Heybeliada Dayatması Niye?
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ile ilgili ABD ve AB’nin ısrarını değerlendirebilmek için her şeyden evvel Fener Rum Patrikhanesi’nin konumunun tahlili gerekir. Fener Rum Patrikhanesi’nin bu konudaki ısrarı ne anlama gelmektedir? Ruhban Okulunun açılmasına engel var mıdır? Yoksa Ruhban Okulunun açılması için farklı niyetler mi vardır? Patrik Bartholemoes’in, Hüseyin Barak Obama ile özel görüşme isteği ne anlama gelmektedir? ABD ve AB, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunda neden ısrar ediyorlar? Bunun sembolik bir anlamı mı vardır?
Bu hususlar Fener Rum Patrikhanesi konusunun tam olarak açıklığa kavuşması için cevaplandırılması gereken sorulardır.
ABD ve AB’nin Patrikhane ısrarının nedenlerini anlamak için tarih sahnesinde en az yarım yüzyıl geriye gitmek gerekir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya yeniden yapılandırılmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler kurulmuş, Yahudiler için İsrail Devleti oluşturulmuş, ABD önderliğinde Protestanlar ve Ortodokslar tarafından Dünya Kiliseler Birliği kurulmuş, Katolik Kilisesi dışa açılmaya o tarihlerden itibaren başlamıştır.
Katolikler tarafından daha önce açıklanan Yahudiler ve diğer dinlerle ilgili olumlu görüşler, 1962 ila 1965 yılları arasında gerçekleştirilen II. Vatikan Konsili’nde; konsil kararı olarak tescil edilmiştir. Çünkü Yahudilere Avrupa dışında bir yer gösterilmiş ve Batı dünyasında artık Yahudi meselesi halledilmiştir. İsrail Devleti’ni, Müslümanların toprakları ortasında kökleştirmek için artık Batılıların tarih boyunca olduğu gibi Yahudilerden nefret etmeleri değil, onları sevmeleri gerekmektedir. Çünkü “yeni dünya düzeni” bunu istemektedir.
Dünyanın yeniden şekillendirildiği 1950’li yıllarda, Ortodoks dünya üzerindeki Batılıların egemenliğini sağlamak için güç odağı olarak Patrikhane seçilmiştir. Çünkü Fener Rum Patrikhanesi’nin eşitler arasında birinci olması hasebiyle, Ortodoks dünyada tarihten gelen bir otoritesi vardır (Moskova Patrikliği bunun ancak sembolik bir değeri oluğu üzerinde ısrar etmesin rağmen).[1]
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), iki kutuplu dünya oluştuğunda her ne kadar din karşıtı bir politika izliyor olsa da, Ortodoks nüfusun önemli bir kısmına sahip olması hasebiyle Ortodokslar üzerinde önemli bir ağırlığı vardı. Yunanistan ve Rusya’da Ortodoksluk, milli kültürü oluşturan en önemli unsur konumunda idi ki hâlen da öyledir. Ayrıca Sırplar, Makedonlar ve Bulgarlar da Ortodoks mezhebine mensupturlar ve aynı durum onlar için de geçerlidir. İşte bu sebeplerden dolayı ABD, 1948 yılında vatandaşı Athenagoras’ı Başkan Truman’ın özel uçağı ile Türkiye’ye yollamış ve onun Fener Rum Patriği seçilmesini istemiştir. Ancak, “Patriğin Türk vatandaşları arasından seçilmesi gerektiği kuralı” ortaya bir engel olarak çıkmıştır. Athenagoras’ın, Yanya doğumlu olması, onun doğduğu dönemde Yanya’nın Osmanlı Devleti sınırlara içinde olması temel alınarak Türk vatandaşlığına geçirilmiştir. Daha sonra da Athenagoras, Fener Rum Patriği olmuştur.
