“Gökkubbe” Altında “Yeni Ufuk” ve “Edebice” Yeni Umutlar

 

Ülkücü Hareket’in iki duayeni Rahmetli Nevzat Kösoğlu ile kulakları çınlasın, Özer Revanoğlu ağabeyler bir seyahat sırasında Torosların başında kiraz satan çocuklara rastlarlar. Hem onları sevindirmek, hem de yol yorgunluğunu gidermek maksadıyla durup kiraz alırlarken, biraz da çocuklara takılmak için, “Kirazlar kurtlu mu değil mi?” diye sorunca aldıkları cevap karşısında adeta çarpılırlar: “Kurtlu değil Ağabey… Biz ülkücüyüz; bizde yalan olmaz!..”

 

Ağlamaklı olmuşlar, sevinçten gözleri yaşarmıştır. Özer Ağabey, çocuğun başını okşayarak, “Gördün mü Nevzat, der. Artık şu işi bırakalım dediğimiz noktada böyle Torosların başında bile bir çocuk çıkıp bir laf ediyor, sonra kim tutar bizi!”

 

Bizler de özellikle son aylarda/yıllarda çok ümitsizliğe düştük. Bunda hem siyaseten ülkemizin sürüklendiği çalkantılı durum hem de camiamızın içinde bulunduğu hal etkili oldu. Ancak   halisane, beklentisiz, art niyetsiz bazı gayret ve çalışmaları, gençlerimizdeki azim ve kararlılığı görünce, duyunca gençlik yıllarımızda sahip olduğumuz aynı cehdi hatırlayıp moral buluyoruz.

 

70’li yıllarda henüz üniversite öğrencisi iken iyi-kötü elim kalem tuttuğu için o zamanlar camiamızın yegâne yayın organları olan Töre, Devlet, Bozkurt dergilerinin kadrosuna alınmıştım. Tamamen amatör bir ruhla çalışıyorduk. Başta Rahmetli Galip Erdem, İbrahim Metin, Sadi Somuncuoğlu, Nuri Gürgür ve yine Rahmetli Ayvaz Gökdemir Ağabeylerle o çatı altında tanıştım. Amatör bir muhabir olarak Rahmetli Başbuğ’un seçim gezilerine katıldım, makamında röportaj yaptım. Kısacası yayıncılığın nasıl ufuk açıcı ama bir o kadar da çetrefilli bir iş olduğunu iyi bilirim. Bir cümleniz, bir yazınız ya da haberiniz buluttan nem kapan birilerini ürkütür ve sigaya çekilirsiniz vs, vs.

 

Derken biz 1919 yılında dergileri kapattık, yayıncılığa son verdik ama yazı yazmayı sonlandırmadık. Sonraki dönemlerde yine iyi niyetlerle çıkan Sözcü, Genç Arkadaş gibi dergiler de uzun ömürlü olmadı, olamadı. Ben bunu bir türlü profesyonel olamayışımıza bağladım. Amatörlük sonunda bir yere kadardı. Özellikle 12 Eylül’den sonra dava yerine menfaatler ön plana çıktığı/çıkarıldığı, “evlad-ı ıyal” gailesi galebe çaldığı, sermayesizlik belleri büktüğü için de zaten istikrar sağlamak mümkün olmadı.

 

Günümüzde şartlar çok değişti. En azından dijital teknoloji yayıncılığa yeni ufuklar açtı, yeni boyutlar kazandırdı. Bizim zamanımızda olduğu gibi “hurufatlar”ı elle sıralayarak koca başlıklar yazmak, bir harf düşünce mesela en iddialı olduğumuz TÜRK kelimesi TRK olarak çıkınca Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan fırça yemek yok. “Dizgici”, “Mürettip” ve hatta “Mücellit”ler de yok artık. “Kalıplar” dağılıp bütün emekler boşa gitmiyor. Bilgisayar başına geçen ehil bir kişi pek çok işi yapabiliyor, hataları bir tuşa dokunuşla giderebiliyor…

 

Elbette iş bu kadar da kolay değil… Pop müziği pek sevmem ama hani, “Onun otomobili var, süper mi süper; bastı mı gaza gider mi gider, maalesef ruhu yok…” gibi sözleri olan bir parça vardı. Bilgiayarlar, dijital aletler her işi yapıyorlar ama maalesef ruhların yok. İşte bu “ruh” denen nesne de insanda var.

