Osman ÇAKIR’dan Bir Cumhuriyet Çocuğunun Hayat Hikâyesi: İdris YAMANTÜRK

“Mısırı kuruttun mi, ambarda duruttun mi/Nenen çarık giyerdi, bunları unuttun mi?” Bu Karadeniz türküsünü hepimiz biliriz de nenemizin, dedemizin hatta ve hatta anamızla babamızın neler görüp geçirdiklerini, bizler için nelere katlandıklarını bile unutuveririz.

 

Türkiye’nin önde gelen iş adamlarından İdris Yamantürk ise bunu unutmayanlardan biri. O, 1926 yılında, Çamlıhemşin’in 16 haneden oluşan Ortan Köyü’nde 66 yaşında bir babanın beşinci karısının ilk çocuğu olarak doğuyor. O yıllar malum; İmparatorluk bitmiş, verilen İstiklal Savaşı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve yurdun her tarafında yokluk, yoksulluk kol geziyor. Daha ilkokul ikinci sınıfta iken babası rahmete kavuşuyor. Babasından kendisine kalan yalnızca yamalı bir kadife pantolon ama güzel bir öğüt: “Oğlum, mesul olmadığın işlere karışma!”

 

Küçük İdris ilkokul öğrencisidir de, o yıllarda Çamlıhemşin’de bulunan 16 yerleşim yerindeki köylerden yalnızca ikisinde üç sınıflı ve tek öğretmenli okullar vardır. Ortan’a en yakın olan okul 6 kilometre uzaklıkta bulunan Vicealtı Köyü’ndedir ve karlı kış günlerinde bir metrelik karlara bata çıka her gün 12 kilometre yol yürümek kolay değildir. Ayaklarında bırakın botu, ayakkabıyı; buldukları zaman yamalı bir çarık vardır, çoğu zaman da yalınayaktırlar.  Tabii, ellerinde de sınıftaki sobada yakılacak odunlar!..

 

Bunları nerden mi öğreniyoruz? Daha önce de “Nevzat Kösoğlu İle Söyleşi – Hatıralar Yahut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi” isimli kitabı hazırlayan Osman Çakır kardeşimizin, Sayın Yamantürk’le yaptığı konuşmaların derlenip toparlanıp sayfalara dökülmesinden oluşan ve “Bir Cumhuriyet Çocuğunun Hayat Hikâyesi: TÜRK MİLLETİ’NE BORCUMUZ VAR” isimli kitaptan.

 

Babasının vefatı üzerine 12 yaşında iken evin mesuliyeti üzerine kalan, hem okuyup hem de yaz aylarında katırcılık yaparak köylülerin ihtiyaçlarını karşılayan, yılda iki defa göç yaşayıp mezraya ve yaylaya çıkan, küçük topraklarında mısır yetiştiren ve ayağında hep yamalı çarıkla gezen İdris Yamantürk şimdi 90 yaşına gelmiş ve Türkiye’nin önde gelen iş adamlarından biri. Yapıp yönettiği modern yollar, köprüler, enerji santralları, barajlar modern Türkiye’nin nişaneleri gibi duruyor. Çünkü O, “Büyüyünce fukaralığı yenmek” için yola çıkmış ve başarmış biri olarak; “Doğduğum ve çocukluğumu yaşadığım Hemşin’i seviyorum ve diyorum ki: Bir daha dünyaya gelecek olsam yine Hemşin’de ve aynı ana ve babanın evladı İdris olarak dünyaya gelmek isterdim!” diyor. Yalnız, masum bir dileği daha var: “Ama yalın ayak olmasa iyi olur!..”

 

Günümüzün şımarık nesli ise “O mahiler ki derya içredirler deryayı bilmezler” misali yiyip içtikleri nimetin, içinde yüzdükleri imkânların kıymetini bilmeden yaşayıp gidiyor.

 

Muhterem Yamantürk’ün, hayat mücadelesinin anlatıldığı bu kitabı “Sayın Osman Oktay’a Sevgilerimle” notunu yazıp Türk Ocakları Genel Merkezi’ne bırakmasının üzerinden nerede ise iki yıla yakın bir zaman geçmiş. Ötüken Yayınevi’nin 1051 nolu yayını olarak neşredilen kitap daha ben okuyup incelemeden elden ele dolaştırıldığı için bizim eve dönüşü gecikti. Onun için bu da gecikmeli bir yazı oluyor ama olsun; böyle bir eseri ve böylesi hatıraları gündemde tutmakta fayda var.

