Homo Politicus Versus Homo Cemaaticus
Başlıkta kullandığım Latince kökenli kelimelerden dolayı okuyucudan özür dilediğimi baştan söylemek isterim. Ama ne yapalım ki, siyaset kuramında çokça kullanılan bu terimlere başvurmadan meramımı anlatma imkânım da yoktu. İkinci olarak başlıkta yer alan homo teriminin yanlış anlaşılmasına imkân vermemek adına bir açıklama yapmam yerinde olacaktır. Burada homo terimi ile kast edilen mana modern insanı ve yakın atalarını içeren hominid cinsi, diğer bir deyişle insan cinsidir. Bu cinsin siyasal kuramlarda birçok türüne rastlanmaktadır; homo economicus, homo crenides, homo politicus ve son hali ile de homo cemaaticus.
Homo cemaaticus nereden türedi? Kimine göre homo economicusun küçük kardeşi kimine göre de homo politicusun düşman kardeşidir; Hâbil’e karşı Kâbil gibi. Ama bu türün ortaya çıkışı daha çok homo economicusun zaaflarına ve yetersizliklerine dayanır. Biraz da küreselleşmenin döl yatağında oldukça rahat bir yaşam sürmesine bağlıdır.
Zira küreselleşmeyle birlikte ulus devlete yönelik eleştirilerde sivil toplum ve cemaat türünden kavramlar oldukça belirleyici olmaktadır. Hatta çoğu kez ulus devlet modelinin bu millete dar geldiği, buna karşılık olarak cemaat ve sivil topluma yer açmanın devleti daha da güçlendireceği ileri sürülür. Kimine göre çoğulcu demokrasinin olmazsa olmazı olarak tek, yegâne gerçek cemaatlere kucak açmaktır. Elbette burada kast edilen sosyolojik anlamıyla cemaatleri kabul etmek değildir. Zaten siz kabul etmeseniz de sosyolojik olarak cemaatler olgusal bir gerçekliktir. Kastedilen daha çok cemaatlerin siyasal ve kamusal alanda tanınmasının çoğulcu demokrasi açısından bir katkı sağlayıp sağlayamayacağı tartışmasıdır.
Bazen de Cemaaticusun çokkültürlü toplum ve çoğulcu demokrasi için kaçınılmaz bir gereklilik olduğu sık sık dile getirilir. O zaman Homo Cemaaticus kimdir? Sorusu kaçınılmaz olarak karşımıza çıkar. Türkiye’de birçok muhafazakâr entellektikus türüne göre cemaat, dini topluluk anlamına gelmektedir.
Bu anlayışta cemaatçilerin savundukları faklılığın içselleştirilmiş bir farklılık olmasının önemli etkisi vardır. Buradaki “farklılık”, öteki yaşam biçimlerini seçenek olarak görmeyi reddeden ve kişinin olduğu gibi kalmaya, hayatını bu şekilde sürdürmeye ve kendisini bunun tersine yönelten bütün ayartmalara direnmeye kararlı ya da mecbur oluşuna işaret etmektedir. Oysa cemaat’in kamusal alan tartışmalarında yalnızca dini inanç topluluklarını içermediğini bilmek gerekir.
Türkçede cemaat olarak çevrilen topluluk dinsel cemaatler yanında etnik, kültürel ve cinsellik temelli hareketlere kadar geniş bir yelpazeyi içermektedir. Bu da demektir ki ulus devletin yaşadığı krize ve homojen ulus kurgusuna karşılık topluluk değerlerini ön plana çıkararak çözüm aramak gay, lezbiyen gibi cinsel tercih gruplarından tutun da, dini ya da scientolojiye kadar uzanacak bir yelpazede kendini tanrı, peygamber ilan eden inanç guruplarına kadar faklı birçok cemaatin kamusal alanda temsili sorununu doğuracaktır.
Liberal uygulamalar açısından bile her türden topluluklara açıkça hoş görü ile bakılmadığı görülür. Amişlere hoş görü ile bakan ABD devleti ABD’nin güneyindeki Teksas eyaletinde 80 eşli tarikatın lideri Warren Jeffs’e aynı hoş görü ile yaklaşmamıştır.
Aslında Homo cemaaticus’un ortaya çıkışı ile liberal bireyciliğin ve siyasetin krizi girişi arasında bir ilişki vardır. Liberal demokratik paradigmaya karşı 70’lerde sesi duyulmaya başlayan neo-liberal ve neo-muhafazakar eleştiri, 80’lerde merkeze taşınıp hegemonikleşirken boşalttığı alanı toplumcu-cemaatci hareket doldurmuştur. Maclntyre, Sandel, Taylor, Walzer gibi düşünürler toplumcu siyaset modelini modernizm ve biyeciliğin krizine karşı savunmuşlardır. Buna karşılık farklı toplumcu düşünce biçimlerinin varlığı göz ardı edilmemelidir. Ad hoc varsayımlarla cemaatçilik ve çoğulcu demokrasi arasında doğrusal bir ilişki kurma safsatası bizim entellektikuslara aittir.