Athenagoras, patrik seçildikten hemen sonra, Patrikhane’nin ökümenikliğini empoze etmeye yönelik faaliyetlere başlamıştır. Athenagoras, Türkiye’ye geldikten sonra, kendisi için Ankara Palas’ta düzenlenen yemekte, İstanbul dışında geniş bir arazi sahibi olmak ve Patrikhane’ye ex-teritoryal haklar (Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının geçerli olmadığı bir alan) sağlamak gerektiğinden bahsetmiştir. Ayrıca o, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun Ortodoks Üniversitesi haline getirilmesi ve İstanbul’un Ortodoks dünyasının merkezi yapılması isteğini de dile getirmiştir. Patriğin bu girişimlerinden sonra, 25 Eylül 1951 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi tarafından Rum Rahipler Okulu yönetmeliği yayınlanmış ve Patrikhane yabancı öğrenci kabul edebilecek statüye kavuşturulmuştur.
Heybeliada Ruhban Okulu bu şekilde 1963 yılına kadar devam etmiştir. Okulun öğrencilerinin ezici çoğunluğunu yabancı uyruklu öğrenciler oluşturmuştur. Ancak, bu okuldan mezun olan öğrencilerin yurt dışında Türkiye aleyhindeki faaliyetleri etkin bir şekilde sürmüştür. Bunun en çarpıcı örneği, uzun yıllar Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposluğu görevini deruhte eden ve 1958’de Türkiye aleyhinde faaliyette bulunduğu için vatandaşlıktan çıkarılan Yakovas’tır. Ayrıca bu dönemde Türk-Yunan ilişkileri zor bir döneme girmiştir. Bu tarihten itibaren yabancı uyruklu öğrencilerin vize işlemleri yapılmayarak bu okula kabul edilmeleri zorlaştırılmıştır.
1971 yılına gelindiğinde Türkiye’de özel yüksek okulların faaliyetlerinin durdurulması ile birlikte Heybeliada Ruhban Okulu da kapanmak durumunda kalmıştır. Ünlü hukukçuları avukat olarak tutan Patrikhane’nin, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yüksek okul olmadığı yönünde mahkemeye başvurması da sonuç vermemiştir. Mahkeme, mezunlarının statüsü ve verdiği diplomaları göz önüne alarak itirazı reddetmiştir. Okulda o dönemde öğrenim gören 11 öğrenci, Selanik Teoloji Fakültesi’ne geçiş yapmıştır.[2]
O dönemden beri Türkiye’de çok şey değişmiştir. Özel üniversitelere izin verilmiştir. Patrikhane ne bu durumdan yararlanmak için gayret göstermiş ne de Heybeliada Ruhban Okulu’nun bir üniversiteye bağlı olarak faaliyet göstermesini kabul etmiştir.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılma isteğindeki amaç, Türkiye’de yaşayan Rumların din adamı ihtiyacını karşılamak değildir. Türkiye’de yaşayan Rumların sayısı 3.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. O halde başka sebepler üzerinde durmak lazımdır.
Aslında sebep de açıktır. Patriğin ökümenikliğini sağlayacak kadroların yetiştirilmesidir. Çünkü Patrik, Ortodoks dünyasında Batı’nın bir egemenlik aracı konumundadır. Rusya, Patriğin ökümenikliğini tarihten beri taşıdığı bir sembolik ünvan gibi görmektedir. Bunu aşacak faaliyetlere de karşı çıkmakta, önlem almaktadır.
İstanbul patrikliğinin tarihte Batı’ya karşı ilan ettiği bu unvan, o dönemde Roma tarafından şiddetle reddedilmekteydi. Şimdi ise bu ünvanı büyük bir istekle kabul etmektedir. Çünkü, günümüzde Katolik Kilisesi ile Protestan kiliseler, Moskova Patrikliğine bağlı yerlerde faaliyet göstermekte, Rusya’nın elini zayıflatmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin Batı’yı desteklemesi gerekmez mi şeklinde bir düşünce akla gelmektedir. Ancak konunun başka yönleri de vardır. Önce Patrikhane’nin Türkiye’deki konumuna göz atmak konuyu anlamak açısından fayda sağlayacaktır.
