Kıbrıs’ta Ne Dedik, Ne Oldu?

Maalesef Kıbrıs’ta ne dediysek, o oldu. Yani, Rum lider Anastasiadis bizi bu defa da şaşırtmadı. 16.02.2017 tarihinde Kıbrıs’ta yapılan görüşmelerde Rum Lider masadan kaçtı. Ani bir tavırla kapıyı çarpıp gitti. Peki, 03.11.2016 tarihinde, yine bu köşede yayımlanan “Kıbrıs’ta Tarihin Tekerrürü” başlıklı makalemizde şöyle demiştik: “Biz bu filmi daha önce de izledik, hem de birçok defa… Netice itibarıyla Kıbrıs’ta tarih tekerrür etmektedir. Rum Lider Anastasiadis, zamana oynamakta ve oyalama taktiği uygulamaktadır. Büyük ihtimalle Anastasiadis, seçim bahanesiyle 2017 yılı başında masadan kaçacak/Türk tarafını masadan kaçırtacak ve müzakere süreci en az bir yıl duracaktır…”. Evet, maalesef öyle de oldu.

 

Kıbrıs müzakerelerine ilişkin öngörülerimizde haklı çıkmaktan elbette memnuniyet duymamaktayız. Ancak, bunda da bir hayır olduğu kanaatindeyiz. Zaten, görünen köy kılavuz istemez. Klasik Rum/Yunan siyaseti ve Anastasiadis hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunuzda, Rum Liderin nasıl davranacağını tahmin etmeniz zor olmayacaktır.

 

Peki, 16.02.2017 tarihinde Kıbrıs’ta neler oldu? Bilindiği gibi, 1950 yılında Kıbrıslı Rumlar arasında yapılan “enosis plebisiti”nde Rum Papazlar ev ev dolaşarak imza toplamış ve sonuçta Rumların %96’sı Yunanistan’la birleşme isteğini ortaya koymuştu. İşte Rum Meclisi, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı anlamına gelen bu enosis referandumunun bundan böyle okullarda kutlanmasını öngören bir karar almıştır. Rumların ırkçı ELAM Partisinin öncülüğünde alınan bu karar, kuşkusuz Güney Kıbrıs’ta enosis rüyası gören gençler arasında ciddi bir motivasyon sağlayacaktır. Kıbrıs’ta çözüm görüşmelerinin belli bir aşamaya geldiği ve Liderlerin ciddi yakınlaşmalar sağladığı bir dönemde, Rum Meclisinin süreci baltalayıcı böylesi bir karar almış olması, kuşkusuz manidardır. Bu karar aynı zamanda Rum Lider Anastasiadis’in ekmeğine de yağ sürmüştür. Zira aylardır masadan kaçmanın yollarını arayan Anastasiadis, aradığı bahaneyi bulmuştur.

 

Rum Liderin bu olumsuz kararı net bir şekilde reddetmek yerine, en azından sessiz kalarak zımnen kabul etmiş olması, “Enosis Krizi” adı altında, beklenen krizi de gündeme getirmiş oldu. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin de katıldığı16 Şubat tarihli Liderler Toplantısı’nda KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, Türk tarafının mezkûr kararla ilgili endişelerini dile getirmiş, “Rum Meclisinin Enosis kararı düzeltilmeden müzakerelere devam edilemeyeceği”ni Rum tarafına iletmiştir. Rum Lider Anastasiadis bunun üzerine, hiçbir şey söylemeden herkesin gözü önünde kapıyı çarparak çıkıp gitmiştir. Yani masadan bir kez daha kaçmıştır. Ardından yaptığı açıklamada, masadan kaçmadığını, masadan kaçan tarafın Türk tarafı olduğunu ileri sürerek KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’yı suçlamıştır. Bu tavrıyla Anastasiadis, “Yıllarca masaya oturduk ama anlaşma niyetimiz yoktu. Hiçbir anlaşmaya da imza atmadan laf ola görüşmeleri sürdürdük ve sonunda da Türkleri anlaşmazlıkla suçladık.” diyen eski Rum Lider Glafkos Klerides’in takipçisi olduğunu göstermiş ve Türk tarafının haklılığını bir kez daha otaya koymuştur.

 

Gelin şimdi hep birlikte, yeni bir “Enosis Krizi”ne yol açan Rum Lider Anastasiadis’i tanımaya çalışalım:

 

16 Şubat 2017 tarihinde diplomatik bir krize yol açan Rum Lider Nikos Anastasiadis’in bu tavrı ilk olmadığı gibi elbette son da olmayacaktır. Uzlaşmaz tutumunu gelenek hâline getiren Rum Lider, yakın geçmişte de benzeri siyasi krizlere imza atmıştı. Mesela, 2013 yılı başında Başkan seçilen Nikos Anastasiadis ne yaptı dersiniz?  Tam bir yıl süreyle KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile masaya oturmadı. Üstelik göreve gelir şunları söyledi: “Türkiye doğalgaza karışmasın, kapalı Maraş’ı bize iade etsin; o zaman AB’deki  vetomuzu kaldırmayı düşünürüz.”. Anastasiadis, daha Rumlar AB’ye girmeden önce ne diyordu? “Kıbrıs-AB birleşmesini başarmak suretiyle, aynı zamanda Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini de başarmış olacağız.” Yanidolaylı ENOSİS… Peki, bugün yaşanan krizin adı nedir? “Enosis Krizi”. Hiç şaşırmadık.

