Mehmet Hayati Özkaya’dan Eski Unutulmaz Aşkları Çağrıştıran Bir Roman: Kıssa-i Aşk

“Leyla gelin oldu Mecnun Mezarda/Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda

Ateşten kızaran bir gül arar da,/Gezer bağdan bağa Çoban Çeşmesi.

Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar/Tarihe karıştı eski sevdalar

Beyhude seslenir, beyhude çağlar/Bir sola bir sağa Çoban Çeşmesi.”

 

                Leyla İle Mecnun, Kerem İle Aslı, Ferhat İle Şirin, Türk Halk Edebiyatı’nın/Klasik Edebiyatımızın ölmez eserleri olmalarının yanında, yaşanmış ve eşsiz aşk hikâyeleri olmaları ile de sembol haline gelmişlerdir. Ancak ne var ki, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Çoban Çeşmesi” şiirinde çok güzel ifade ettiği gibi eski aşklar, eski sevdalar tarihe karışmış, sıradanlaşmış ve hatta günümüzde sanallaşmıştır. İşin garibi eski şiir /şair, eski hikâye, eski roman ve dolayısıyla eski şairlerle yazarlar da yoktur artık. Bizden önceki kuşaklar mesela edebiyat öğretmenlerinin, tarih hocalarının adlarını söylediklerinde gıpta ederdik. Bizler bile o treni kaçırdık ki günümüzün gençleri ne yapsın; iş eğitim öğretimde bile sıradanlaştı. Derken, 4 – 5 Nisan 2015 tarihlerinde Almanya ve Fransa’da aynı programlara katıldığımız Hayati Özkaya, imzaladığı bir eserini takdim etti: Kıssa-i Aşk. Kitabın isminin önünde “Ece ile Mert” isimleri olmasına rağmen bende eski aşk hikâyelerini çağrıştırmış ve çok sevdiğim ve zaman zaman okuduğum Çoban Çeşmesi şiirini mırıldatmıştı. Bugün – yarın derken araya başka işler, başka okumalar girdi ve nihayet kitabı bitirdim.

 

Mehmet Hayati Özkaya bir eğitimci. Türk eğitimine önemli hizmetler veren Necdet Özkaya Ağabey’in, yine bir eğitimci olan ülkücü şehit Yavuz Özkaya’nın ve Adana Kültür Derneği Başkanı Oğuz Özkaya’nın kardeşi. Şiirlerinin yanında sahneye koyduğu tiyatro eserleri ve bir de böyle romanı var. Kendisinden yeni eserler beklediğimizi de belirterek Kıssa-i Aşk’ı kısaca tanıtabilirim artık.

 

Kitabın asıl kahramanları olan Ece ile Mert, tanıştıklarında henüz üniversite sınavlarına hazırlanan iki genç ama bu tanışmayı ve kıvılcımlanan aşkı asıl önemli kılan, Gülümce Kasabası’nda anacığı ile birlikte yaşarken Mert’in gördüğü rüyadır.  “Sevgili uğruna” yola çıkar çıkmasına da, anacığı Bahriye Hanım görmüş geçirmiş kadındır. Yıllar önce, Mert daha mini minnacıkken babası Rıfat da “Çok para kazanıp geleceğim” diye terk-i diyar eylemiş ama bir daha dönmemiştir. “Aklını başına al evlaaat! Orası koca bir şehir, hiç gözünün yaşına bakmaz, seni bir çırpıda mum gibi eritir!..” dediyse de deli oğlan ne eder eder ve anacığını razı edip İstanbul’un yolunu tutar. Oysa kasabalarında, Akidci Nuri Usta’nın yanında çalışmakta, ustası onu kendi yerine yetiştirip kızı ile de  evlendirmeyi düşünmektedir. Mert’in hayali, düşü ise bambaşkadır. Koca şehirde hem çalışıp para kazanacak hem de dershaneye gidip üniversite sınavlarına hazırlanacaktır. Hem de, hem de o rüya var ya o rüya, belki de onu asıl çeken o rüyadır…

 

Mert,  ağzı laf yapan esprili, cevval ve becerikli bir gençtir. Hemen bir yayınevinde iş bulur. Bu iş, rüyasına giden yolun başlangıcıdır. Kitap dağıtımı için gittiği bir kitapçının kapısı önünde karşılaştığı  “İri, lacivert gözlü, kalem kaşlı, elma yanaklı; boylu poslu, endamlı, adı sanı bilinmez bir” kızı görünce adeta çarpılır ve donup kalır.

