Güle Güle Sarkozy
Geçtiğimiz günlerde Fransa’da yapılan Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinde %48 oy alarak seçimi kaybeden Sarkozy, koltuğu %52 oy alan Sosyalist François Hollande’a devretmek zorunda kalmıştır. Bu sonuç, Fransa ve AB kamuoylarında olduğu kadar Türk kamuoyunda da ciddi yankı uyandıracağa benzemektedir. Zira, göreve geldiği günden itibaren genelde İslam, özelde ise Türk düşmanlığı yapan Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, nihayet siyaset sahnesinden silinmiş bulunmaktadır.
Esasen, Sarkozy daha göreve gelmeden evvel yani 2007 seçimlerinde Türkiye’nin AB üyelik sürecini istismar etmiş ve bu konuyu iç siyaset malzemesi yapmıştı. Her fırsatta “Siz Avrupalı değilsiniz” diyerek Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan ve bu zeminde siyaset yapan Sarkozy’nin oyunu bu defa tutmamış ve 2012 seçimlerinde bu çirkin siyaset, Fransız kamuoyunun onayını alamamıştır. Kuşkusuz, Sarkozy’nin seçimi kaybetmesinin başlıca nedeni AB’de baş gösteren ve gittikçe de yayılma eğilimi gösteren mali kriz olmuştur. Ne var ki bu defa Türk düşmanlığı onu kurtarmaya yetmemiştir.
AB’de Merkozy Dönemi’nin sonunu getiren bu olay, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından da bir dönüm noktası olabilir. Bilindiği gibi AB’nin iki lokomotif ülkesinin Liderleri olan Sarkozy-Merkel ikilisi, Türkiye’nin AB katılım sürecini engellemek adına çok sayıda senaryoyu gündeme getirmişlerdi. Biz, yakından takip ettiğimiz bu olumsuz girişimleri kaleme almaktan artık bıkkınlık duymaya başlamıştık. Yeni Cumhurbaşkanı Hollande ile Türkiye-AB katılım sürecinin işleyişi nasıl olacak bunu bekleyip hep birlikte göreceğiz. Ancak, Hollande’ın genel olarak Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olmadığı, ancak koşulları yerine getirdiğinde üye olabileceği şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım sergilediğini biliyoruz. Bu da en azından durma noktasına gelen sürecin ivme kazanabileceği yönündeki umutları artırmaktadır.
Bu noktada, Sarkozy’nin Türk düşmanlığı ve Türkiye’nin AB üyeliğini engelleme adına ortaya attığı başlıca projelerden kısaca bahsetmekte yarar bulunmaktadır;
Fransız Liderin göreve gelir gelmez ilk icraatı, tam üyeliği hedefliyor diyerek 5 müzakere başlığının açılmasına karşı veto kararı almış olmasıdır. Daha önce Kıbrıs nedeniyle 8 müzakere faslının askıya alındığını dikkate aldığımızda, Sarkozy’nin katılım sürecini sabote etme anlamında ciddi bir adım atmış olduğunu söyleyebiliriz. Burada asıl üzerinde durulması gereken husus Fransa’nın içine düştüğü çelişkili durumdur. Yani, siz hem tam üyelik için müzakere başlatacaksınız hem de bu müzakere başlıkları tam üyeliği hedefliyor diyerek veto edeceksiniz. Bu, tamamıyla gayri samimi bir davranış şeklidir.
AB’nin 2007 Aralık Zirvesi Sonuç Bildirgesinde Türkiye’ye yönelik “katılım” ve “üyelik” ifadelerinin yer almamasını ısrarla isteyen Fransa, bu çabasında başarılı olmuş ve böylece Türkiye’ye karşı ayrımcılığa ve ırkçılığa varacak tavırlarına bir yenisini daha eklemişti. Sarkozy bu tavrını, daha sonra yapılan tüm AB liderler Zirvesinde de sergilemiştir.
Sarkozy’nin bir diğer icraatı ise, tam üyeliğe alternatif olarak Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ileri sürdüğü ve ne olduğu belirsiz “imtiyazlı ortaklık” önerisinin sıkı takipçisi olmasıdır. Bu anlamda Fransız Lider Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine alternatif olabilecek projeler üretmeye başlamış ve nihayet “Akdeniz İçin Birlik” projesini gündeme getirerek ve Merkeli’de ikna ederek bu yolda kendince önemli bir mesafe katetmiştir. Zira, üye yapmayı düşünmediği komşu ülkeleri “en güçlü bağlarla Avrupa yapılarına tam olarak demirlemek” niyetinde olan AB, bu sayede hem kendisine bir güvenlik halkası tesis etme ve hem de bu ülkelerin üyeliğine alternatifler oluşturma hayaline kapılmıştır. Bu yüzden, bu proje Merkel tarafından destek görmüştür. Fakat Türkiye’nin ciddi tepkilerine yol açan Fransız liderin bu senaryosu da tutmamış ve Akdeniz İçin Birlik Projesi ölü doğmuştur.
