Gümrük Birliği Yolun Sonu Mu?
Geçtiğimiz günlerde, ABD ile AB arasında Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmasına yönelik müzakerelerin başlaması, Türkiye’nin Gümrük Birliği uygulamaları konusundaki endişelerini had safhaya çıkarmış bulunmaktadır. Zira Türkiye, kendisini doğrudan ilgilendirecek böyle bir anlaşmanın dışında bırakılmaktadır ki bu durum Ülkemizin dış ticaretine yeni bir darbe vurmak anlamına gelmektedir.
Esasen sorun, Türkiye’nin tam üye olmadan önce AB ile gümrük birliği ilişkisine girmesinden kaynaklanmaktadır. Tam üyeliğe giden yolun başlangıcı olarak kabul edilen ve geçici bir dönem olarak başlatılan bu sürecin gereğinden fazla uzamasıyla bu mesele daha da derinleşmiştir. Bu noktada, AB’nin gümrük birliği ile neyi hedeflediği konusunda soru işaretleri gündeme gelmektedir. Acaba Avrupa Birliği, Türkiye’yi ilelebet gümrük birliği aşamasında mı tutmak istemektedir? Yoksa gerçekten de tam üyeliği mi amaçlamaktadır? Yani yolun sonu gümrük birliği mi yoksa tam üyelik midir? Yazımızda özellikle bu sorunun cevabını aramaya çalışacağız.
Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dünyada globalleşme eğilimleri baş göstermiş, ülkelerarası ticaretin önündeki engellerin kaldırılarak serbestleştirilmesi ve ticaretin artırılması yönünde girişimler başlatılmıştır. Bu kapsamda, 1947 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) tesis edilmiş, 1951 yılında altı Batı Avrupa ülkesi Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran Paris Anlaşmasını imzalamış, 1957 yılında, yine altı (Altılar) Batı Avrupa ülkesi tarafından Roma’da imzalanan Anlaşmalar ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulmuştur. Günümüzde ise, Avrupa Birliği adını alan Topluluk, 27 üyeli 500 milyon nüfuslu küresel bir güç olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye ise, Avrupa’da meydana gelen değişikliklere karşı kayıtsız kalmamış, Avrupa’nın ekonomik bütünleşme sürecine dâhil olma iradesini, 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye üyelik başvurusunda bulunmak suretiyle ortaya koymuştur. Topluluk ile Türkiye arasında cereyan eden müzakerelerin ardından, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanıp 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile Türkiye-AET arasında ortak üyelikilişkisi başlamıştır. Uzun dönemde, Türkiye’nin Topluluğa tam üye olmasının hedeflendiği Ankara Anlaşması, bu amaca ulaşmak için üç dönem öngörmüştür. Bunlar, Hazırlık Dönemi (1.12.1964-31.12.1972), Geçiş Dönemi (1.1.1973-31.12.1995) ve 1.1.1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile başlayan ve halen devam eden Son Dönem’dir.
Hazırlık Döneminde Türkiye, geçiş dönemi ve son dönem boyunca kendisine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmesi için, Topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirecekti. 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol ile başlayan geçiş döneminde ise, Türkiye-AET arasında kurulacak bir gümrük birliğinin aşamalı olarak tesis edilmesi hedeflenmişti. Türkiye, 14 Nisan 1987’de AT’ye tam üye olmak için başvuruda bulunmuş, Avrupa Konseyi bu başvuruyu Aralık 1989 tarihinde reddetmişti. Türkiye-AB arasında cereyan eden zorlu müzakereler neticesinde, 6 Mart 1995 tarihli, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı alınarak, Türkiye-AB Gümrük Birliği, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmişti.
Ne var ki, tam üyelik yolunda atılan bu son adım, gereğinden fazla uzamış ve geçici bir dönem olacağı öngörülerek çıkılan bu yolun tam üyelik hedefine varıp varmayacağı konusundaki şüpheleri de beraberinde getirmiştir. Fakat nihai hedefin tam üyelik olduğu unutulmamalıdır. Türkiye AB sürecinde üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getirmiştir. Bu kapsamda, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem olan gümrük birliği sürecini başarıyla tamamlamış ve nihayet 3 Ekim 2005 tarihinde başlayan tam üyelik müzakere sürecini de devam ettirmeye çalışmaktadır.
Halen Kıbrıs nedeniyle veya tam üyeliği hedeflediği gerekçesiyle, toplam 35 faslın 18 tanesi askıya alınmış durumdadır. Açılan başlık sayısı ise 13’dür. Bu durumda Türkiye müzakereleri nasıl devam ettirebilecektir? Siz, hem tam üyelik hedefiyle müzakere başlatacaksınız, hem de tam üyeliği hedefliyor diye bazı fasıl başlıklarını veto edeceksiniz. Brüksel’in öncelikle bu çelişkili durumdan kendini kurtarması gerekmektedir. Kaldı ki 1959 yılında ortaklık ilişkisiyle başlayan, zamanla genişleyerek, gümrük birliği ile derinlik kazanan ve nihayet tam üyelik katılım süreciyle birlikte ekonomik boyutun ötesine geçip, siyasi ve toplumsal bir boyuta ulaşan Türkiye-AB ilişkilerinin sağlam bir hukuki zemine oturtulduğunun da unutulmaması gerekmektedir.
