“Güzel Dil Türkçe Bize Başka dil gece bize”

Osman OKTAY

Bir noktadan taviz verdiniz mi, arkası çorap söküğü gibi geliyor. Adı bile tam konulamayan şu “açılım” meselesi nereden nereye geldi… Hani derler ya, “iki ucu pis bir değnek!”

“Bilmem bu garip gülümsemeden/Sen ne kastettin, ben ne anladım” şeklinde bir beyit hatırlıyorum. “Açılım” konusunda da muhataplar, ürkek bir köylü kızının utangaç gülümsemesini nasıl yorumlayacağını bilemeyen şairin durumundan farksızlar. Belki iki taraf işin farkında da biz ipteki cambazı seyreder gibi bakınıp duruyoruz, orası biraz karışık…

Taviz dedik ya, işte taleplerin ardı arkası kesilmiyor: Bayrak, mahalli kaynakların kullanımı, yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi, iki dil, özerklik vs. diye uzayıp giden zırıltılar…

Nihayet, Erovizyona Kürtçe şarkı ile katılma meselesi de gündeme geldi. Bir taraftan “Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak” sloganları atılırken öbür taraftan da bu saçmalıklar dile getiriliyor. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kültür ve Turizm Bakanı da “Erovizyona Kürtçe şarkı ile katılabiliriz” mealinde biz söz sarf etmiş. Hadi, buyurun buradan yakın bakalım ve çıkın işin içinden çıkabilirseniz!

Bakan efendi böyle bir laf edince ayran akıllı gençlerimiz internet köşelerinde ahkâm kesiyorlar. Efendim, “İngilizce şarkı ile katılınca bir şey olmuyormuş da, Kürtçe şarkı ile katılsak ne olur”muş!.. Bunu söyleyenler öyle Kürt asıllı kardeşlerimiz değil, Türk çocukları. Karaborsada, kaçak satılan bir metanın bir şekilde meşrulaştırılması gibi, en hassas ve vazgeçilmez konular da böyle ayağa düşürülebiliyor ve iş, “ilaca da karşıyız zehire de” dercesine de “Kürtçülüğe de – Türkçülüğe de” tekerlemesine dönüştürülebiliyor…

Bir kere, bu Erovizyon denen nesne bize has bir şey değil. Bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi yok. Öyle dünya çapında büyük bir müzik yarışması organizasyonu da değil… Hadi, Avrupa’dan kopamıyoruz ve Avrupa yayın birliği içindeyiz; tamam, katılalım ama bu katılım kendi ağırlığımız, kendi öz müziğimiz ve kendi kültürümüzü yansıtacak motiflerle olsun. Bir defa bunu tespit edelim.

“Kürtçe müzik”le katılmak ise İngilizce şarkı ile katılmaktan çok daha ayrı bir husustur. İngilizce şarkı yanlışına bir de Kürtçe şarkı yanlışını eklemek bir yana bir yana; ortada hassas bir konu varken böyle bir işe girişmek, bölücülerin isteklerini meşrulaştırıp ekmeklerine yağ sürmek, üstüne de bal - kaymak vermek olur. Artık değneğin yalnızca iki ucu değil, baştanbaşa her yanı pisliğe bulaşır ve elle tutulmaz hale gelir. Şimdilerde sanki böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Diyarbakır’ın bağrından yetişen Ziya Gökalp ta yıllar öncesinden bu günlerde yaşanacak vahim ve garip durumu görmüşçesine “Lisan” isimli şirinde ne güzel söylemiş:

 

 “Güzel dil Türkçe bize.
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması,
En saf en ince bize.”


Keza, “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” diyen Üsküp doğumlu Yahya Kemal Beyatlı ile “Türkçem benim ses bayrağım” diyen İstanbullu Fazıl Hüsnü Dağlarca da aynı görüşte değiller mi? Peki, şimdi araya fitne sokarak ya da tutuşturulan fitne kazanının altında yanan ocağa odun taşıyarak nereye varılmak isteniyor? Bin küsur yıllık kardeşliğin pamuk ipliği ile bağlı olmadığı açık. Azerbaycanlı üstat Bahtiyar Vahabzade’nin ifade ettiği gibi, “Bu dil tanıtmış bize bu dünyada her şeyi/Bu dil ecdadımızın bize miras verdiği..”

Gerisi laf ü güzaf, öyle değil mi?