KAMUSAL ALAN
Aşağıdaki görüşler Hürriyet Gazetesi köşe yazarlarından Özdemir İnce’nin 18 Eylül 2007 tarihli yazısından:
“Laik bir ülkede herhangi bir dinin mensupları mabetleri dışındaki kamusal alanda tapınma gösterisi yaparak başkalarını baskı altında tutamaz, rahatsız edemez.
Daha önce de yazdığım gibi laik bir ülkede 999 Müslüman 1 Hıristiyandan, 1 Museviden, 1 ateistten daha fazla değildir. Müslümanlar "Nüfusunun yüzde 99,99'u Müslüman olan Türkiye" önermesine dayanarak kamusal alanları ibadet yeri haline getiremezler. Devletin güvenlik kuvvetleri bu türden girişimleri kamu düzeni adına engellemek zorundadır”
Evet! Yanlış okumadınız. Yazar aynen bunları söylüyor.
Demek ki Yazarımız, cami dışında ibadetlerini (Yazar buna tapınma diyor; ne demekse!) yapan insanları gördüğünde, kendisini baskı altında görüyormuş, rahatsız oluyormuş! İlginç bir psikoloji. Yani bu da bir tür “mahalle baskısı” oluyor demek ki!
Peki ne yapacağız şimdi?
Aslında çözüm var ama, eminim Yazar, o çözüme de karşı çıkacaktır.
Çözüm şu:
Cemaatin çok fazla olduğu bu özel namaz vakitleri için tüm cemaati içerde tutmaya yetecek devasa camiler inşa etmek. Çünkü laiklik, din ve vicdan özgürlüğü, bu 999 insanın ibadetlerini özgürce yapacakları mekânları inşa etme özgürlüğünü de teminat altına alıyor, almalı. Varsın bu mekânlar Cuma ve Bayram namazları dışında çok fazla geliyor olsun. Hem kamusal hayat içerisinde belirli zamanlarda dolan, bu zamanlar dışında günlerce, hatta aylarca boş kalmak zorunda kalan böyle mekânlarımız yok mu? Tabii ki var.
Örneğin stadyumlarımız var: Sezon açıldığında haftada bir, bilemediniz iki kere dolar, sezon harici zamanlarda ise aylarca boş olarak bekler. Ayrıca gerek maç öncesi ve sonrası, gerekse maç esnasında çeşitli nedenlerle etrafları hep kalabalık olur, ve hiç te nezih olmayan gürültüler yapılır kelamlar edilir. Maalesef zaman zaman da tatsız olaylar meydana gelir.
Bu dediklerim işin pek tabii ki “ironik” yanı. Aksine insanlarımızım maçlara ihtiyacı var ve bu işler de böyle yürür.
Ancak şu “kamusal alan” kavramı bir türlü netliğe kavuşamamış görünüyor:
Mesela “kamusal alan”, devlet dediğimiz düzeneğin, işlerini görmek için oluşturmuş olduğu devlet kurum ve organlarının icra-i faaliyet ettiği; hizmet verdiği yerler mi?
Veya halkın ayağını bastığı; gezdiği dolaştığı tüm mekânlar da bu tanımın kapsamına giriyor mu?
Eskiler çok güzel söylemişler; bir delinin attığı taşı, bin akıllı çıkartamazmış kuyudan. “Kamusal alan kavramını literatürümüz’e kim kattıysa galiba böyle bir iş yapmış.
Şimdi Yazar’ın “kamusal alan” anlayışından hareketle konuyu bir kere daha tahlil etmek ve anlamaya çalışmak vacip hale geliyor.
Yazar’a göre caminin dışında kalan tüm alanlar, “kamusal alan” kavramının kapsamında oluyor bu durumda. Cari olarak “kamusal alanda” başörtüsü yasağının olduğunu da biliyoruz. Bu durumda bırakınız mahkeme salonlarını, hastane koridorlarını, acaba kamuya açık tüm mekânlarda; yani halkın gezdiği, oturduğu, evine, işine gitmek zorunda olduğu tüm sokak ve caddelerde de başörtüsünü yasaklamak mı gerekiyor? Bu yasağa uymayanları da yine Yazar’a göre güvenlik güçleri marifetiyle uydurmak mı gerekiyor?
Hoş bunu önerenler de olmuştu ya bu ülkede!
Hep söylüyoruz! Bu ülkenin solu işte bu!
Hem bunları yazıyorlar çiziyorlar, sonra da “nereden çıktı bu %47?” diyorlar.