Kuşkusuz Türkiye, Avrupa Topluluklarına doğrudan tam üyelik başvurusu yapabilirdi. Ancak, bunun yerine bir ortaklık ilişkisiyle Avrupa bütünleşme sürecine girmeyi tercih etmiş, AT üyesi ülkeler ile arasındaki ekonomik, sosyal ve siyasal farkı bu ortaklık sürecinde gidererek kapatmayı hedeflemiştir. Özellikle 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye resmen adaylık statüsü verilmesinin ardından, 2000’li yıllarda ülkemizde yaşanan demokratikleşme hareketleri ve sağlanan ekonomik istikrarla ve gümrük birliğinin de yardımıyla bu fark önemli ölçüde giderilmiş ve Türkiye Kopenhag kriterlerini büyük ölçüde karşılamayı başarabilmiştir.
Geldiğimiz noktada AB Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı, Türkiye ise, AB’nin 5’inci büyük pazarı ve 6’ncı en büyük ticaret ortağı olarak karşımızda durmaktadır. Ayrıca Türkiye-AB arasındaki ticaret hacmi 2012 yılı itibariyle 147 Milyar Dolara ulaşmış; Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının %75’i AB üyesi ülkelerden gelmiştir. Türkiye, müktesebat uyum çalışmalarında da ileri bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Ne var ki tam üyeliğe giden yolda son ve geçici bir dönem olması gereken gümrük birliği sürecinin bu şekilde uzayıp gitmesi Türkiye’yi rahatsız etmeye başlamıştır. Zira ilk dönemlerde elde edilen avantajlar süreç uzadıkça dezavantaja dönüşmektedir.
Mesela, AB’nin üçüncü ülkelerle tek taraflı olarak yaptığı serbest ticaret anlaşmaları Türkiye’yi açık bir pazar haline getirmekte ve haksız rekabete yol açmaktadır. Avrupa Birliği, üçüncü ülkelerle yaptığı STA’lara, tam üye olmadığı gerekçesiyle Türkiye’yi dâhil etmemekte, bu durum ise 3. Ülkelerin AB’ye tanıdığı imtiyazlardan Türkiye’yi yoksun bırakmaktadır. Üstelik Türkiye, bu ülkelere karşı AB’nin ortak gümrük tarifesini de uygulamak zorunda bırakılmaktadır. Türkiye, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkelere sanayide yüzde 4.2 gümrük vergisi uygularken, onlar Türkiye’ye yüzde 40-50 oranlarında vergi uygulamaktadırlar.
Bu bakımdan, AB’nin Güney Kore ile tek taraflı yaptığı STA’nın olumsuz etkilerini bertaraf etmek için yoğun çaba sarf eden Türkiye, uzun görüşmelerin ardından nihayet Türkiye-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşmasını bu ülkeye imzalatmayı başarmış ve Anlaşma, 1 Mayıs 2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ne var ki bu defa Türkiye, en büyük ticaret ortaklarından ABD ile aynı sorunu yaşaması muhtemel hale gelmiştir ki bu da bardağı taşıran son damla olmuştur.
Zira Türkiye, “Gümrük Birliğinden çıkma” seçeneğini bile sorgular hale gelmiştir. Bu meyanda, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın “Avrupa Birliği’ne diyoruz ki, madem böyle bir sistem var ve biz bundan mağduruz. Ya Gümrük Birliği’ni revize edelim, vizeyi kaldırın, ürünlerimize kotayı kaldırın, 3. ülkelerle serbest ticaret anlaşması yaparken ‘Türkiye de taraftır’ deyin ya da Gümrük Birliği’nden çıkalım, bizimle de serbest ticaret anlaşması yapın.” şeklindeki açıklaması, Türkiye’nin duyduğu rahatsızlığı açıkça ortaya koymuştur.
Netice itibariyle AB, Türkiye’nin tam üyelik sürecinin önündeki siyasi engelleri derhal ortadan kaldırmalı ve bu “uzun ince yolu” gümrük birliği ile sonlandırma hayalinden vazgeçmelidir. Ayrıca haksız rekabete yol açan, “Türk işadamlarına yönelik vize uygulaması ve taşıma araçlarına getirilen kotalar” gibi teknik engellerin de derhal ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Birliğin karar alma mekanizmalarının dışında bırakılarak, ekonomik açıdan edilgen bir konumda tutulmaya çalışılan Türkiye için yolun sonu gümrük birliği değil, tam üyeliktir. Dolayısıyla bu geçici ve teknik sürecin daha fazla uzatılmadan tam üyelikle sonuçlandırılması elzemdir. Eğer gümrük birliği sürecini Türkiye’nin AB yolunda varabileceği son aşama olarak betonlaştırmak hedefleniyorsa, o zaman Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın “gümrük birliğinden çıkıp AB ile STA imzalayalım” önerisinin ivedilikle değerlendirmeye alınması gerekmektedir. Her halükarda Brüksel’in, Avrupa Komisyonu’nun Enerjiden Sorumlu Üyesi Alman Günther Oettinger’in şu tespitini dikkate almasında yarar bulunmaktadır: “Önümüzdeki 10 yıl içinde Alman ve Fransız Başbakanlar… gittikleri Ankara’da Türkiye’nin AB’ye üye olması için yalvaracaklar.”