EDEP YA HU!
İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Biri “ulema silkinden” geldiği iddiasıyla söz söyleme, fikir beyan etme, yazı yazma, çerçeve ve vizyon oluşturma ve hüküm koyma hakkına sahip olduğunu düşünen “eski bir ülkücü”, diğeri ise gazeteciliği kışkırtma aracı olarak kullanan köşe sahibi bir yazar olmak üzere mümtaz ve kibar iki figür, bu günlerde, ülkücülük ve ülkücüler üzerinde, hassaten “kürt meselesi” bağlamında karşılıklı bir atışmaya giriştiler.
Bunlardan “ulema silkinden” olanı, manüplasyon gazetecisine yazdığı mektupta; “fikirsiz ülkücü olur mu? Kimin ne fikri var? Ucuz komploların dışına çıkıp milliyetçilik ile küreselleşme arasındaki ilişkiye dair üç esaslı cümleyi arka arkaya sıralayacak bir ülkücü ile karşılaştınız mı? Ziya Gökalp’in ‘medeniyet ve hars’ ayrımı ile bugünün ‘medeniyetler çatışması’ tezi arasında akla uygun bir bağlantıyı kurabilecek ülkücü mevcut mu?” demiş.
Silk-i ulema’dan bu mümtaz şahsiyete karşı manüplasyoncu gazeteci köşesinde; “doğrudur, ülkücü camia mensuplarının genel anlamda fikirsel planda donanımsız oldukları vakıadır. Ülkücülerin kitap okumadıkları ve ülkücülüğün de soyut duygu ya da hamaset yüklü bir tepki hareketi olduğu inkâr edilemez” tespitinde bulunmuş; bu sonuçların ortaya çıkmasının nedeni olarak da “müşarünileyh gibi okuyan ülkücülerin “evden kaçmalarını” göstermiş.
Karşılıklı mektup ve köşe yazıları teatisinin bir yığın saçmalıklarla dolu geri kalan kısımları bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren yanı bu teatilerden çıkan şu iki sonuç:
Bu sonuçlardan birincisi, ülkücülük ve ülkücülerin doğru anlaşılması sadedinde bu iki değerli zevatın çok büyük bir fedakârlıkta bulunarak, o çok değerli vakitlerini lütfederek ülkücülük ve ülkücüler için sarf etmeleri, yorulmaları. Bu biz ülkücüler için büyük bir ihsan.
İkincisi ise ülkücülerin kitap okumadıkları; dolayısıyla “fikir” denilebilecek bir fikre sahip olmadıkları ve böylece sadece sağa sola küfrettikleri ve kimseyi sevmedikleri tespiti.
Birinci sonuçla ilgili olarak bu iki değerli zevata, pek kıymeti olmasa da teşekkürlerimizi arz etmekten başka anlamlı bir mukabelede bulunamıyoruz. Minnettarız; çünkü bizim için o çok değerli vakitlerini -vaktin nakit olduğu hakikatine rağmen- bizler için çarçur etmişler.
Asıl ele almak istediğimiz konu, bu çok değerli zevatın ikinci tespitleri ile alakalı olacak.
Önce şunu belirtelim: Bu muhterem zevat bizimle; biz ülkücülerle alakalı olarak “okumuyorlar, fikirleri yok, dünyayı anlayamıyorlar, küreselleşmeyi kavrayamıyorlar” vs. dediklerinde, bu yargıların tabii bir sonucu olarak kendileri “okumuş oluyorlar”, “bir fikirleri var”, “dünyayı anlaşılması gerektiği gibi anlıyorlar” ve “küreselleşmenin sunmuş olduğu fırsat ve tehditleri de layık-ı veçhile kavramış” bulunuyorlar. Yani çok özel şahsiyetler oluyorlar.
Bu iki değerli zevatın mutabık kaldıkları yukarıdaki tespitleri ile ilgili olarak hakikaten sayfalarca yazı yazılabilir; kelam edilebilir. Ancak biz burada lafı uzatmadan sadece şu “ülkücülerin okuyup okumadıkları” iddiasını tahlil etmek istiyoruz.
