TÜRKİYE-AB GÜMRÜK BİRLİĞİ GÜNCELLENMELİ Mİ?
Türkiye’nin son zamanlarda gündeme getirdiği ve tam 24 yıldır uygulana gelen Gümrük Birliği Anlaşması’nın günün şartlarına uygun olarak yeniden gözden geçirilmesi taleplerinin Brüksel tarafından sıcak karşılanmaması, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni gerginliklerin baş gösterebileceği izlenimini vermektedir. Tam üyeliğe giden yolun başlangıcı olarak kabul edilen ve geçici bir dönem olarak başlatılan bu sürecin uzayıp gitmesi, AB’nin gümrük birliği ile neyi hedeflediği konusundaki şüpheleri de beraberinde getirmektedir. Acaba Avrupa Birliği, Türkiye’yi ilelebet gümrük birliği aşamasında mı tutmak istemektedir, yoksa gerçekten de tam üyeliği mi hedeflemektedir? Yani yolun sonu, gümrük birliği mi yoksa tam üyelik midir? Çalışmamızda özellikle bu sorunun cevabını aramaya çalışacağız.
Türkiye-AB tam üyelik katılım sürecinin âdeta donma noktasına geldiği bir dönemde, ABD ile AB arasında Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmasına yönelik müzakerelerin başlaması, Türkiye’nin Gümrük Birliği uygulamaları konusundaki endişelerini had safhaya çıkarmış bulunmaktadır. Zira Türkiye, kendisini doğrudan ilgilendirecek böyle bir anlaşmanın dışında bırakılmaktadır ve bu durum, Türkiye’nin dış ticaretine yeni bir darbe vurmak anlamına gelmektedir.
Esasen sorun, Türkiye’nin tam üye olmadan AB ile gümrük birliği ilişkisine girmesinden kaynaklanmaktadır. Tam üyeliğe giden yolun başlangıcı olarak kabul edilen ve geçici bir dönem olarak başlatılan bu sürecin gereğinden fazla uzamasıyla bu mesele, maalesef daha da derinleşmiştir.
Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada küreselleşme eğilimleri baş göstermiş; ülkelerarası ticaretin önündeki engellerin kaldırılarak serbestleştirilmesi ve ticaretin artırılması yönünde girişimler başlatılmıştır. Bu kapsamda, 1947 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) tesis edilmiş; 1951 yılında altı Batı Avrupa ülkesi, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu (AKÇT) kuran Paris Anlaşması’nı imzalamış; 1957 yılında, yine altı Batı Avrupa ülkesi (Altılar: Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg.) tarafından Roma’da imzalanan Anlaşmalar ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulmuştur. Günümüzde Avrupa Birliği adını alan Topluluk, 28 üyeli 500 milyon nüfuslu küresel bir güç olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye, Avrupa’da meydana gelen değişikliklere karşı kayıtsız kalmamış; Avrupa’nın ekonomik bütünleşme sürecine dâhil olma iradesini, 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye üyelik başvurusunda bulunmak suretiyle ortaya koymuştur. Topluluk ile Türkiye arasında cereyan eden müzakerelerin ardından, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanıp 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile Türkiye-AET arasında ortak üyelik ilişkisi başlamıştır. Uzun dönemde, Türkiye’nin Topluluk’a tam üye olmasının hedeflendiği Ankara Anlaşması, bu amaca ulaşmak için üç dönem öngörmüştür. Bunlar, Hazırlık Dönemi (1.12.1964-31.12.1972), Geçiş Dönemi (1.1.1973-31.12.1995) ve 1.1.1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile başlayan ve hâlen devam eden Son Dönem’dir.
Hazırlık Dönemi’nde Türkiye, Geçiş Dönemi ve Son Dönem boyunca kendisine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmesi için, Topluluk’un yardımıyla ekonomisini güçlendirecekti. 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol ile başlayan Geçiş Dönemi’nde ise, Türkiye-AET arasında kurulacak bir gümrük birliğinin aşamalı olarak tesis edilmesi hedeflenmişti. Türkiye, 14 Nisan 1987’de Avrupa Topluluğu’na “tam üye” olmak için başvurmuş; Avrupa Konseyi, bu başvuruyu Aralık 1989’da reddetmişti.