 

Kitap on dört bölümden oluşuyor: “Çocukluğumun Hemşin’i, Erzurum’da Lise ve Harp Yılları, Teknik Üniversite ve İstanbul Günleri, Hayat Mücadelesi Başlıyor, 1960 Öncesine Ait Bazı Değerlendirmeler ve İş Hayatı, 1960 İhtilali Öncesi ve Sonrası, Ev ve İş Hayatından Kesitler, Parsan’ın Kuruluşu ve Yurtdışı Seyahatler, 1970’ten 1990’a, 1990 – 2000’li Yıllar ve Kayıplar-Kazançlar, Ortadoğu Ülkeleri İle İşlerimiz, Yeni Bir Yüzyıl ve Yeni İş Alanları, Yılların Deneyimi ve Gençlere Tavsiyeler, Herkesin Bu Millete Bir Borcu Var.”

 

Bu başlıklar, içi doldurulmadan bile çok şey anlatıyor ve aklıma Merhum Mehmet Çınarlı’nın “Böyle Bir Günde” isimli şiirinde yer alan şu dörtlük geliyor:

 

“Kadrini bilirsen hürriyetin,
Yediğin, içtiğin nimetin,
Bir parçası isen bu milletin
Bir gün gösterecek zaman gelir…”

 

Gerçekten de herkesin bu millete bir borcu var değil mi? Yazımın başında, Sayın İdris Yamantürk’ün çocukluk yıllarından ve kitabın birinci bölümünde anlatılanlardan birkaç örnek vermiştim. Sonra geldiği nokta ortada ve hürriyetin, yediği içtiği nimetin kadrini kıymetini bilmiş, borcunu ödemeye çalışmış. Kimya dalında Nobel Ödülü alan ilk Türk olan ve Mardin doğumlu olduğu için  patavatsızca sorular sorup kendisine bir “Kürt ya da Arap kimliği” biçmeye çalışanlara Ben Türküm, o kadar. Mardin'de doğmuşsam, Cizre'de de doğmuşsam, Kars'ta da doğmuşsam ben Türküm ve bu ödülü Türkiye Cumhuriyeti’ne borçluyum” diyerek okkalı bir tokat yapıştıran Prof. Dr. Aziz Sancar da bu kadri kıymeti bilen örnek insanlardan biri.

 

Daha önceleri de kendisine “hatıralarını yazması” telkin edildiği halde, “Milletimizin yüzde doksandokuzu Müslüman’dır ama Kur’an okuyan çok az, Milletimiz Cumhuriyet’in nimetlerinden faydalanıyor ancak Atatürk’ü tanıyanlar ve Atatürk’ü okuyanlar da çok az; beni niçin okusunlar? Bu sebeple yazmam” diyen Sayın Yamantürk, kitap için yaptıkları ön görüşmeler sırasında Osman Çakır’a, “Ben yalanı sevmem. Ömrümde yalan söylemedim sözü belki çok iddialı olur ama hep doğruyu söyledim. Tabii, her doğruyu da söylemedim” diyor. Bu söz, O’nun lise yıllarından arkadaşı olan büyük dava adamı Galip Erdem’in çeşitli gazetelerdeki daha ilk yazısında “Belki bu gazetede inandıklarımın hepsini yazamayacağım ama inanmadıklarımı asla yazmayacağım” ifadesi ile nasıl da benzeşiyor değil mi? İşte o nesil öyle idi… Yalan, riya, gösteriş bilmezler, kul hakkı yemezler,  vatanlarını – milletlerini severler ve işlerini en iyi şekilde yaparak borçlarını ödeme gayretinde olurlardı.