 

Tam bir yıl süreyle müzakere masasından kaçan Anastasiadis, AB, ABD ve BM’nin başını çektiği uluslararası toplumun yoğun baskıları neticesinde KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile masaya oturmayı kabul etmişti. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile birlikte 11 Şubat 2014 tarihinde bir Ortak Açıklama’ya imza atan Rum Lider Anastasiadis, kısa bir süre sonra bu imzasını da inkâr etmişti. Yapılacak çözüm müzakerelerinin genel çerçevesini belirleyen ve Kıbrıslı Türklerle eşit statüde olacakları, iki toplumlu, iki kesimli federal bir ortak devleti öngören bu mutabakat Zaptı, daha sonra Anastasiadis’in başına bela olmuştur.

 

11 Şubat’ta attığı imzadan pişmanlık duyan Anastasiadis, 25 Temmuz 2014 tarihli Liderler görüşmesinde diplomatik bir skandala yol açmıştır. Müzakere masasında kontrolünü kaybederek “Bugüne kadar kabul edilenler beni ilgilendirmez, sadece benim kabul edeceğim konular görüşülmeli, benim istediğim olacak.” diye bağırmış, gözlüğünü fırlatmış, sigara yakmış, masayı yumruklamış ve heyetini masada bırakıp gitmiştir. Böylece, daha önce Talat-Hristofyas ikilisinin anlaşmaya vardıkları konuları “yok saydığını” itiraf eden Rum Lider, içine düştüğü derin çelişkiyi de herkese göstermiş oldu. Zira 11 Şubat 2014’te KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile birlikte altına imza atıp tüm dünyaya ilan ettikleri ortak çözüm çerçevesinin, aynı zamanda Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hristofyas’ın uzlaşmaya vardığı konular olduğunu çok iyi bilmekteydi.

 

5 Temmuz’da yumrukladığı müzakere masasını terk edeceğinin ilk sinyalini de vermiş olan Anastasiadis, çok geçmeden, 9 Ekim 2014’te yapılması planlanan görüşmeden bir gün önce, yeni AB Komisyonu Başkanı Juncker’i de arkasına alarak Kıbrıs’ın sözde Münhasır Ekonomik Bölgesine Türkiye’nin savaş gemileri göndermesinibahane edip barış görüşmelerine katılmayacağını açıklamıştır. Bu tarih itibarıyla “masa”dan kaçan Anastasiadis’in geri dönmesi ise tam 8 ay sürmüş ve nihayet Mayıs 2015’te KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile görüşme masasına oturabilmiştir.

 

Ne var ki bu müzakereler de fazla sürmemiştir. Nitekim kısa bir süre sonra Rum lider İstanbul’da yeni bir siyasi krize kapı aralamıştır. Rum Lider, KKTC Cumhurbaşkanı ile hem de İstanbul’da aynı masada yemek yemeyi kendine yedirememiş ve apar topar İstanbul’u terk etmiştir. Ardından da, birkaç gün sonra Ada’da yapılacak olan ve önceden planlanmış bulunan Liderler buluşmasına tek taraflı olarak katılmayacağını açıklamıştır. Düşünün ki İstanbul’da verilecek bir uluslararası çalışma yemeğine, Türkiye’nin resmen tanımadığı GKRY’nin Lideri katılacak, buna karşın, Türkiye’nin resmen ve fiilen tanıdığı yavru vatan KKTC’nin Cumhurbaşkanı katılmayacak. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Kaldı ki Türkiye’den böyle bir haksız talepte bulunmak, bırakın Anastasiadis’i, hiç kimsenin haddine değildir. Müslüman mahallesinde salyangoz satılamayacağını anlayan Rum Lider, apar topar İstanbul’u terk etmişti.

 

Esasen Anastasiadis, yol açtığı tüm bu diplomatik krizlerle iç politikaya yönelik mesajlar vermektedir. Zira 2018 Şubat ayında Güney’de Başkanlık seçimleri yapılacaktır ve Anastasiadis de seçimlerde aday olacaktır. Bütün Rum liderler, seçim öncesinde mütemadiyen aynı tavrı sergilemektedir. Yani, Kıbrıslı Türklerle eşit statüde olacakları bir çözümü reddetmek, müzakere masasını sudan bahanelerle terk etmek, Türk tarafını uzlaşmazlıkla suçlamak, Ada’nın güya tek meşru hükûmetiymiş gibi davranmak, Türkiye’nin AB katılım sürecini bir koz olarak kullanmaya çalışmak, Türkiye’yi uluslararası platformlarda köşeye sıkıştırmak gibi klasik Rum taktiklerine başvurmaktadırlar.