1995 yılına gelindiğinde, 12 ve 22 yıllık sanayi malları listelerindeki tercihli indirimlerin oranı sırasıyla %95 ve %80’e, AB’nin Ortak gümrük Tarifesi’ne uyum oranı ise 12 ve 22 yıllık listeler için %90 ve %85 düzeyine ulaşmıştı.
Türkiye-AB arasında cereyan eden zorlu müzakereler neticesinde, 6 Mart 1995 tarihli, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK) alınarak Türkiye-AB Gümrük Birliği, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmişti. Alınan 1/95 sayılı OKK ile gümrük vergilerinin kaldırılması, malların serbest dolaşımı ve ticaretin hızlandırılması gibi kararlar alınmış olup Türkiye bu kararlar sonrasında Topluluk’un üçüncü ülkelere karşı uyguladığı ticaret politikasına tabi olmayı kabul etmiştir.
Gümrük Birliği ile Türkiye, AB’ye karşı sanayi ürünleri ve işlenmiş tarım ürünlerinde (Bazı hassas ürünlerde 5 yıllık geçiş dönemi öngörülmüştür.) gümrük vergileri, eş etkili vergiler ile miktar kısıtlamalarını kaldırmıştır. Tarım ürünleri ve AKÇT ürünleri Gümrük Birliği kapsamı dışında bırakılarak hassas ürünler hariç tüm sanayi ürünlerinde üçüncü ülkelere karşı AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. 1/95 sayılı OKK Gümrük Birliği düzeninin ne şekilde işleyeceğini ortaya koymak üzere AB’nin İç Pazar Mevzuatı’na dayalı olarak hazırlanmıştır.
Türkiye-AB Gümrük Birliği, her ne kadar Türkiye’nin dış ticaretinde köklü bir değişikliğe yol açmamış ise de gerek ticaretin mal ve ülke bazında çeşitlenmesi gerek ülkeye yeni teknoloji ve sermaye girişinin hızlanması ve rekabetin geliştirilmesi açısından değerlendirildiğinde, tam üyelik yolunda atılmış çok yararlı bir adım olmuştur. Yine, Türk ekonomisinin gerek Avrupa piyasası gerek küresel piyasayla bütünleşmesine ve ticaretin artmasına katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca, Gümrük Birliği, Türkiye-AB ilişkilerinin daha da derinleşmesine katkıda bulunarak malların serbest dolaşımı ve ticaret politikası; gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili önlemler ile vergi ve resimlerin kaldırılması; ortak gümrük tarifesi ve tercihli tarife politikaları; fikrî sınai ve ticari hakların korunması alanlarında önemli adımlar atılmasında ve yasaların yakınlaştırılmasında itici bir güç olmayı başarmıştır. 2016-2019 döneminde, Türkiye’nin dış ticaretinde AB’nin ortalama payının %43 civarında olması, Türk ekonomisinin gelişmiş Batı ekonomileri ile rekabet edebilir bir düzeye geldiğini göstermesi bakımından anlamlıdır.
Ne var ki, tam üyelik yolunda atılan bu son adım, gereğinden fazla uzamış ve geçici bir dönem olacağı öngörülerek çıkılan bu yolun tam üyelik hedefine varıp varmayacağı konusundaki şüpheleri de beraberinde getirmiştir. Fakat nihai hedefin tam üyelik olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, AB’ye tam üyelik sürecinde üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getirmiştir. Bu kapsamda Hazırlık Dönemi, Geçiş Dönemi ve Son Dönem olan Gümrük Birliği sürecini başarıyla tamamlamış ve nihayet 3 Ekim 2005 tarihinde başlayan tam üyelik müzakere sürecini de başarıyla devam ettirmektedir. Ne yazık ki 60 yıllık bu uzun, ince yolda Türkiye’nin gösterdiği performansı görmezden gelen AB, “Avrupalı değilsiniz.” veya “Kıbrıs’tan çekilmelisiniz.” gibi gayriciddi gerekçelerle süreci uzatmaya ve ikiyüzlü yaklaşımlarla Türkiye gibi güçlü bir ülkeyi kapıda bekletmeye çalışmaktadır.
