Kıbrıs'ta Çözüm Mümkün mü?
Son günlerde Kıbrıs'ta ilginç gelişmeler olmaktadır. Mesela, Kıbrıs Türk tarafında "Aylar içerisinde çözüme ulaşabiliriz" söylemi sıkça dillendirilmeye başlandı. Ya da, Kıbrıs Rum tarafında 1/4 nüfus oranından bahsedilmekte. Neymiş, Ada'da her 4 Rum'a karşılık 1 Türk olacakmış!.. Üstüne üstlük, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Türkiye-AB Zirvesi'yle birlikte Türkiye-AB ilişkilerinde yeni ve dinamik bir sürecin başlatılmış olması, Kıbrıslı Rumları cesaretlendirmiş bulunmaktadır. Bilindiği gibi Türkiye-AB katılım müzakere süreci Kıbrıs nedeniyle adeta durma noktasına gelmişti. İşte Rum/Yunan tarafı, ilişkilerdeki bu yeni sürecin istismar edilmesine yönelik şantajlarını yeniden gündeme getirmenin hesabını yapmaktadır.
Esasen, uluslararası anlaşmalara ve AB'nin temel prensiplerine aykırı bir şekilde GKRY'nin 2004 yılında tam üye yapılmasıyla çıkmaza giren Türkiye-AB müzakere sürecinin, bugün yeni bir ivme kazanması için büyük çaba sarf edilmektedir. Son pişmanlık fayda etmez misali, Angela Merkel'in bu konudaki pişmanlığının da bugün Türkiye-AB ilişkilerine hiçbir faydası bulunmamaktadır. Siz haksız bir şekilde Güney Kıbrıs'ı tam üye yapıp, ardından da Türkiye ile katılım müzakereleri başlatacaksınız, sonra da Türkiye'nin AB katılım sürecini "Kıbrıs Şartına" bağlayacaksınız. Türkiye ile aynı tarihte müzakerelere başlayan Hırvatistan'ı apar topar tam üye yapacaksınız, Türkiye'ye ise "ucu açık süreç" diyeceksiniz. Maalesef, Brüksel'in bu çifte standartlı yaklaşımı ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.
Siz, bir yandan, Türkiye sözde "Kıbrıs Cumhuriyetini" tanımıyor diye 8 müzakere başlığını askıya alıp, açılmış olanları da kapatmayacağım diyeceksiniz. Bundan cesaretlenen GKRY de 6 müzakere başlığını tek taraflı olarak veto edeceğini ilan edecek. Sonra da çıkıp Türkiye'yi "Ya AB, Ya Kıbrıs" dayatmasıyla karşı karşıya bırakacaksınız. Türkiye'nin bu kirli oyunu bozabilecek ve klasik Rum/Yunan şantajını bertaraf edebilecek güce ve tecrübeye sahip bir ülke olduğunu özellikle Avrupalı siyasetçilerin bilmesini isteriz.
Geldiğimiz noktada ise Brüksel, kendi hatasını Türkiye'ye mal etmeye çalışmaktadır. Yani, "Artık Güney Kıbrıs Rum Kesimi AB üyesidir ve siz onu resmen ve fiilen tanımak zorundasınız. Kıbrıs'ta Rumlar lehine bir çözüme evet diyeceksiniz..." demektedir. Peki, bunun adı nedir? Bunun adı "sessiz, özlü ve sinsi Rum politikasıdır". Son 25 yılda Rum/Yunan tarafının adım adım işlettiği, Kıbrıs meselesinin AB üzerinden çözülmesi senaryosudur. 1995 Türkiye-AB Gümrük Birliği Anlaşması, 1999 Helsinki Zirvesi, 2002 Kopenhag Zirvesi, 2004 Annan Planı Referandumu ve bir hafta sonra Rumların tek taraflı olarak AB üyesi yapılması, 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye-AB Müzakere sürecinin başlatılması, 2006 Aralık Brüksel Zirvesi sonuçları, 2009 Aralık'ta GKRY'nin 6 faslı veto edeceğini açıklaması, Fransa'nın 5 faslı veto etmesi, hepsi bu hain senaryonun mihenk taşları olarak tarihe geçmiştir.