Patrikhane, Lozan’da kendisine biçilen rolün çok üstüne çıkmıştır. Bilindiği gibi Patrikhane, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Kurtuluş Savaşı döneminde işgal kuvvetlerine ve isyancılara destek vererek Türkiye’ye karşı Batı ile işbirliği içinde olmuştur. Bu yüzden Lozan müzakereleri sırasında Türkiye, Patrikhaneyi Türkiye dışına çıkarmaya çalışmıştır. Ancak bunda muvaffak olamamış, Patriğin sadece İstanbul’daki Rumların din hizmetleriyle ilgilenecek bir konumla kalmasına sözlü teminatlarla razı olmuştur.
Patrikhane, yaptığı faaliyetlerde bağımsız olmak istemektedir. Türkiye Cumhuriyeti yasalarına ve denetimine tabi olmak istememektedir. Bunu çeşitli vesilelerle göstermiştir. Heybeliada Ruhban Okulu’nu YÖK denetiminde açmak istememesi de bundan kaynaklanmaktadır. AB nezdinde Ortodoksları temsil etmek üzere Fener Rum Patrikhanesi’ne büro açılırken Türkiye’den izin alınmamıştır. AB nezdinde Patrik devlet adamı muamelesi görmektedir. Ayrıca, 2004 yılında Patrikhane sen sinodundaki (kutsal meclis) 6 üyeyi istifa ettirerek yerine yabancı uyruklu ruhbanları atamıştır. Dışişleri Bakanlığımız, konuyla ilgili üzüntülerini bildirmiştir.
Türkiye’deki Rumların yanında Avrupa ve Amerika’daki Ortodoks diasporası üzerinde egemen olan Patrikhane (Moskova Patrikhanesi bunları ele geçirmek için karşı atağa geçmiştir) bu konumu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumu olarak hareket etmek istememektedir. ABD ve AB de onu bu yönde cesaretlendirmekte ve desteklemektedir. Bu tutumun anlamı açıktır. Patrikhane günümüz anlamıyla ökümenikliğini gerçekleştirmek için kadrolara ihtiyacı vardır. Aslında bu kadroları yurt dışında da yetiştirmektedir. Ancak isteği Patrikhanenin uluslar üstü bir kurum olmasını sağlamaktır. Ruhban Okulu vasıtasıyla Türkiye’deki konumunu güçlendirmek istemektedir.
Fener Rum Patrikhanesi, tüm bu tutum ve tavırlarıyla Türk Hukuku’nu ve Lozan’ı hiçe sayan bir tavır içindedir. Kendi üzerinde hiçbir otorite kabul etmek istememektedir. Çünkü patrikhane Batının Türkiye içindeki bir uzantısı olarak Türk egemenliğinin dışında bir yapılanma peşindedir.
Batılıların çifte standardının çok bariz bir şekilde görüldüğü Fener Rum Patrikhanesi olayında sadece Batı Trakya’daki Türklerin müftülük sorununa göz atmak olayın vehametini gözler önüne sermektedir. Bilindiği üzere Batı Trakya Türkleri tarafından seçilen Gümülcine ve İskeçe müftüleri her türlü baskıya maruz kalarak yok sayılırken; onların yerine Yunan Devleti tarafından atanan maaşlı memur sözde müftüler muhatap alınmaktadır. Ayrıca bu sözde maaşlı memur müftüler kanalıyla Türk vakıflarına da el konulmuştur. Diğer yandan Yunan devleti yetkilileri daha da ileri giderek Türklerin camilerine zorla imam tayin etmişlerdir. Bu duruma direnen Türklere Yunan Devleti güç kullanmaktadır. Aynı Lozan Antlaşmasıyla her türlü din özgürlüğünü kullanan Fener Rum Patrikhanesi çeşitli bahanelerle, ökümeniklik adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğine baş kaldırmaktadır. ABD başkanı Hüseyin Barak Obama, diğer inanç temsilcilerini bir arada kabulü ve Fener Rum Patriği ile özel görüşmesi herhalde Türk Devleti’ne mesaj göndermektedir. Yani Obama, ökümeniklik iddiasındaki Patriğin görüşlerini tekrar ederek aslında farkında olarak veya olmayarak Türk Devleti’nin egemenliğine de müdahale etmektedir.