Türkiye-AB arasındaki ticaret hacmi, 2019 yılı itibarıyla 144 milyar dolara ulaşmış; 2008 ile 2015 yılları arasında Türkiye’nin toplam doğrudan yabancı sermaye giriş portföyünde AB’nin ortalama payı yaklaşık %67,4 oranında gerçekleşmiştir. Ne var ki Türkiye’nin AB ile ekonomik uyumu, ciddi anlamda ilerlemesine rağmen tam üyeliğe giden yolda son ve geçici bir dönem olması gereken Gümrük Birliği sürecinin uzayıp gitmesi, Türkiye’yi rahatsız etmeye başlamıştır. Zira ilk dönemlerde elde edilen avantajlar, süreç uzadıkça dezavantaja dönüşmeye başlamıştır.
Mesela, AB’nin üçüncü ülkelerle tek taraflı olarak yaptığı serbest ticaret anlaşmaları, Türkiye’yi açık bir pazar hâline getirmekte ve haksız rekabete yol açmaktadır. Avrupa Birliği, üçüncü ülkelerle yaptığı STA’lara, tam üye olmadığı gerekçesiyle Türkiye’yi dâhil etmemekte, bu durum ise 3. ülkelerin AB’ye tanıdığı imtiyazlardan Türkiye’yi yoksun bırakmaktadır. Üstelik Türkiye, bu ülkelere karşı AB’nin ortak gümrük tarifesini de uygulamak zorunda bırakılmaktadır. Türkiye, AB’nin serbest ticaret anlaşması yaptığı ülkelere sanayide %4.2 gümrük vergisi uygularken onlar Türkiye’ye %40-50 oranlarında vergi uygulamaktadır. Türkiye’nin, Brüksel’den Gümrük Birliği Anlaşması’nın gözden geçirilmesini talep etmesi, bu anlamda yerinde bir girişimdir.
Esasen, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi için Türkiye ile AB arasında daha evvel bir mutabakat oluşmuştu. Ancak yeni tur müzakerelerin başlaması için Avrupa Komisyonuna verilmesi gereken yetki, başta Almanya olmak üzere bazı üye ülkelerin Türkiye ile ilgili siyasi çekincelerinden dolayı henüz Konsey tarafından onaylanmadı ve süreç, beklemeye alındı. Üstelik her iki tarafa da fayda sağlayacağı aşikâr olan söz konusu güncelleme için özellikle Almanya’nın birtakım koşullar ileri sürmesi, abesle iştigaldir. Türkiye’nin duyduğu rahatsızlığı bildikleri hâlde Gümrük Birliği’nin derinleştirilerek modernize edilmesi yönünde somut bir adım atmayan Brüksel’in bu yaklaşımı ise, gayrisamimi duruşunun da bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Günü vesilesiyle yaptığı şu açıklamanın Brüksel tarafından iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz: “… Gümrük Birliği'nin güncellenmesi sadece Türkiye'nin değil, Birlik’in de yararınadır. Yapılan etki analizi çalışmaları bunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Menfaatlerimiz doğrultusunda Avrupa Birliği ile dış politika, ulaştırma, enerji, ekonomi, güvenlik, terörle mücadele alanlarında üst düzey diyaloğu sürdürmeli ve zirveleri düzenli hâle getirmeliyiz. Türkiye'nin Helsinki'de resmen aday ilan edilişinin 20. yılında Helsinki ruhunu tekrar canlandıracak çalışmalara ağırlık vermeliyiz. Türkiye olarak yol haritamız ve pusulamız bellidir. Avrupa Birliği'ne tam üyelik müzakerelerinde ne baskılara boyun eğeceğiz ne de birilerinin bizi minder dışına atmasına müsaade edeceğiz...”