Türkiye-AB katılım müzakereleri 10 yıldan fazladır devam ediyor. 35 fasıldan, bugün itibariyle sadece 15 tanesi açılmış (Bu makalenin kaleme alındığı gün itibariyle 17. fasıl olan Ekonomik ve Parasal Politikalar Faslı da müzakerelere açılmış olacağından, açılan başlık sayısı 15 olacaktır) ve bunlardan da sadece bir tanesinin geçici kapatılması yapılmıştır. Geriye kalanlardan 18'i de Kıbrıs ve Fransa vetosuna takılmaktadır. Bu şekilde müzakereler nasıl yürüyecektir? Diyelim ki Kıbrıs'ta AB'nin istediği çözüme ulaşıldı. Yine de Türkiye'nin önü açılacak mıdır? Cevabını hemen verelim, kocaman bir "HAYIR".
Öte yandan, Kuzey Kıbrıs'ta Mustafa Akıncı'nın KKTC Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, özellikle Rum tarafında olumlu bir hava esmişti. Bu olumlu hava halen de devam etmektedir. Neymiş, "Kıbrıs'ta değil yıllar, aylar içinde bir çözüme ulaşılabilirmiş". Neymiş efendim, "Kıbrıs'ta Türkiye'nin garantörlüğüne gerek yokmuş. AB'nin garantörlüğü yetermiş! Garantörlük tabu değilmiş!"
Peki, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı kiminle müzakere yürütmektedir? Söyleyelim: Göreve gelir gelmez "Türkiye doğalgaza karışmasın, kapalı Maraş’ı bize iade etsin, o zaman AB’deki vetomuzu kaldırmayı düşünürüz..." diyen, KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile müzakere masasında kavga edip, "Bugüne kadar kabul edilenler beni ilgilendirmez, sadece benim kabul edeceğim konular görüşülmeli, benim istediğim olacak!.." diye dayatan, "Kıbrıs'ta Çözüm, yeni bir ortaklıkta değil, Rumların kontrolündeki sözde 'Kıbrıs Cumhuriyeti' altında olacak" iddiasında bulunan ve nihayet Türkiye'nin Ada üzerindeki garantörlüğüne kesinlikle kaşı çıkan klasik bir Rum Siyasetçisi olan Nicos Anastasiades.
1968 yılından bu yana Ada'daki iki toplum arasında görüşmeler devam etmektedir. 1984 yılında BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın "Birleştirilmiş Belgeleri", 1992 yılında Butros Gali’nin "Fikirler Dizisi", 2004 Annan Planı, 2008 yılında 21 Mart Süreci 47 yıldır devam eden görüşmelerin öne çıkan çözüm planlarıdır. Ne yazık ki bu çabaların hiçbirisi uygulamaya girememiştir. Peki neden? Sebebi çok basit. Gelin Rumların ağzından öğrenelim sebebini: “Yıllarca masaya oturduk ama anlaşma niyetimiz yoktu. Hiçbir anlaşmaya da imza atmadan, laf ola görüşmeleri sürdürdük ve sonunda da Türkleri anlaşmazlıkla suçladık"(Glafkos Klerides). “Biz sessiz ve özlü çalışırız" (Dimitris Hristofyas).
Bu anlamda, Anastasiadis'in bir Klerides'ten ya da bir Hristofyas'tan farkı yoktur. 47 yıldır adı geçen Rum Liderlerle bir çözüme ulaşılamamışken şimdi ne değişmiştir de, aylar içinde adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşma ümidi belirmiştir? KKTC Lideri Akıncı, klasik Rum/ Yunan siyasetinden haberdar değil midir? Kuşkusuz Rumları bizlerden çok daha iyi tanımaktadır. Kıbrıslı Türklerin geçmişte yaşadıkları acı olayların da bizzat şahididir.
