Kıbrıs Türk Barış Harekâtı 40 Yaşında
Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’nın 40. Yıldönümü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde törenlerle kutlanıyor. Bilindiği gibi, 20 Temmuz 1974 tarihli Barış Harekâtı ile Ada’nın tümüyle Helenleştirilmesine ramak kala Yunan Cuntası devrilmiş, Kıbrıslı Türkler Rum mezaliminden kurtarılmış ve Kıbrıs Türk Halkı o tarihten itibaren kalıcı bir barış ve huzur ortamında yaşamaya başlamıştır. Kıbrıs’ta 40 yıldır süregelen barış ve huzur ortamının sonsuza dek sürmesi dileklerimizle yazımıza başlayalım.
Bilindiği gibi, Türkiye’nin Londra ve Zürih Anlaşmalarına dayanarak yaptığı 1974 Kıbrıs Harekâtı, gerek Ada’ya ve gerekse Doğu Akdeniz’e barış getiren, stratejik bir adım olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki o dönemde Kıbrıslı Türkler bir varlık-yokluk yani ölüm-kalım mücadelesi içinde idi. Zira, 1963-1974 yılları arasında, Rumların acımasızca yürüttüğü, Türkleri Ada’dan kovma ve etkisiz hale getirme şeklinde özetleyebileceğimiz tedhiş politikası sonucunda, Kıbrıslı Türkler, Ada’nın %3’ü kadarlık bir kısmına sıkıştırılmış ve adeta yok olma noktasına getirilmişti. İşte, Yunan Cuntası’nın Kıbrıs’ta enosis’i gerçekleştirme ve kuşatma altına aldıkları Kıbrıslı Türkleri yok etme aşamasına geldikleri bir sırada, Türkiye’nin, Garanti Anlaşmasından kaynaklanan yetkisini kullanarak düzenlediği Kıbrıs Türk Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk Toplumunu, adeta uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır.
Kıbrıs Türk Toplumunu korumak ve Ada’da anayasal düzeni yeniden sağlamak amacıyla gerçekleştirilen Barış Harekâtı, aynı zamanda darbeci Sampson hükümetini ve onun destekçisi Yunan Cuntası’nı devirmiş, böylece Yunanistan halkına da demokrasiyi hediye etmiştir. Zaten Rumların zorlamalarıyla birbirinden Kuzey ve Güney olarak fiilen ayrılmış bulunan her iki toplum, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından doğal olarak sınırlarını da belirginleştirmişlerdir. Kıbrıslı Türkler, zaten yoğun olarak yaşadıkları kuzey bölgelerinde, Türkiye’nin de garantörlüğü ve desteğiyle huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşamaya başlamışlardır.
Sırf Enosis’in kim tarafından ve hangi yöntemle gerçekleştirileceği konusundaki anlaşmazlıkları yüzünden Rumlar ve Yunanlıların aynı zamanda birbirlerini de katlettikleri bir dönemde gerçekleştirilen Türk Barış Harekâtı, esasen Rumlara da barışı getirmiştir. Nitekim, Peder Papasastos isimli bir Rum’un, “Söylemesi çok zor ama, Türk müdahalesinin, acımasızca birbirimizi öldürdüğümüz savaştan bizi koruduğu da bir gerçektir. Onlar (Sampson Rejimi) Makarios taraftarı olanların listesini hazırlamış olup hepsini öldüreceklerdi.” şeklindeki itirafı, enosis hayalperestlerinin o zamanki durumunu göstermesi bakımından anlamlıdır. Öyle ki, Rumların Cumhurbaşkanı Makarios bile son anda Ada’dan kaçarak, Yunan Cuntasından canını zor kurtarmıştır.