 

Oysa Akıncı ve Anastasiadis, 2016’yı çözüm yılı olarak ilan etmişlerdi. Olmadı, 2017’ye kaldı. Peki, bu şartlarda veya bu bakış açısıyla hangi çözümden bahsedilebilir? Biz, daha önce defalarca söyledik:  Anastasiadis seçim bahanesiyle masadan kaçacak ve müzakere süreci en az bir yıl duracaktır. Zaten, Rumların tuzu kurudur. Çözüm için niçin acele etsinler ki? Onlar, uluslararası camianın Kıbrıs’ta tanıdığı tek meşru hükûmettir. GKRY AB üyesidir. Buna karşın, KKTC AB üyesi değildir ve Kıbrıs Türk Halkı izolasyonlar altında ezilmekte ve dünyadan âdeta tecrit edilmektedir. İşte bu yüzden, Kıbrıslı Türkler çözüm için ne kadar acele ederse, Rumlar da o derece oyalama taktiklerine başvuracaklardır.

 

 

Bu noktada, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın müzakerelerde dikkat etmesi gereken hususları bir kez daha hatırlatmakta yarar bulunmaktadır:

- Kıbrıs Türk halkının yakın geçmişte yaşadığı acı olayları daima hatırda tutmalıdır.

- Ada'daki kalıcı barış ve huzur ortamının yegâne teminatı Türkiye’dir.

- Ana Vatansız bir KKTC'nin var olması mümkün değildir.

- Kıbrıs üzerindeki Türkiye'nin etkin ve fiilî garantisi, Ada’daki Türk askerî varlığı,  iki kesimlilik ve Kıbrıs Türk halkının kurucu eşit ortaklığı, kırmızı çizgilerimizdir. Müzakere dahi edilemez.

- KKTC'deki yerleşiklerin temel hak ve özgürlükleri kısıtlanamaz.

- Türkiye’nin tam üye olmadığı bir Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Türklerinin meşru ve temel hak ve çıkarlarını güvence altına alacak bir çözüm bulması mümkün değildir.

- Sessiz ve özlü çalışan klasik Rum/Yunan siyasetinde hiçbir değişiklik olmamıştır, olmayacaktır. Rumların muhtemel ayak oyunlarına karşı çok dikkatli olunmalıdır.

- Enosis hayali çöpe atılmamıştır, atılmayacaktır.

- Anastasiadis'in bir Klerides veya Hristofyas'tan hiçbir farkı yoktur.

- Kısaca, artık ihtiyatlı bir iyimserlikten öte çok dikkatli bir şekilde müzakere yürütülmesi gerekmektedir.

 

Netice itibarıyla Kıbrıs’ta ne dediysek o olmuştur. Rum Lider Anastasiadis bir kez daha masadan kaçmış ve yeni bir siyasi krize imza atmıştır. Rum Lider Hristofyas’ın  “Biz sessiz ve özlü çalışırız.” şeklinde özetlediği ikiyüzlü Rum/Yunan politikasında hiçbir değişiklik olmadığına bir kez daha şahit olmaktayız. Rumların anlaşmaya niyetleri yoktur. Onlar Ada’da tek taraflı bir çözümün arayışı içerisindedirler. Bu nedenle, yani, Kıbrıs Rum tarafının çözüm parametreleri değişmeyeceği için, Kıbrıs'ta yakın zamanda bir çözüm mümkün değildir.

 

Ayrıca, Ada’nın Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından vazgeçilmez bir öneme sahip olduğunu da bu vesileyle belirtmek isteriz. Anadolu’nun güvenliği açısından hayati önemi haiz böyle bir Ada’nın, Kıbrıs Türk Halkının AB rüyası gören malum bir kesiminin heveslerine kurban edilemeyeceğini de burada ifade etmek isteriz. Velhasıl, tüm dünyanın şunu net bir şekilde görmesi gerekmektedir: Ada’da bir tek Müslüman-Türk olmasa bile, Türkiye’nin bir Millî Kıbrıs Davası olmak zorundadır.

 

Nihayet, bilinmelidir ki Kıbrıs meselesi sonsuza dek masada kalamaz. Bu nedenle, makul bir süre içerisinde, Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılamadığı takdirde -ki gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir- mevcut statünün devamını, yani KKTC’nin uluslararası toplum tarafından tanınmasını sağlamanın en doğru yol olacağını da tüm tarafların dikkatine sunmak isteriz.