2008 yılında, Beşinci Cumhuriyet KurumlarındaModernleşme adı verilen Anayasa değişiklikleri ile, “AB’nin toplam nüfusunun % 5 inden fazla nüfusa sahip ülkelerin AB üyeliği için referandumun otomatik olarak yapılmasını zorunlu kılacak” tarzda bir düzenlemeye gidilmiştir. Oysa Fransız Parlamenterler de pekâlâ bilmektedirler ki yaklaşık 500 milyon olan AB nüfusunun yüzde beşine tekabül eden 25 milyondan daha fazla nüfusa sahip tek aday ülke Türkiye’dir. Başta Sarkozy olmak üzere iktidardaki Halk Hareketi İçin Birlik Partisi(UMP) Milletvekillerinin baskısı ve harcanan yoğun mesainin ardından keşfedilen bu yeni formül ile Paris, AB’nin genişleme sürecinin, “Türkiye hariç” olmak üzere devam etmesinin önünü açabilmeyi hedeflemiştir. Zira bu anayasa değişikliği ile pratikte, diğer aday ülkeler Hırvatistan ve Makedonya için parlamento onayı yeterli olabilecek iken, Türkiye için referanduma gidilmesi zorunlu hale getirilmiştir. Zaten, Türkiye ile aynı tarihte müzakerelere başlayan Hırvatistan’ın Katılım Anlaşması imzalanmış olup, 1 Temmuz 2013 tarihi itibariyle üyeliği kesinleşmiş bulunmaktadır.
Türkiye’nin tüm uyarılarına rağmen sözde ‘Ermeni Soykırımını’ inkâr edenleri cezalandırmaya yönelik kanun tasarısının Senatodan geçirilmesi, Sarkozy’nin Türkiye’ye karşı yürüttüğü kampanyanın son halkasını teşkil etmiştir. Kamuoyunda “İnkâr Yasası” olarak bilinen ve Avrupa’nın hamiliğini yaptığı düşünce ve vicdan özgürlüğü gibi insan hak ve hürriyetlerine tamamen ters düşen böylesi bir girişim, Sarkozy sayesinde Avrupa’nın merkezî bir ülkesi Fransa’da vücut bulabilmiştir. Sarkozy’nin, evrensel değerleri ayaklar altına alan bu girişimi şimdilik, Fransız Anayasa Konseyi’nin engeline takılmış bulunmaktadır. Ancak, bu Kanun Teklifinin Yeni Cumhurbaşkanı tarafından tekrar gündeme getirilmesi kuvvetle muhtemeldir.
Netice itibariyle, başından beri “bütün kriterleri yerine getirse bile, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkacağını” söyleyerek Türkiye ile AB ve Fransa arasında suni krizlere yol açan Sarkozy’nin siyaset sahnesinden silinmiş olması, Türkiye-AB/Fransa ilişkileri açısından olumlu bir gelişmedir. Ayrıca, Sarkozy’nin gitmesiyle birlikte AB siyasetçileri üzerindeki baskının da önemli ölçüde kalkmış olduğunu söyleyebiliriz. Mesela, seçimlerin hemen ardından Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz’den gelen ve özellikle de Almanya ve Fransa’yı eleştiren “Türkiye’ye karşı dürüst davranmalıyız” şeklindeki çıkış, bu rahatlamaya bir işaret sayılabilir.
Türkiye’nin bu yeni dönemi fırsat bilerek, yeni Fransız Cumhurbaşkanı Hollande ile yakın bir diyalog geliştirmesi ve her iki ülkenin menfaatlerinin sıkı işbirliğinden geçtiği noktasında bir mutakabata varılması büyük önem arzetmektedir. Bu sayede, Sarkozy’nin Türkiye-AB/Fransa ilişkilerine verdiği ağır hasarlar kısa sürede onarılabilecek ve Türkiye’nin durma noktasına gelen AB katılım süreci de yeni bir ivme kazanabilecektir.