Yunan Cuntası’nın Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği darbenin ardından Ada’dan kaçan Makarios, soluğu New York’da almış, 19 Temmuz 1974 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada “Yunanistan’ı adayı işgal etmekle suçlamış”, Yunanistan Büyükelçisi de cevaben Makarios’u “1963 Aralık ayında feci çatışmaların ortaya çıkmasına ve böylece Ada’nın Yeşil Hat boyunca fiilen bölünmesine sebep olmakla” itham etmiştir.
Yine, GKRY Eski Lideri Dimitris Hristofyas “"Cuntayı suçlamaktan vaz mı geçelim? Yani tarihi gerçeği söylemekten vaz mı geçelim? Bu halkın tarihi gerçeğini çarpıtalım mı? En sonunda darbeyi Makarios'un yaptığını mı söyleyelim? Darbeyi kim yaptı? Niçin Türkiye bu fırsatı kaçırmadı?” demek suretiyle, 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekatı’nın haklı gerekçelerini de bir nevi itiraf etmiştir.
Gerçek şu ki, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan itibaren Ada’da kalıcı bir barış ve huzur ortamı sağlanmıştır ve her ne kadar Rumlar görmek istemese de Kıbrıslı Türkler, kendi topraklarında, bağımsız bir devletin çatısı altında, dünya siyasi arenasında varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında ortak devlet vasfını kaybetmiş ve Kuruluş Anlaşmalarına göre hukuken meşruluğunu yitirmiştir. Halen, Güney Kıbrıslı Rumların kontrolündeki ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin’ Kıbrıs Türk Toplumu üzerinde hiçbir egemenlik hak ve yetkisi yoktur ve sadece Güney Kıbrıslı Rumları temsil etmektedir.
Nitekim, Garantör Devletler tarafından 30 Temmuz 1974 tarihinde kabul edilen Cenevre Deklarasyonu’nda şu iki husus teyit edilmiştir;
- Anayasal Hükümet artık mevcut değildir,
- Kıbrıs’ta iki ayrı özerk yönetim vardır; biri Kıbrıs Türk, diğeri Kıbrıs Rum.
Adanın fiilen ikiye bölünmesinin asıl nedeninin, Rumların iddia ettikleri gibi 1974 Barış Harekâtı değil, Rumların Türklere karşı uyguladıkları katliamlar ve sürgün politikaları olduğunu da burada belirtmemizde yarar bulunmaktadır. Bu nedenle, Rum-Yunan tarafının Türkiye’nin Ada’yı böldüğü yönündeki iddiası tarihi gerçeklerle bağdaşmayan mesnetsiz iddialar olmaktan öteye gidemeyecektir. Esasen, toplumlararası görüşmelerin başladığı 1968 yılından bu yana tüm çözüm önerilerini tek taraflı reddeden Rumlar bu uzlaşmaz tavırlarıyla Ada’daki bölünmeyi pekiştirmişlerdir. 1963-1964 yılları arasında yaşanan talihsiz olaylar Ada’nın fiilen ikiye bölünmesinin zeminini hazırlamış ve nihayet 15 Temmuz 1974 Yunan Darbesiyle bölünme kaçınılmaz hale gelmiştir.
Öte yandan, Türkiye’yi ‘işgalci’, Türk Barış Harekâtını ise ‘gayrimeşru’ göstermeye çalışan Rum/Yunan tarafına, Atina Yargıtayı’nın (Athens Court of Appeals), “Kıbrıs’a yapılan Türk askeri müdahalesinin Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre yasal olduğu” na hükmeden 2658/79, Nolu, 21 Mart 1979 tarihli kararına bakmalarını tavsiye etmekteyiz. Türkiye, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hak ve yetkisini kullanarak Ada’ya müdahale etmiştir. 40 yıldır Ada’da kan akmıyorsa, bunun yegâne sebebi Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’nin Ada’daki varlığıdır. Kıbrıs Türk Halkı, kendisi açısından tek güvenilir garantinin Türkiye’nin etkin güvencesi olduğuna inanmaktadır ve Kıbrıslı Türkler için Lozan Anlaşması statüsünde olan bu güvencenin kaldırılmasını Kıbrıs Türk Halkından istemeye kimsenin hakkı yoktur.
