AB’nin Türkiye Raporu ve Kıbrıs
Avrupa Birliği’nin 16. Türkiye İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu tarafından açıklandı. Ekim 2012 - Eylül 2013 dönemini kapsayan ilerleme raporunun açıklanmasının Kurban Bayramına denk getirilmesi manidar görülse de raporun genel olarak olumlu karşılandığını söyleyebiliriz. Zira Raporda Türkiye-AB müzakere sürecini zora sokacak bir dil kullanmamaya özen gösterilmekte ve hükümetin AB reformları (demokratikleşme paketi ve yargı reformları) çerçevesinde attığı adımlardan övgüyle bahsedilmektedir. İlerleme Raporu ayrıca, 3.5 yıl aradan sonra Türkiye ile yeni bir faslın (22. Fasıl) açılması için olumlu görüş vermesi bakımından da önem arzetmektdir.
Bilindiği gibi “bölgesel politika ve yapısal fonların koordinasyonu” başlıklı 22. Faslın açılması Almanya’nın itirazı üzerine 25 Haziran’da karara bağlanamamış ve AB’li Liderler bu faslın açılması kararını İlerleme Raporu sonrasına bırakmışlardı. AB Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporunu açıklamasının hemen ardından, 22 Ekim de toplanan AB Genel İşler Konseyi, 22. başlık ile ilgili Hükümetler Arası Konferans’ın (HAK) 5 Kasım’da toplanmasını kararlaştırdı. Böylece yaklaşık 3 yıldır adeta dondurulmuş bulunan Türkiye-AB müzakere süreci yeni bir ivme kazanmış oldu. Bir aksilik olmazsa, 5 Kasım itibariyle açılan başlık sayısı 14’e yükselmiş bulunacaktır.
Kuşkusuz, müzakere sürecinin yavaşlamasına yol açan en büyük sebeplerden bir tanesi Kıbrıs meselesidir. Çünkü AB, uluslar arası hukuka aykırı bir şekilde bünyesine aldığı GKRY’nin haksız taleplerine boyun eğmeye devam etmekte ve bu meseleyi Türkiye aleyhine çözme hususunda ısrarını sürdürmektedir. Zira sırf Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile ilişkilerini normalleştirmediği bahanesiyle 14 fasıl askıya alınmış durumdadır. Bugün için önü açılan sürecin yarın Kıbrıs nedeniyle tekrar tıkanacağı ise muhakkaktır.
Şimdi, Türkiye- AB katılım sürecine canlılık kazandıran bu ilerleme raporunu, Kıbrıs meselesi açısından kısaca değerlendirelim:
Öncelikle, diğer raporlarda da belirtildiği gibi Türkiye’nin Kıbrıs sorununa, BM Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde, iki toplumun liderleri arasında adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulmayı amaçlayan müzakerelere açık desteğini ifade etmeye devam ettiği vurgulanmıştır.
Ancak, Kıbrıs konusunda daha önceki raporlarda yer alan ifadeleri tekrarlayan Komisyon, bu raporda Türkiye’nin GKRY’nin “Münhasır Ekonomik Bölge” içerisinde hidrokarbon arama haklarını tehdit etmeye devam ettiğini özellikle vurgulamak suretiyle, Rumların bu konudaki tavırlarını açıkça desteklemekte ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesinden bahsetmektedir. Konuyla ilgili olarak Raporda şu ifadeler yer almıştır. “… Ancak, Türkiye, GKRY’nin tüm Kıbrıslıların menfaatine Münhasır Ekonomik Bölge içerisinde hidrokarbon arama haklarını tehdit eden açıklamalar yapmayı sürdürmüş ve GKRY tarafından lisans verilen bir AB şirketi aleyhine misilleme tedbirleri ilan etmiştir. AB, üye devletlerin, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi dâhil, uluslararası hukuka ve AB müktesebatına uygun olarak, diğerleri yanında, ikili anlaşmalar yapma, doğal kaynaklar ile ilgili arama yapma ve bunlardan yararlanmayı da kapsayan egemenlik hakları olduğunu vurgulamıştır.”
Ayrıca raporda, Müzakere Çerçeve Belgesi ve Konsey Deklarasyonlarına atıfta bulunularak, Kıbrıs meselesinin çözümü konusunda BM Güvenlik Konseyi kararları ve özellikle de AB’nin kuruluş ilkelerine uygun bir çözüm bulunması konusunda Türkiye’nin somut bir taahhüdü talep edilmektedir. Kıbrıs’ta çözümün AB’nin değerlerine uygun olması gerektiği yönündeki ifadelerin ne anlama geldiği ise aşikârdır.
Öte yandan,mezkur raporda, “Türkiye’nin, Konsey ve Komisyonun mükerrer çağrılarına rağmen, Avrupa Topluluğu ve Topluluğa üye devletler tarafından 21 Eylül 2005 tarihinde yapılan deklarasyonda ve Aralık 2006 ile Aralık 2010 tarihli olanlar da dâhil, Zirve sonuçlarında belirtilen yükümlülüklerini hâlâ yerine getirmediği,… GKRY ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda ilerleme kaydedilmediği.” ifade edilmektedir.
Bilindiği gibi AB Konseyi, Aralık 2006 Zirvesinde, Türkiye’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” yönelik kısıtlamaları ile bağlantılı sekiz fasılda müzakerelerin açılmayacağına ve Ortaklık Anlaşmasına Ek Protokolün Türkiye tarafından tamamen uygulandığı Komisyonca teyit edilinceye dek hiçbir faslın geçici olarak kapatılmayacağına karar vermişti. AB Komisyonu’nun 21 Eylül 2005 tarihli “karşı deklarasyonunda da “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin bir AB üyesi olduğu ve tüm AB üye ülkelerinin tanınması gerektiği” vurgulanmıştı. AB Konseyi’nin Aralık 2010 tarihli toplantısında ise AB’li Liderler, Türkiye’nin GKRY ile ilişkilerini normalleştirmesi yönündeki çağrılarını tekrarlamışlardır. Ayrıca Raporda, Türkiye’nin GKRY’nin muhtelif uluslararası örgütlere üyeliğine ilişkin vetosunu kaldırmadığı da ifade edilmektedir.
Netice itibariyle, AB’nin 2013 Türkiye İlerleme Raporunun, tıpkı daha öncekiler gibi hem olumlu ve hem de olumsuz ifadeler içerdiğini söyleyebiliriz. Yeni bir faslın açılmasına yeşil ışık yakmak suretiyle, son yıllarda adeta durma noktasına gelen Türkiye-AB katılım müzakere sürecine yeni bir ivme kazandırması ve müzakere sürecini zora sokacak ifadelerden kaçınarak Türkiye’deki reformlardan övgüyle bahsetmesi, mezkûr raporun genel olarak olumlu karşılanmasını sağlamıştır. Buna karşın, Kıbrıs meselesinin hâlâ Türkiye’nin AB katılım sürecinin önündeki yegâne engel olduğu konusunda ısrar edilmesi ve bu konuda Türkiye üzerinde baskı kurulmaya çalışılmasını ise bahse konu raporun en olumsuz taraflarından birisi olarak gösterebiliriz. Her halükarda, AB Komisyonu’nun 1998 yılından bu yana her yıl düzenlediği Türkiye İlerleme Raporlarının sonuncusu olan bu Rapor, Türkiye’ye verilmiş bir karne olarak görülmemeli ve fakat ikili ilişkilerin son bir yıllık fotoğrafını çeken ve durma noktasına gelmiş bulunan katılım sürecine yeni bir ivme kazandıran önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.