DÜNÜN VE BUGÜNÜN ÜLKÜCÜLERİ

Dr. Süleyman ERYİĞİT

PKK’lı teröristlerin 20 Ekim’i 21 Ekim’e bağlayan gece, 13 askerimizi şehit etmesinin ardından Ülkücüler sokaklara inerek, PKK terörünü lanetleyen çeşitli ölçeklerde gösteriler yaptılar.

Bu gösterilerden, Ankara’da 21 Ekim günü yapılanlara ben de şahit oldum. Ana kitle gösteriyi tamamlamış; 10-15 kişilik bir gurup ise sırtlarında ve ellerinde Türk Bayrakları ile “Şehitler Ölmez, Vatan bölünmez”, “Kahrolsun PKK” sloganları atarak, Sakarya Caddesine kadar indiler. Arkalarından onların en az beş katı kadar bir çevik polis gurubu geldi. Gençler sivil polis şeflerinin müdahalesi sonucu İstiklal Marşı okuyarak dağıldılar.

Esas anlatmak istediklerim bunlar değildi. Bunlar sadece tabloda eksik bir ayrıntı kalmaması içindi.

Asıl anlatmak istediğim şu: Bu gençlerin- mübalağa etmiyorum- ayaklarında gösterişli ayakkabılar, sırtlarında “marka” giysileri yoktu. Simaları ise bu ülkenin “besili aileleri”nin çocuklarının simalarından değildi. Hallerinden kolayca anlaşılıyordu: Bu ülkenin fukara sayılabilecek ailelerinden geliyorlardı. Yani bu çocuklar, ülkenin ekonomik ve siyasi rantını yiyen kesimlerin çoçuklarından değillerdi. Bunların gemileri yoktu, Merill Lynch’te çalışmıyorlardı. Çoğunun ailesine giren yıllık gelir belki de “yoksulluk sınır” olarak kabul edilen kadardı. Ama bu çocuklar “ülke bölünüyor”,” vatan elden gidiyor” diye sokağa dökülmüşlerdi ve hakikaten vatan elden gidiyor, ülke bölünmeye çalışılıyordu.

Bu çocuklar o birilerinin “psikolojik harp taktiği” olarak kullanageldikleri; “efendim bunlar paranoyadan ibaret” yalanlarına kanmayacak kadar da basiret sahibi idiler.

Bazıları bu çocukları “lümpen” olarak tahkir ve tecrid ediyor, içeriden bazıları da (Vedat Bilgin gibi) bu çocukları “ kentlileşememiş, muhafazakar hassasiyetleri yüksek, ancak gelişmesini tamamlayamamış insanlar” olarak tanımlıyordu.

Bunların ağabeyleri de aynen böyleydi. Devletin ve düzenin hiçbir imkanından yararlanmadılar; üstelik “Devlet” uğruna kurşun yediler, idam sehpalarına gittiler. Bunların ağabeyleri de o günkü şartlarda verilmesi zaruri olan bir mücadeleyi verirlerken, başkaları “okumaya devam ettiler”; yetiştiler, ülkeyi yönetmeye koyuldular.

Aslında 1915’te Çanakkale’de şehit olan yüzbinler de bunların ağabeyleriydi.

Hiçbir şey değişmiyor galiba: Siz devletin ve düzenin hiçbir imkanından yararlanmayacaksınız; hatta toplumun nispeten daha dar gelirli kesimlerinden geleceksiniz; ve hatta cezaevlerini idam sehpalarını boylayacaksınız; tüm bunlara rağmen ülke bölünüyor, vatan elden gidiyor diye yine ortalığa ilk atılan sizler olacaksınız. Bu yaman, çok yaman bir çelişki; çok yaman bir “trajedi”.

Yoksa bu “marazi bir hal” mi? Yani bu gençler Vatan’a ve Devlet’e öylesine aşık ki, aşklarından başka hiçbir şeyi göremiyorlar; dünyanın tüm nimetlerine sırtlarını dönüyorlar; bunların bu halleri de “normal” insanlar tarafından “marazilik” olarak mı adlandırılıyor?

Yok, yok! Kim ne derse desin, bu çocuklar mübarek çocuklar. Bunu bizim zorunlu olarak “millet” diye adlandırdığımız gemiye binen o büyük kitle anlamasa da bu çocuklar mübarek çocuklar.

Allah onların cümlesini korusun!