KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE
Son yıllarda dünyada meydana gelen sosyal, kültürel ve teknolojik gelişmeler, ülkeler arasındaki ekonomik farklılıkları daha belirgin hale getirmiş, ancak ülkeleri birbirine yaklaştırırken, iletişim ve ulaşım alanındaki baş döndürücü gelişmeler, mal, hizmet, sermaye ve hatta bilginin daha ucuz ve hızlı bir şekilde serbest dolaşmasını mümkün kılmıştır. İktisadi açıdan konuya baktığımızda; ticaret, sermaye hareketleri ve teknoloji akımının transnasyonal bir özellik kazanarak yayılması ve yoğunlaşması, ekonomileri birbirine bağlamaktadır. Bu tür bağımlılıklar ise devletlerin sınır aşan ekonomik ilişkiler üzerindeki kontrolünü azaltmaktadır. Açık bir şekilde ifade etmek gerekirse; . Küreselleşme olgusunun, milli ekonomilerin birbiriyle çok daha fazla ilişkili hale gelmesine yol açtığı herkes tarafından artık kabul edilmektedir. Bir yandan Dünya Ticaret Örgütü üyeliği bir yandan bölgesel ekonomik veya siyasal birlikler (AB, ASEAN, APEC ki bunların en önemlisi AB’dir) bu ilişkileri artırdı. Sonuç olarak karşımıza milli devletlerin ekonomi politikası uygulamasında iktidarsızlaşması olgusu çıktı. Bunun en tipik örneği dış ticaret politikasında görülüyor. Küresel sisteme dâhil olan ülkelerin hiçbirin Dünya Ticaret Örgütü prensiplerine göre, artık eskisi gibi ithalata sınır koyma, tarife artırma, kota uygulama gibi yetkileri kullanamıyor. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi başka iktidarsızlıkları da birlikte getirdi. Bu yeni sisteme dalgalı kur ya da ona benzer bir kur mekanizması eşlik ediyor. Öyle olunca bir kur politikası uygulamanın pek de imkânı kalmıyor. Bugün artık ekonomi politikası denildiğinde yalnızca iç vergilerle oynamak ve faizleri etkilemekten başka pek bir politika seçeneği akla gelmiyor.
ABD’de düşük gelir seviyesindeki tasarruf sahiplerine kullandırılan riskli konut kredilerinden kaynaklanan kriz, ilk olarak 2007 yılının başında kendini göstermiştir.
ABD’de mali kriz varlıklara dayalı senetlerden kaynaklandı. Bunlara özellikle yapılandırılmış yatırım aracı deniyor. Yani bir tür türev. Krizin failleri olarak aracılar, hedge fonları, para piyasası fonları ve banka dışı mortgage kredisi kuruluşları görülüyor. Varlık piyasasında aşırı şişkinlik hem faizlerin artması, hem de belirsizliklerin artması nedeniyle patladı. İlk aşamada yapılandırılmış yatırım araçları sistemi çöktü. Böyle olunca da ödeme sıkıntısı oluştu. Bunun sonucunda büyük bankalar battı veya devlet güdümüne girdi. Birçok ipotek şirketi de iflas etti.