 

Askerlik görevime, Etimesgut Zırhlı Tümen Komutanlığı’ndaki Yedek Subay Okulu’nda Tankçı Asteğmenlik eğitimi alarak başlamıştım. 1974’teki “Kıbrıs Barış Harekâtı” sonlanmış, biz de 1975 Mart’ında asker olmuştuk. Komutanımız bizleri tankın etrafında topladıktan sonra şu soruyu sormuştu: “En korkunç silah nedir arkadaşlar?” Kimimiz tank, kimimiz top dedi, şu dedi bu dedi ama komutan bu cevapları beğenmemişti. Sorusunun doğru cevabını kendisi verdi: “En korkunç silah insandır arkadaşlar. İnsan olmasa şu tank demir-çelik yığınından başka bir şey ifade etmez!”

 

Günümüzde ülkemizde, çevre ülkelerde ve başka yerlerde yaşanan terör olayları da zaten en korkunç silahın insan unsuru olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koyuyor. Çünkü o toplar tüfekler, bombalar, makineler ruhtan, akıldan mahrum. Hareket etmeleri, iyi ya da kötü ne yapacaklarsa insanın yönlendirmesine muhtaçlar. “Canlı bombalar” olmasa tek başına bomba bir hiç!

 

Yayıncılık da böyle bir şey… Televizyon, internet, çarşaf çarşaf yayınlanan gazeteler, dergiler vs. Bunların kontrolü iyi niyetli kişilerin elinde ise mesele yok ama kötü niyetli kişilerin elinde bir nesli ve hatta nesilleri mahvedebilirler. Nitekim bunun örneklerini çokça görüyor ve elimizle, dilimizle önleyemediğimiz için de ancak buğz ediyoruz.

 

Böyle uzunca bir girişten sonra sözü “Gökkubbe” altında “Yeni Ufuk” ve “Edebice”  yeni umutlara getirmek istiyorum. Her üç dergi de genç, idealist ülkücü gençler tarafından o “dijital” aletlere ruh ve hareket vererek hazırlanıp yayınlanıyor. Biri Ankara, biri Denizli, biri Samsun/Bafra kaynaklı.

 

Gökkubbe, “Türk Dünyası Birlik Platformu” tarafından Ankara’da, “Türk Dünyası adına yeni şeyler söylemek için” üç ayda bir yayınlanıyor. Platform adına derginin İmtiyaz Sahibi Ahmet Alkan, Genel Yayın Yönetmeni Dr. Halit Gökalp Küçük, Yazı İşleri Müdürü Mert Çakır ve Yayın Koordinatörü Emre Kartal.  İletişim Adresi: www. gokkubbedergisi.org

 

Edebice, Samsun’un Bafra İlçesi’nde bir grup idealist genç tarafından iki ayda bir yayınlanacak olan ve yayınına yeni başlayan bir dergi. Dergi’nin İmtiyaz Sahibi Cahit Müderrisoğlu, Genel Yayıne yayınına yeni başlayan bir dergi. Dergi’nin İmtiyaz Sahibi Cahit Müderrisoğlu, Genel Yayın Yönetmeni Yaşar Vural, Yazı İşleri Müdürü Sabit Bayar. İletişim Adresi: bilgi@edebice.net, www.edebice.net

 

Yeni Ufuk ise Denizli Pamukkale’de doğup “Yeni ufuklara doğru” yelken açarak Türkiyemize dağılan aylık eğitim ve kültür dergisi. İmtiyaz Sahibi Mehmet Nuri Serbest, Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Berkan Sözer. İletişim: iletisim@yeniufukdergisi.com

 

Her üç dergi de gelecek için bizlere ümit veren gençlerin gayreti ile çıkıyor. Gökkubbe’nin Yayın Koordinatörü Emre Kartal Türk Ocakları Genel Merkezi’nde de görevli ve internet sitesi ile basın-yayın işlerine bakıyor. Edebice’nin Yazı İşleri Müdürü Sabit Bayar zaman zaman telefonla arayıp hem yazı istiyor hem de bazı konuları danışıyor, Yeni Ufuk Dergisi’nin Ankara temsilcisi kızlarımız da bizi yalnız bırakmıyorlar. Yeni Ufuk’ta, gelecekte iyi bir yazar ve edebiyatçı olacağına yürekten inandığım yeğenim Ahmet Çağlar’ın yazı ve hikâyelerinin de çıktığını söylemeden geçemeyeceğim.

 

Sonuç olarak, Rahmetli Nevzat Ağabey, yerinizde rahat uyuyunuz ve Özer Ağabey, geleceğe ümitle bakmaya devam ediniz. Yıllar önce size Torosların başında “Biz ülkücüyüz Ağabey, bizde yalan olmaz” diyen gençlerin peşinden gelenler de bizi ümitlendiriyorlar. Demek ümitler hiç solmayacak ve “Gökkubbe”nin altında “Yeni Ufuk”lar açılırken “Edebice” yeni umutlar taşımaya devam edeceğiz.