 

Belki bir  sırnaşmaktır ama Mert Ece’nin peşini bırakmaz. Esprilerinin yanında Ece’nin isminden yola çıkarak palindromlu (sayılar, kelimeler ve cümlelerin tersinden okunarak da aynı olması) kelimeler, sayılar, cümleler kurması ve Ece’den de bunu istemesi ile bir oyuna dönüşen iş muhatabının ilgisini çekmiştir. Bu ilgi giderek bir sevgiye, aşka dönüşür. Tanıştıkları tarih 10.02.2001’dir. Tersinden okununca da aynı tarihi veren palindromlu bir tarihtir bu.

 

Ece varlıklı bir ailenin kızıdır. Varlık, malulen emekli bir deniz subayı olan dedesi Bestami Bey’den geldiği için evde söz sahibi olan odur. Torununa rahmetli olan  hanımının adını verdiği için Ece’nin üzerine titremekte, Endüstri Mühendisliği okutarak fabrikasının başına geçirmek istemektedir. Ece ise bu durumdan sıkılmıştır. Otoriter dede zaten, 12 Eylül öncesi Ülkücü Hareketin içinde bulunup pek çok badire atlatan babası Turgay Bey’le  annesi Yasemin Hanım’ın evliliklerine de karşı çıkmış ama başaramamıştır. Bestami Bey şimdi bir rövanş almak için olsa gerek, üzerine titrediği Ece’yi yine askerlikten arkadaşı Cevdet Bey’in torunu Cemil ile evlendirmek niyetindedir. Akıllı bir kız olan Ece de bu oyuna katılır ve durumu idare etmeye çalışır. Nasıl olsa son oyunu oynayan kendisi olacaktır ve bundan oldukça emindir.

 

Bir tarafta bu oyun devam ederken öbür tarafta gerçekler ağını örmekte, Ece ile Mert’in aşkı filizlenip dal budak salmaktadır. Mert’in iş yerindeki pozisyonu da değişmiş, müdürü Ali Bey’le patronları Aydın Bey’in gözdesi haline gelmiştir. Artık ihalelere katılmakta, parlak fikirleri ve cevvallığı ile  şirkete itibar ve kazanç sağlamaktadır. Ece konusunda onlar da Mert’e destek olmaktadırlar. Turgay bey, kayınpederinin aynı oyunları eşi ve kendi üzerinde de oynadığı için tecrübelidir ve kayınpederine karşı bir hınç beslemektedir. Bu sebeple, Ece’nin babasını kendi yanına çekmesi kolay olur. Turgay Bey açıktan değil ama gizliden gizliye kızına arka çıkar. Ece’nin gittiği Dershane’deki Rehber Öğretmen Selim Bey de olgun, aklı başında yol göstericiliği ile Ece ile Mert’e destek olmaktadır. Peşlerinde ise casus gibi dolaşıp olup bitenleri Bestami Bey’e rapor eden biri vardır: Cemil. Bestami Bey ona, meşru – gayrimeşru her yolu deneyip aralarını açması için yetki vermiştir. Nitekim tuttuğu adamlar bir buluşma öncesi Metro Durağı önünde Mert’in elindeki çiçekleri alıp yere atarak parçalar ve kendisini de hırpalarlar.

 

Mert aslında bir değil iki takip altındadır: Bestami Bey’in Cemil aracılığı ile tuttuğu adamlar ve ihale mafyası! Ancak asıl ve acı olan sürpriz, ihale mafyasının arkasında Gülümceli Rıfat’ın olmasıdır. Mert’in, Ece’yi evlerine bıraktığı bir akşam karanlığında da ayaklarından vurulup kimlikleri alınır. Durumu oldukça ağırdır. Kimliklerin aslı Gülümceli Rıfat’a, fotokopisi ise Mert’in şirketine gitmiştir. Haliyle iki tarafa da ateş düşer. Talimatı üzerine vurulanın kimliği kendisine ulaşınca Rıfat önce sevinirken, kimliği eline alıp inceleyince küplere biner; çünkü vurulan hala kasabalarında anası ile birlikte sandığı özbeöz oğlu Mert’tir. Adamlarına demediğini komaz ama bir yanlışlık olmuş ve asıl patron ya da müdür Ali Bey yerine Mert vurulmuştur. Rıfat, vicdan azabı içindedir ve çareler aramaktadır. Sonunda yine mafya yöntemlerini kullanarak Mert’in yatmakta olduğu hastaneye bahçıvan kimliği ile girer ve haftanın üç günü oğlunun odasını çiçeklerle donatır, aylar sonra yürüme talimlerine başladığında da koltuğuna girip destek olur. Aralarında garip bir bağ kurulmuştur. Mert’in yattığı odanın numarası da palindromludur: 303!