 

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Erzurum Lisesi’nde öğrenci olan İdris Yamantürk yokluğun ne demek olduğunu çok iyi bilmekte, memleketi olan Çamlıhemşin’e ve anacığını görmeye ancak yaz aylarında gidebilmektedir. Lise’den sonra Üniversite öğrenimi için Çamlıhemşin’den İstanbul’a gidebilmek ise büyük meseledir. O zamanın şartlarında yalnızca Ankara’ya gelişi bile nerede ise dokuz gün sürmüştür ve bunun bir de Ankara İstanbul yolculuğu vardır. Fen ağırlıklı öğrenim görmesine ve İstanbul Teknik Üniversitesi gibi teknik bir okulda elektrik mühendisliği okumasına rağmen sosyal ve kültürel alanlarda da faaliyet göstermiş, Fakülte Talebe Cemiyeti Başkanlığı yapmış, Türk Kültür Ocağı, Milliyetçiler Derneği, Türk Ocakları gibi kuruluşların müdavimi ve aktif üyesi olarak çalışmıştır. Bizler de O’nu Türk Ocağı’nın çatısı altında tanıdık. Bizler yönetimde olmamıza rağmen aksatsak bile O, ilerlemiş yaşına rağmen Genel Merkez’de geleneksel olarak sürdürülmekte olan Ocakbaşı sohbetlerinin en büyük müdavimlerinden biri olmaya devam ediyor ve fikirlerinden istifade ediyoruz.

 

Yamantürk, 1953 yılında İTÜ mezunu bir elektrik mühendisi olarak hayata atılıyor. Askerlik, evlilik, devlet ve özel şirketlerde çalışmalar ve tereddütler… Bu hengamede boş kalmamak için bakkallık yaparak geçinmeyi bile göze alır ve eşine sorar: “Türkan, bugün sana Mühendis İdris Bey’in hanımı diyorlar. Yarın Bakkal İdris’in karısı deseler rahatsız olur musun?”

 

Aldığı cevap şudur:

“İdris, evimize haram getirme, şerefsiz iş yapma, ne yaparsan yap; ben rahatsız olmam!”

 

Niyet hayır olunca akıbet de hayır oluyor ve 2 Ocak 1958 tarihinde iki ortağıyla birlikte bugün dünya çapında bir firma olan GÜRİŞ Kolektif Şirketi’ni kuruyor. Otuz bin lira sermaye ile kurulan bu şirket ortaklığı 1973 yılına kadar sürüyor ve yurt çapında pek çok güzel işe imza atıyorlar. İdris Bey o günler için, “Kendimiz günde 15 saat ve ayda otuz gün çalışıyorduk ve asıl sermayemiz bu idi” diyor ve ekliyor: “İtiraf ediyorum ki şans da arkamızdaydı. ‘Yürü ya kulum’ diyen bir sesi duymadım ama bunu yaşadım. O manevi gücü hep yanımda hissettim.”(Syf. 200)

 

Bu manevi gücü arkasına alan İdris Bey, 1968 yılında da altı ortaklı Parsan Makine Parçaları Sanayi Anonim Şirketi’ni kurar. Sonra yorulan ortakları bir bir ayrılır ama “Sıradağlardan daha büyük ümitlerim oldu” diyen Yamantürk, oğulları ile birlikte bu şirketin ürettiklerini Avrupa’nın bile aranan makası haline getirmeyi başarır.

 

Sonra başka işler, ortaklıklar, büyük projeler ve çalışarak, yapılan işin hakkını vererek kazanılan başarılar. Ama İdris Bey diyor ki, “Ben kimse ile yarışmadım. Okul hayatımda arkadaşlarımla, bugün de meslektaşlarımla yarışmıyorum. Yarışmamayı çocuklarıma da nasihat ediyorum. Kendinizle yarışın diyorum. Bugününüz dünden iyi değilse yarışmıyorsunuz demektir. Kendinizle yarış da budur. İnsanın iki günü birbirine eşit olmamalı.”(Syf. 70)

 

 Son söz yine O’nun: “Ben de herkes gibi bu ülkenin çocuğuyum. Bu ülkeye borçlu doğdum, borçlu da öleceğim. Bizden sonra gelenler borca sahip çıkarlarsa ne ala. Bu borcun para borcu olduğu anlaşılmamalıdır; bu bir hizmet borcudur. Bu insanlar bizim milletimiz ve ben kendimi Türk Milleti’ne borçlu hissediyorum.”

 

“Biz çocuklarımıza sadece varlığımızı miras bırakmıyoruz. Bu ülkeye olan borçlarımızı da miras bırakıyoruz. Onlar bunu yürütecekler. Aksi halde ülke gelişmesini tamamlayamaz. Yarını bugünden iyi olmaz.” (Syf. 449)