğip eğmeyeceğini bekleyip göreceğiz.

Görünen o ki Brüksel, yıllardır hep bir ağızdan koro gibi seslendirilen limanların Rum gemi ve uçaklarına açılması problemini gündemine almış bulunmaktadır. Bilindiği gibi, bu yılsonunda düzenlenecek AB Zirvesinde bu konu değerlendirilecek ve Türkiye-AB müzakere sürecinin akıbeti hakkında ciddi kararlar alınması söz konusu olabilecektir. Eğer, AB limanlar problemini çözmek istiyorsa yapıcı adımlar atmaya devam etmelidir. Mesela, Kıbrıs Türk Halkının egemenliğini tanıma, siyasi ve ekonomik ambargoları tümüyle kaldırma, Türkiye’nin Ada üzerindeki uluslar arası anlaşmalardan kaynaklanan hak ve yükümlülüklerine saygı gösterme anlamında yeni adımlar atmalıdır.

Netice itibariyle, KKTC’de bir defa daha demokrasi kazanmış ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri başarıyla sonuçlandırılmıştır. Avrupa Birliği’nin son günlerdeki Kıbrıs açılımlarının ise Kıbrıs Türk Halkını ikna etmeye yeterli olmadığı, bu seçimlerle ortaya çıkmıştır. O halde, Brüksel’in, Kıbrıs Türkleri nazarındaki olumsuz imajını düzeltebilmek için daha radikal adımlar atması gerekmektedir. Elbette ki Kıbrıs Türk Halkı üzerindeki ekonomik ambargoların kaldırılması önemli bir gelişme olacaktır. Ancak bu yeterli değildir. Kıbrıs nedeniyle askıya alınan 8 müzakere faslının da derhal serbest bırakılması son derece yararlı olacaktır.

Kıbrıs meselesinin AB’nin kuruluş ilkelerine göre çözülemeyeceğinin artık anlaşılması gerekmektedir. Kıbrıs Rum Kesimini sorunlu bir şekilde bünyesine alan AB, bu yanlışının faturasını Türkiye’ye çıkarmaya çalışmaktadır ki bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Zira, Türkiye’nin AB uğruna Kıbrıs’tan vazgeçmesi düşünülemez. AB’nin Kıbrıs melesine Rumların perspektifinden bakmayı bırakarak Ada’da iki ayrı halk, iki ayrı devlet ve iki ayrı demokrasi olduğunu kabul etmesi halinde hem Ada’da kalıcı bir çözüme ulaşılması mümkün olabilecek ve hem de Kıbrıs, Türkiye-AB sürecinin önünde engel olmaktan çıkacaktır.