Kıbrıslı Türklerin 1963, 1964, 1967 ve 1974 yıllarında uğradığı katliamlar, Kıbrıs Türk Halkının kolektif hafızasına adeta kazınmış bulunmaktadır. Benzer olayların tekrarlanmamasını kim garanti edebilir? AB mi? Yoksa, Türkiye'nin sınırlarını ihlal ederek Bayır Bucak Türkmenlerinin üzerine bomba yağdıran Rus uçaklarına havalimanlarını açan Rumlar mı? Elbette Hayır. Kıbrıslı Türk soydaşlarımızın güvenliğinin yegâne garantörü Anavatan Türkiye'dir. Ada'da 41 yıldır barış ve huzurun güvencesi olan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’dir. Gerçekler bu kadar ortada iken, Rumlardan veya Brüksel'den medet ummak tabiri caizse abesle iştigaldir.
Kuşkusuz Türkiye'nin AB Katılım müzakere sürecinin önünün açılması ve Türkiye'nin Avrupa perspektifinin netlik kazanması önemlidir. Ne var ki bunun için Türk Milleti ne Kıbrıs'tan vazgeçer ne de Brüksel'in çifte standartlı yaklaşımlarına boyun eğer. AB Siyasetçileri artık Türkiye'ye karşı samimi olmak ve oyalama taktiklerinden vazgeçmek zorundadır. AB tarihinde görülmemiş şekilde Türkiye'ye "imtiyazlı ortaklık", "serbest dolaşımsız üyelik" gibi ne olduğu belirsiz alternatifler sunmak ise Türkiye'den çok AB'ye zarar verecektir.
Netice itibariyle, kritik sorularımızı soralım: Suriye'de Türkmenlere hayatı zindan eden Rus savaş uçaklarına askeri üslerini açan, Doğu Akdeniz'deki doğalgaz kaynaklarını İsrail ile paylaşma planları yapan, Türkiye'nin AB tam üyelik sürecini engelleyen, Kıbrıs Türk Halkının eşit egemenliğini tanımayan Rumlarla çözüme ulaşılması mümkün müdür? Velev ki bir çözüm oldu, Türkiye'nin AB sürecinin önündeki engeller kalkacak mıdır? Peki, Türkiye'nin Garanti ve İttifak Anlaşmalarından kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini kabul etmeyen, Kıbrıs Türk Halkının siyasi eşitliğini tanımayan bir çözüm, çözüm müdür? Türkiye'nin tam üye olmadığı bir AB'de Kıbrıslı Türklerin onurlu bir yaşam sürmeleri mümkün müdür? Hepsinin tek bir cevabı vardır: "HAYIR".
Bu dört soruya sadece Rum tarafı "EVET" diyebilir. Kıbrıs Türk tarafında, bu sorulara "Evet" diyebilecek birisi var mıdır bilinmez. Eğer varsa, Kıbrıs'ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözümün ne anlama geldiğini anlamamış demektir. Bu noktada, her zaman yaptığımız uyarıyı bir kez daha hatırlatmak isteriz: Türkiye, Rum-Yunan şantajlarına boyun eğmeden dik duruşunu devam ettirmeli, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hak ve yetkilerinden asla taviz vermemelidir. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise, Kıbrıs Türk Halkının yakın geçmişte yaşadığı acı olayları, Türkiye'nin, Ada'daki kalıcı barış ve huzur ortamının yegâne teminatı olduğunu, Türkiye'nin Ada üzerindeki garantörlük hak ve yetkisinin, KKTC'deki göçmenler ile Ada'daki Türk Askeri varlığının asla tartışma konusu yapılamayacağını, sessiz ve özlü çalışan klasik Rum/Yunan siyasetinde hiçbir değişiklik olmadığını, olmayacağını, Enosis hayalinin çöpe atılmadığını, atılmayacağını, Anastasiadis'in bir Klerides'ten veya Hristofyas'tan hiçbir farkının bulunmadığını unutmadan, ihtiyatlı bir iyimserlik içerisinde müzakere yürütmelidir. Allah, Kıbrıslı Türkler ve Suriyeli Türkmenler başta olma üzere, dünyanın her yerindeki Soydaşlarımızın yâr ve yardımcısı olsun. Onları zalimlerin eline terk etmesin…