Velhasıl, Kıbrıs’ta 40 yıldır süregelen barış ve huzur ortamının ilelebet devam etmesi için, Ada’nın gerçeklerinin Kıbrıslı Rumlar başta olmak üzere Dünya kamuoyu tarafından çok iyi bilinmesi ve muhtemel bir çözümün de bu gerçekler temeline oturtulması gerekmektedir. Şimdi, Ada’nın bu vazgeçilmez gerçeklerine kısaca bir göz atalım:
- 1960Garanti ve ittifak Anlaşmaları hala yürürlüktedir.
- Ada’da dini, dili ve kültürü tamamen birbirinden farklı iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı egemen devlet vardır.
- 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında ortaklık statüsünü kaybetmiş ve bu tarihten itibaren sadece Rumları temsil eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi haline dönüşmüştür.
- Kıbrıslı Türkler Adanın Kuzey kesiminde, kendi ülke sınırları içerisinde, bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) eliyle egemenliklerini kullanmaktadırlar.
- Türkiye, kesinlikle Ada’da ‘işgalci’ konumunda olmayıp, barış ve huzurun güvencesi olarak Ada’daki varlığını sürdürmektedir.
- Adanın fiilen ikiye bölünmesinin asıl nedeni, esasen 1974 Barış Harekâtı değil, Rumların Türklere karşı uyguladıkları katliamlar ve sürgün politikalarıdır.
- Osmanlı Devleti’nin bakiyesi konumundaki diğer tüm Müslüman-Türk Topluluklarında olduğu gibi, Kıbrıs Türk Toplumu üzerinde de Türkiye’nin tarihi ve kültürel sorumlulukları bulunmaktadır. Ayrıca, Ada Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
- Kıbrıslı Rumların “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye üye yapılması, uluslar arası hukuka aykırı olmuştur.
- Kıbrıs Türk Tarafı daima çözümden yana tavır takınmış, Ada’da, tamamen eşit iki toplumlu, iki kesimli bir Federasyon kurulması yönündeki BM çabalarını desteklemiş, fakat Rumlar her defasında bu çözüm formüllerini reddeden taraf olmuştur.
- Kıbrıs Türk Halkına AB tarafından verilen sözler tutulmamış, vaat edilen mali yardımlar yapılmamış, Doğrudan Ticaret Tüzüğü uygulanmamış ve Kıbrıslı Türkler üzerindeki yıkıcı izolasyonlar kaldırılmamıştır.
- Rumların “tek egemenlik”, “tek vatandaşlık”, “tek uluslar arası kişilik” gibi kavramlara, Rum egemenliğine dayanan anlamlar yüklediğini dikkate almak gerekmektedir.
- AB’nin KKTC’yi, sözde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin etkin kontrolü altında bulunmayan bölgeler’ olarak nitelemesi ve tüm izolasyonlara rağmen Kıbrıslı Türkleri de AB vatandaşı olarak görmesi doğru değildir.
- Kıbrıs’ta çözüm, BM çatısı altında, BM Genel Sekreteri'nin iyi niyet misyonu çerçevesinde, adadaki gerçekler temelinde, iki eşit halk ve iki kurucu devlet tarafından oluşturulacak yeni bir ortaklıkla bulunacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü devam edecektir.
- Kıbrıslı Liderler tarafından ulaşılacak bir çözüm, Ada’nın her iki kesiminde eşzamanlı olarak referanduma sunulacaktır.
- Ada’da her iki halkın meşru ve temel hak ve çıkarlarını gözetecek adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılamaması halinde, mevcut statünün devam etmesi ve KKTC’nin milletlerarası camia tarafından tanınmasına yönelik çabaların artırılması en uygun yol olacaktır.