 

On ay sonra koltuk değnekleri ile yürüyecek duruma gelince taburcu olan Mert’e, şirketi tarafından bahçeli bir ev tutulmuştur. Anası Bahriye Hanım da İstanbul’a getirildiği için birlikte kalırlar. Bahriye Hanım artık Ece ile de tanışmıştır. Ancak ne var ki Ece, mafya işinden ve şirket bağlantısından habersiz olarak bütün bu olup bitenleri dedesinden bilmekte, ona olan hıncı giderek artmaktadır. Kazanmış olduğu Mimarlık öğrenimine İtalya’da devam ederse olayların durup belalardan kurtulacakları düşüncesindedir. Yaptığı müracaat kabul edilir ve İtalya’ya gidecektir. Mert elbette bu habere üzülür ve sitemler eder ama çare yoktur, Ece gider.

 

Ece İtalya’da iken evde canı sıkılan Mert, şirketinin önayak olması ile bahçelerine kurulan bir ebru atölyesinde özel tutulan hocadan dersler alır ve kısa zamanda işi kavrayarak güzel eserler çıkarmaya başlar. Yaptığı eserler şirketin kataloglarında ve yayınladığı başka eserlerde kapak resmi olarak kullanılmaktadır.

 

İtalya’da bulunduğu süre içerisinde özellikle dedesi ile hemen hiç irtibatı olmayan Ece, okulu bitirip mimarlık diplomasını aldığında bile ailesinden habersiz, şirketin organizesi ile İstanbul’a getirilir. İstanbul’da onu bir sürpriz beklemektedir. Henüz koltuk değneklerinden kurtulamamış olan Mert, şirketin Halkla İlişkiler ve Tanıtım Müdürü olmuştur. Şirketteki kutlamadan sonra hiç ailesine haber vermeden aile fertleri fabrikada iken evlerine gider ve odasına çekilir. Bu sürpriz anne ve babasını sevindirirken, torunundan yüz bulamayan dede Bestami Bey felç geçirir. Çünkü Mert’in başına gelen vurulma olayı ile ilgisi olmadığını torununa bir türlü anlatamamıştır. Ece ise bu defa Yüksek Lisans için yeniden İtalya’nın yolunu tutar. Mert de bir sürpriz yaparak en uygun zamanda onu ziyaret edecektir.

 

Tam da bu sıralarda bir mafya hesaplaşması sonunda Gülümceli Rıfat’ın öldürülmesi her şeyi açığa çıkarır. Mert, hastanede kendisine arkadaşlık eden Bahçıvan Rıza’nın aslında babası ve asıl adının da Rıfat olduğunu o zaman öğrenir. Gülümceli Rıfat’ın bütün serveti oğluna kalmıştır ve köylerine bir kütüphane yapılmasını vasiyet eder ancak Mert, o serveti kullanıp kullanmamakta tereddüt etmektedir.

 

Şirketin tanıtım ve organizasyon işlerinde bir hayli mesafe kateden Mert, artık iyice dost oldukları Selim Bey’in hazırladığı Türk Eğitim Tarihi’ne ait kitabın tanıtım ve imza günü için de bütün hazırlıkları tamamlamış, talimatlarını vermiştir. Koltuk değneklerini de atmayı başardığı için İtalya’ya gider. Orada Ece ile buluşup gezdikten sonra imza gününe onu da getirip bir sürpriz daha yapmak niyetindedir ancak asıl sürprizle kendileri karşılaşırlar. İtalya’da tesadüf ettikleri ve Ece’nin liseden arkadaşı olup bir turist gemisinde kaptanlık yapan Cenk, onları Trieste’ye götürmek üzere gemisine alır ve denize açıldıktan sonra planını uygulamaya koyar. Yemekler hazırlanmış, masa kurulmuş, yüzükler getirilmiştir. Cenk, “Denizcilik hukuku ve gemici ananesine göre” nikâhlarını kıyarak onları karı koca ilan eder.

 

Gemide geçirilen geceden sonra planlandığı gibi en yakın havaalanından İstanbul’a uçacaklar ve Selim Hoca’nın imza gününe yetişeceklerdir.

 

Kimseye haber vermeden geldikleri İstanbul’da kiraladıkları bir otomobille İstanbul’u dolaşırken direksiyon başında adeta sevinçten uçmakta olan Ece farkında olmadan otomobili de uçurmaktadır. Keskin bir virajı dönemez ve araç savrulur. Ece oracıkta hayatını kaybetmiş, Mert yaralanmıştır. Tarih, tıpkı dokuz yıl önce tanıştıkları 10.02.2001 tarihi gibi yine palindromludur: 01.02.2010.

 

Doğu Kütüphanesi Fener Yayınları Telefon (0212)52027190"