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile oluşturduğu Gümrük Birliği ilişkisinin Türkiye açısından ekonomik, ticari, kurumsal, hukuksal ve finansal birçok alanda küçümsenmeyecek olumlu etki ve sonuçları olmuştur. Ancak, “tam üyelik” yolunda geçici ve teknik bir süreç olarak öngörülen Gümrük Birliği’nin daha fazla uzatılmadan tam üyelikle sonuçlandırılması gerekliliği de ayrı bir gerçektir. Zira 01.01.1996 tarihinde başlayan ve Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği yolunda son aşama olan Gümrük Birliği sürecinin bu şekilde uzayıp gitmesi, Türkiye’yi ekonomik ve sosyal açıdan olumsuz etkilemektedir. Bu bakımdan, Türkiye-AB Gümrük Birliği Anlaşması’nın genişletilerek ve derinleştirilerek derhâl revize edilmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu kapsamda;
1. Gümrük Birliği Anlaşması kapsamında öncelikle, haksız rekabete yol açan, “Türk işadamlarına yönelik vize uygulaması ve taşıma araçlarına getirilen kotalar” gibi teknik engeller tümüyle ortadan kaldırılmalıdır.
2. Türk vatandaşlarının Ankara Anlaşması’ndan kaynaklanan serbest dolaşım hakkının derhâl ve koşulsuz olarak verilmesi gerekmektedir.
3. AB ile tercihli ticari ve ekonomik ilişkilerin tarım, kamu alımları, hizmetler ve e-ticaret gibi yeni alanlara genişletilmesi gerekmektedir.
4. AB’nin üçüncü ülkelerle tek taraflı olarak yaptığı serbest ticaret anlaşmaları, Türkiye’yi açık bir pazar hâline getirmekte ve haksız rekabete yol açmaktadır. Bu bakımdan, AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye’yi de dâhil etmesi veya Türkiye’nin de bu ülkelerle benzer anlaşmalar yapmasına imkân verilmesi gerekmektedir.
5. AB ile ABD arasında yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) müzakerelerine Türkiye’nin de dâhil edilmesi ve ülkemizin koordineli bir şekilde bu anlaşmaya taraf olması gerekmektedir.
6. Türkiye’nin AB’ye tam üye olmaksızın Gümrük Birliği’ne dâhil olan ilk ve tek ülke olması hasebiyle AB’nin tek taraflı iradeyle aldığı kararlara uyma taahhüt ve zorunluluğu, Türkiye’yi zor durumda bırakmaktadır. Bu bağımlılık, sadece AB’nin birlik içindeki anlaşmalarına sadakat şeklinde değil, aynı zamanda Birlik dışı üçüncü ülkelerle dış ticaret ve gümrük konularında yaptığı ve yapacağı anlaşmalara da uyma zorunluluğu şeklinde ortaya çıkmaktadır. AB’nin karar alma mekanizmalarının dışında bırakılarak, ekonomik açıdan edilgen bir konumda tutulmaya çalışılan Türkiye için yolun sonu Gümrük Birliği değil, tam üyeliktir. Türkiye-AB Gümrük Birliği, tam üyelik yolunda Ankara Anlaşması ile öngörülen teknik bir süreçtir. Türkiye, bu aşamayı da diğerleri gibi başarıyla geçmiştir. Dolayısıyla bu geçici ve teknik sürecin daha fazla uzatılmadan üyelikle sonuçlanması için Avrupa Birliği de çabalarını yoğunlaştırmalı ve tam üyelik müzakerelerinin tıkanmasına yol açacak gelişmelere müsaade etmemelidir.
7. Brüksel, Gümrük Birliği Anlaşması’nı revize etmekten imtina ederse Türkiye’nin Gümrük Birliğinden çıkması ve bunun yerine Türkiye ile AB arasında serbest ticaret anlaşması yapılması gündeme gelmelidir.
8. Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm sağlanıncaya kadar, 29 Temmuz 2015 Deklarasyonu uyarınca Türk limanlarının Rum gemilerine kapalı tutulması uygulamasına devam edilmelidir.