Buna karşılık cemaatçiliğe karşı çok güçlü itirazlar liberal siyaset felsefesi savunucularından gelmektedir. Editörlüğünü Keith Banting and Will Kymlicka’nın yaptığı Multiculturalism and The Welfare State adlı eserin girişinde yazarlar çokkültürcü politikaların refah devleti açısından ne türden çelişkiler doğurduğunu uzun uzun tartışmaktadır.
Bu bağlamda Sheyla Benhabib ve Habermas gibi düşünürler cemaatçi toplum modelinin, aslında tahakküm araçlarına karşı çıkarken bizatihi kendisinin kapitalist ilişkiler ağı içinde üretilen tahakküm ilişkilerine benzer ilişkiler ürettiğine dikkat çekerler. Cemaatçi model topluluk sınırlarının aşırı katılığı ve aykırı olanların topluluktan elenmesi aracılığıyla aslında ulus devlet eleştirisinde olduğu gibi bu sefer kendisi homojen, türdeş bir topluluk oluşturmaktadır.
Türkiye’de temel çelişkilerin başında cemaatçi toplum modelini savunmanın liberalimin olmazsa olmazı olarak algılanmasıdır. Oysaki cemaatçi (komüniteryen) liberalizm” veya “sosyal liberalizm”, hukukun üstünlüğüne vurgu yapan “anayasal liberalizm” gibi birçok farklı liberalizm anlayışından bahsedilebilir. Ve yine cemaatçi toplum modeline liberalizm ekseninden karşı çıkmak da mümkündür. Çünkü politik öznenin eylem alanını cemaat içine sıkıştırmak, kamusal alanı cemaatlerin ortak alanı haline getirmek bireyin özgürlük alanını daraltacaktır.
Ayrıca toplulukçu yani cemaatçi toplum modelini savunmak ahlaki değerlerin evrensel değil tarihsel olduğunu savunmak anlamını da içermektedir. Her hangi bir cemaat değerinin diğerine tercih edilemeyişi, bundan dolayı da kendi özgünlüğü içinde tanınmasının gerekliliğini sağlayan şey, değerlerin içinden çıktıkları kültüre has olduğu, öznel olduğu kabulüdür. Buna göre bizim bir topluluğun inancını tanımamız nasıl zorunluysa bir başka topluluğun cinsel tercihini de sorgulamaksızın kabul etmemiz aynı biçimde zorunludur. O halde cemaatçi toplum modelinin var olmak için değerlerin tarihselciliğine başvurması kaçınılmazdır.
Cemaatlerde kimliklerimizi özgürleştireceğimiz iddiası ya da temennisi de çözümlenmeyi bekleyen bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Cemaatler bir politik özne olarak kendini kurup politik istemde bulundukça politik öznenin eylem alanı daha da daralmaktadır. Politik alanın yabancılaşması, politikanın sorunları çözmekten ziyade kendisinin bir sorunlar yumağı haline gelerek yozlaşması karşısında, cemaatçi toplum modellerinin çözüm olduğunu özgürlük ve çoğulcu demokrasiler adına savunmak hiç de gerçekçi görünmemektedir.
Çünkü Homo Politicus’un boşalttığı alanın Homo Cemaaticus tarafından doldurulması siyasal alandaki yabancılaşmayı daha da derinleştirmektedir. Medeniyeti temsil eden kamusal alanda yaratılan boşluklar ve siyasal eylemin temsilcisi olan politik özne geri çekildikçe kişisel özellikli karizmatik liderler ve yıkıcı cemaatler bu alanı doldurmaktadır.
Homo cemaaticusun toplumsal olarak genişlemesi ve kamusal alanda derinleşmesi her şeyden önce homo politicusun aleyhinedir. Siyasete siyaset dışı müdahaleler nasıl meşru kabul edilemez ise, siyasal eylem sorumluluğu taşımayan, hayır, yardımlaşma gibi ahlaki sorumluluk taşıyan toplulukların siyaseti belirlemesi siyasal alanın aktörleri açısından ciddi bir problem olarak görülmelidir.
- Doç. Dr. Hilmi Demir, Hitit Üniversitesi Öğretim Üyesi, Türk Ocakları Çorum Şubesi Başkanı
- Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız