ZEMBEREK

Dr. Süleyman ERYİĞİT

Ahmet Hamdi Tanpınar, saatin bizim hayatımızdaki rolünü “herkes bilir ki eski hayatımız saat üzerine kurulmuştur…Her türlü ibadetler saatle idi. Saat, Allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi” şeklinde belirtir.

Eskiden saatler aynı zamanda ortak bir dile, ortak bir zaman algısına, ortak bir hayata ve ortak bir zenginliğe ve dengeye; dolayısıyla ortak değerler manzumesine tekabül ederdi.

Eski saatler bir başkaydı: Çünkü saat kültürünün ve saate atfedilen değerin irfan dünyamızda da bir karşılığı vardı. Hele köstekli saatler sahibine diğer insanlar nezdinde sessiz ve derinden bir itibar, bir saygı, bir imrenme hissi uyandırırdı. Keza duvar saatleri de bulunduğu mekânlara. Saat üzerine sohbetler, sohbet konuları içerisinde kendine mahsus bir değere dahi sahipti.

Benim çocuk dimağımda saat tamircileri bana, o göz çukurlarına yerleştirdikleri; ucunda bir mercek olan silindirimsi düzenekle saatin içini incelerlerken veya kurcalarlarken adeta, büyülü bir iş yapıyorlarmış gibi gelirdi. Seyretmekten büyük bir haz alırdım.

Eskiden saatler teknik olarak da farklıydı. Bu saatlerde adına zemberek denilen temel bir düzenek bulunur, bu düzenek etrafında irili ufaklı bir takım dişliler birbirleriyle ahenkli bir şekilde; karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisinde ama her zaman temel düzenek olan zembereğe bağlı olarak çalışırlardı.

Zemberek ise kendi üzerine sarılmış uzun çelik bir yaydı. Bu yay, kendi üzerine sarılmış vaziyette saatin içerisinde bir yerde sabit olarak kurulu(sarılmış) olarak durur, yavaş yavaş açılarak birbirlerine bağlı irili ufaklı dişlileri hareket ettirir, bu dişlilerin hareketleri ise saatin akrep, yelkovan ve saniye sayarlarına hareket sağlar, ve böylece bizler saat üzerinden zamanın akışını anlardık. Kolayca anlaşılacağı üzere; akrep, yelkovan ve saniye sayarın bize zamanı dosdoğru olarak gösterebilmesi için, saatin zemberek etrafında oluşan dişli düzeneklerinin hem yerli yerinde, hem uygun çaplara ve dişlere sahip olmaları hem de bunlar arasındaki rabıtanın (irtibatın)dengeli bir şekilde temin edilmiş olması şarttı. Bu dişlilerin olması gerekenden büyük çaplı veya olması gerekenden daha fazla dişlere sahip olması veya aralarındaki irtibatın yerli yerinde ve sıklette sağlanmış olmaması halinde, saat çalışsa bile bu çalışması bize zamanı doğru göstermezdi.

Bu saatlerin muntazam aralıklarla kurulması da gerekiyordu. Çünkü saatin tüm hareketini sağlayan ve kinetik enerjiyi toplayan zemberek, kendi üzerine sarıldığı yerde saatin dişlilerini hareket ettirmek üzere yavaş yavaş açılırken, eğer belirli aralıklarda tekrar kurulmazsa bir süre sonra sonuna kadar açılacağı için çalışmasını durdurmak zorunda kalır; bu da saati durdururdu. Saat aslında sıhhatini muhafaza ederdi ama fonksiyonunu icra edemezdi; yani bize zamanı gösteremezdi. Bu nedenle bu saatlerin dışarıdan bir müdahale ile yani kurularak harekete geçirilmesi gerekirdi. Bu zembereğin sabitlendiği yerden bir nedenle çıkması, zembereğin boşalması anlamına gelirdi ki bu halde artık bu zembereğin yeniden toparlanarak kendi üzerine sarılması, yerine tekrar sabitlenmesi gerekirdi. Ancak bu arıza bir dağılmaya tekabül ettiği için saat tamirinin en zor arızalarından birisini oluştururdu ve çoğu zaman da bu başarılamazdı. Yani saat; yani düzen; yani sistem çökerdi.

Saatlerin, çalışıyor olmakla beraber tüm toplum için ayını anda aynı zamanı gösterebilmesi için, ortak bir başlangıç noktasında ayarlanması da zaruri idi. Bu çok önemli idi, zira tüm saatler aynı anda, vakti aynı şekilde göstermezler ise bu bir kargaşaya, bir kaosa ve toplumsal ahengin bozulması anlamına gelirdi. Çünkü bu hale artık toplum aynı saat ayarına sahip olmadığı için aynı dili konuşamıyor demekti. İşte bu sakıncanın bertaraf edilmesi için büyük kentlerin hemen tamamında saat kuleleri bulunur, ahali bu saat kulelerindeki saatlere göre saatlerini ayarlayarak aynı zamanı yaşamaya devam ederlerdi. Böylece toplumu oluşturan fertler zamanı (yani vel asr’ı) her zamanı doğru okur, doğru algılar, doğru yaşarlardı.

Çünkü bizim eski hayatımız saat üzerine kurulmuştu. Daha büyük ve merkezi kentlerimizde ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dilinden; “Adım başında muvakkithaneler vardı. En acele işi olanlar bile onların penceresi önünde durarak, saatlerini besmeleyle çıkarırlar, zamanın kendileri ve çocukları için hayırlı olmasını dua ederek ayarlarlar, kurarlar, sonra kulaklarına götürerek sanki yakın ve uzak zaman içinde kendilerine verdikleri müjdeleri dinlerlerdi.”

Bizim ülkemiz bu saatler gibidir. Ancak şimdilerde bu ülkenin zembereği ile oynanıyor. Yani saatin en temel düzeneği; kalbi ile oynanıyor. Allah esirgesin! Eğer bu zemberek boşalırsa, bu zembereği tekrar yerli yerine nasıl koyacağız? Koyabilecek miyiz? Koyabilsek bile bu işin bize maliyeti ne olacak?

Yoksa birileri artık yeni saatleri mi kullanıyor? Yani saat onlar için sadece bir aksesuar mı? “Ne var canım çalışmıyorsa çıkarıp atar, yenisini alırız” mı diyorlar?

Ama saat bizim ortak aklımız, ortak servetimiz, ortak algımız ve ortak kaderimiz değil miydi?