Diğer taraftan, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye karşı uyguladığı çelişkili politikalar, çifte standartlı yaklaşımlar ve birtakım oyalama taktikleri Türkiye’yi, “Gümrük Birliği’nden çıkma” seçeneğini bile sorgulama noktasına getirmiştir. Bu meyanda, Brüksel’e teklifimiz şudur: Gelin, Gümrük Birliği’ni revize edelim ve bu kapsamda Türk vatandaşlarının serbest dolaşım hakkını tanıyın, Türk ürünlerine kotaları kaldırın ve nihayet 3. ülkelerle yaptığınız serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye’yi de dâhil edin. Yok, eğer buna yanaşmıyorsanız, o hâlde Gümrük Birliği feshedilsin. Türkiye ile de STA yapın.”
Eğer Gümrük Birliği sürecini Türkiye’nin AB yolunda varabileceği son aşama olarak betonlaştırmak hedefleniyorsa o zaman Türkiye’nin duyduğu rahatsızlığın dikkate alınması gerekmektedir. Aksi hâlde “Gümrük Birliği’nden çıkıp AB ile STA imzalayalım.” önerimizin ivedilikle değerlendirmeye alınması gerekmektedir. Her hâlükârda Brüksel’in, Avrupa Komisyonu’nun eski Enerjiden Sorumlu Üyesi Alman Günther Oettinger’in şu tespitinin dikkate almasında yarar bulunmaktadır: “Önümüzdeki 10 yıl içinde Alman ve Fransız Başbakanlar… gittikleri Ankara’da Türkiye’nin AB’ye üye olması için yalvaracaklar.”.
Sonuç olarak ortak üyelik başvurusundan itibaren 61 yıl, tam üyelik başvurusundan itibaren ise 33 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye hâlâ AB kapısında bekletilen aday ülke konumundadır. Kuşkusuz, Türkiye bu uzun ince yolda üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiştir. Bu kapsamda, Ankara Anlaşması ile öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmiş; 1.1.1996 tarihi itibarıyla AB ile Gümrük Birliği’ni uygulamaya geçirmiş; siyasi, toplumsal ve ekonomik reformların ardından tam üyelik müzakere sürecini başlatabilmiştir. Yoğun tartışmaların ardından 2005 yılında başlatılan ve hâlen ağır aksak ilerlemekte olan tam üyelik müzakere sürecinde gösterdiği performansla Türkiye, Batı ile bütünleşme kararlılığını ortaya koymuş bulunmaktadır.
Buna rağmen, AB’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı çifte standartlar ve haksız uygulamalar nedeniyle son zamanlarda Türk milletinin AB heyecanı sönmüş ve katılım süreci kilitlenme noktasına gelmiştir.
Mesela, Türkiye’nin önüne “imtiyazlı ortaklık”, “serbest dolaşımsız üyelik”, “ucu açık süreç”, “Birlik’in hazmetme kapasitesi” gibi ne olduğu belirsiz kavramlar koyarak tam üyeliğe karşı alternatif formüller üretme çabasına giren AB’li yetkililer, tam üyeliği “Kıbrıs” koşuluna bağlamak suretiyle Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadırlar. Bu durum, Türkiye-AB tam üyelik müzakere sürecinin bir yol kazasına uğrama ihtimalini de artırmaktadır. Dolayısıyla bu geçici ve teknik sürecin daha fazla uzatılmadan üyelikle sonuçlanması için Avrupa Birliği de çabalarını yoğunlaştırmalı ve tam üyelik müzakerelerinin tıkanmasına yol açacak gelişmelere müsaade etmemelidir. Velhasıl Brüksel, Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşme sürecini Gümrük Birliği ile sonlandırma hayalinden vazgeçmeli ve tam üyelik için artık Türkiye'ye bir tarih vermelidir.
Bölgesinin en güçlü ve istikrarlı ülkesi olan, tarihî ve kültürel birikimi ve jeopolitik konumu itibarıyla küresel bir güç olma kapasitesine sahip bulunan Türkiye, uzun süre AB kapısında bekletilebilecek bir ülke değildir ve tam üyelik dışında bir seçeneği de kabul etmeyecektir. Millî birlik ve beraberlik içerisinde etkin, gerçekçi ve çok yönlü dış politika stratejileri geliştirebilen bir Türkiye’nin farklı alternatifler üretme potansiyeline sahip olduğunun bilhassa bazı Avrupalı liderler tarafından anlaşılması, bu açıdan önem arz etmektedir.