Savunma üslubu hoş olmamakla beraber zarurete binaen bir miktar böyle yapmak zorundayız:
Ülkücüler, Türkiye’de mevcut fikri akımlar arasında en yüksek oranda okuyorlar. Okuyorlar ama bu mümtaz şahsiyetlerin okuduğu yerlerden okumuyorlar. Yani farklı yerlerden ve farklı şeyleri okuyorlar. Ülkücülerin okumaları yükselen küresel “paradigmalar”a tekabül etmediği, bunları tebcil etmediği için değersiz addediliyor, tekrar gibi algılanıyor, ezber olarak görülüyor. Bu kaçınılmaz bir durum. Siz kadim ve klasik, ancak doğruluğu şüphe götürmeyen şeyleri, zihinlerin tağşiş edildiği, yaşanmakta olan fiili durumun zorlamalarının hâkim olduğu bir ortamda ne kadar haykırırsanız haykırın, çoğu zaman duyuramazsınız. Duyurduğunuzda ya da anlaşıldığınızda da işi işten geçmiş olur çoğu zaman. Bu gün de bundan farklı olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Nitekim sizin okumalarınız ve bu okumalara bağlı olarak fikirleriniz, küresel trendin ekonomik ve siyasal kabullerine tekabül etmiyorsa, hatta daha ileri giderek bir direnç kültürünü besliyorsa, küresel ideolojinin müntesiplerince bu okuma, kendini tekrarlama; ezbere devam etme olarak kabul ve takdim edilir. Olan da budur.
Ayrıca ve önemli olarak, her kendini tekrar, o tekrarın yanlış veya isabetsiz olduğuna delil teşkil etmez. Örneğin dinler sahihliklerini, kendilerini tekrar ve ezber üzerinde yaşatırlar. Çünkü sabiteleri (nasları) bir şekilde eğip büktüğünüzde burada artık sahih bir dinden söz edemezsiniz.
Beşeri düşünce sistemleri veya kalıpları, hiç şüphesiz dinlerin bu özelliği ile eşdeğer tutulamaz ama bu özellikleri, onların da sabiteleri olmadığı, olamayacağı anlamına gelmez. Nitekim milliyetçilik yerine liberalizmi ikame ederek buradan kendilerine bir pozisyon seçen arkadaşlarımız, bu defa liberalizmin dayandığı temelleri, sadece pratik bir elverişlilik sunmasından daha fazla olarak, bir sabite olarak kabul ediyorlar. Yani bir tür iman olayı olarak alıyorlar.
Ayrıca bir davanın veya düşünce sisteminin haklılığı veya isabet derecesi, başarılı olup olmaması ile belirlenemez. Dolayısıyla bazı durumlarda haklı olurken dahi kaybedebilirsiniz. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Dolayısıyla bir düşünce sisteminin, küresel trendin parametreleri ile örtüşmemesi, o düşünce sisteminin yanlışlığına delil teşkil etmiyor, etmez.
Aslında bu zevat doğru söylüyor. Çünkü ülkücüler, okuyanıyla okumayanıyla, cari trendin sunmuş oldukları fırsatları paraya çevirebilme becerisinden yoksunlar. Onlar para yerine değerin hâkim olduğu “romantik bir davanın” ardından, dünyayı ellerinin tersiyle itmiş bir yaşama biçimini tercih ediyorlar. Yani kendilerini aşıyorlar. Bir tür dervişlik yapıyorlar.
Oysa bu zevat, ülkücülüğü ve ülkücüleri mahkûm ederken aynı zamanda, kendilerine küresel liberal trendin işleyiş biçimine uygun olarak bir pazar payı oluşturuyorlar. Bu pazarı da isimlerinin önüne koydukları “eski” sıfatı ile üretiyorlar. Fikirleri,“eski ülkücü” oldukları için para ediyor. Çünkü bu tür görüşleri başkaları da dile getiriyor ve bunlar yeni şeyler de değiller.
Bununla birlikte bu zevatın dikkatli ve öğrenme amaçlı geniş bir okuma alanına sahip olmadıkları da anlaşılıyor. Yani adam gibi okumuyorlar. Eğer adam gibi okusalardı, en azından bu sayfayı takip etselerdi -ki meslekleri ve suçladıkları kesim itibariyle bunu yapmak zorundalar- bu sayfalarda tam da aradıkları konulara dair oldukça önemli yazıların yer aldığını göreceklerdi ve belki de utanacaklardı. Çok şey söylemek ve yazmak mümkün, ama edep anlayışımız daha fazla söylemeye ve yazmaya müsaade etmiyor, Elhamdulillah!
Fakat siz; “okumuyorlar”, “cahiller”, “dünyayı anlamıyorlar”, “kendileri gibi olmayanları sevmesini bilmiyorlar” dediğiniz bir kitleyi hala meşruiyetinizin ve itibarınızın kaynağı olarak kullanıyorken, sağda solda dolaşıyorken; yani evden kaçmanın sonucu bir hayatı yaşarken kirlendiğinizde ve sevgiye ihtiyaç duyduğunuzda, bu kitlenin hala ülkücü olan ancak “okumayan”, “anlamayan” ve sevmeyen ağabeylerinin mekânlarına gidip, buralarda temizlenmenin, sayılmanın ve sevginin hazzını tadıyorsanız; arkadaşlığın, vefanın değerinin farkına varıyorsanız, burada kendi aynanızda yüz yüze gelmeniz gereken bir sorunla da karşı karşıyasınız demektir.
İşte bu durumda adama sadece şunu söylerler:
Edep Ya Hu!