Amerika Birleşik Devletlerindeki, basit olarak ifade edersek, konut kredilerinin geri ödemelerinde yaşanan sıkıntının artmaya başlaması sonucunda derinleşen bu kriz, küresel krize dönüştü, hem uluslar arası sistemi hem de dünyada reel ekonomik büyümeyi önemli ölçüde etkiledi. Bunun sebebi ABD’nin Dünyanın en büyük ekonomisi olmasının yanında, yukarıda sözünü ettiğimiz milletler arası ilişkiler ağının giderek güçlenmesidir. ABD bu ekonomik çöküntüye rağmen hâlâ dünyanın en büyük ekonomisi ve 14,4 trilyon dolar olan milli geliri d dünya’da elde edilen toplam milli gelirin yüzde 25’ini oluşturuyor. Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya ve Japonya’nın milli gelirlerinin toplamı bile 12 trilyon dolar ediyor. Bu nedenle, ABD ekonomisindeki bir gelişmenin dışındaki ekonomileri etkilememesi kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Krizin getirdiği yavaşlama önce Avrupa’yı, sonra da bütün Dünyayı etkilemeye başladı. Başta ABD ve AB Ülkeleri devlet ve hükümet başkanları ülkelerinin krizden zarar görmemesi için büyük bir çaba içerisindeler. ABD’nin Temsilciler Meclisinden geçirdiği 850 milyar dolarlık çözüm paketinden sonra, Avrupa Birliği dönem başkanı Fransa’nın önderliğinde toplanan 14 Avro ülkesi ve İngiltere küresel krize karşı ortak hareket etme ve ulusal çapta krizi üstlenme kararı almasıyla birlikte “Avrupa paketi” diyebileceğimiz toplam 2,5 trilyon doları aşan bir paket gündeme aldılar. Hatta Almanya ve Fransa bankalar arası kısa vadeli borçlanmalara garanti vererek, bunun için fon ayırdılar.
Öyle anlaşılıyor ki; global krizin derinleşerek küresel bir krize dönüştüğü ve hem uluslar arası sistemi hem de dünyada reel ekonomik büyümeyi önemli ölçüde etkileyeceği anlaşılmış bulunduğundan, bütün ülkeler tedbir alma yolunda büyük bir çaba içerisine girmişlerdir. Ne var ki Türkiye’de içimizi rahatlatacak bir çalışma görmemekteyiz. Her ne kadar, Amerika’da ve Avrupa’da yaşayanların tasarrufları genelde banka mevduatlarında değil, emeklik fonlarında, tahvilde bonoda, borsada olduğundan, mali açıdan onları daha fazla etkilemesi söz konusudur. Bu ülkelerin yöneticileri sorunun banka mevduatlarına bulaşmamasına önem veriyor. Güven vermek içinde birçok ülke mevduatlardaki devlet güvencesi sınırını artırdı. Ülkemizde ise çok az kimsenin birikimleri borsada ve yatırım fonlarında, hemen tamamına yakın bir kısmı döviz ve Türk Lirası olarak mevduat bankalarında, bu bakımdan vakit geçirilmeden kamuoyuna gerekli güveni sağlayacak tedbirlerin alınarak açıklanması kaçınılmazdır.
Küresel krizden az veya çok bütün ülkelerin etkileneceği ortada iken, kriz bizim için bir fırsat olabileceği teraneleri biraz ciddiyetten uzak görünüyor. Belirsizliğin ortada olduğu bir ortamda yatırımcıların çok daha çekingen davranması, getirisine bakmadan, riski düşük bulduğu yatırımlara yönelmesi söz konusudur. Güven bunalımının yaşandığı bir ortamda, Türkiye’nin kırılgan ekonomik yapısını değerlendiren yabancı yatırımcıların kaynaklarını Türkiye’ye akıtacakları tezi fazla iyimserlik olur. Türkiye için fırsat; üretim ve istihdamın artırılması ve buna dayalı büyümenin hızlandırılmasına, ihracatın artırılarak döviz gelirinin yükseltilmesine, yabancıların mali sektöre değil de, sabit sermaye yatırımı yapmasına, yani; fabrika kurmasına ve nihayet döviz açığını kapatmak için ucuz ve kolay kredi bulması ile sağlanmış olur. Acaba küresel kriz ortamında bu şartlar sağlanabilir mi?
Türkiye’de krizden etkilenme kısa vadede olmasa bile, zaman içerisinde varlığını gösterecektir. Zira bütün ülkelerde alının tedbirler etkisini gösterse bile ekonomide güven ortamının sağlanması kısa bir sürede gerçekleşmez. Küresel krizin etkilerini zaman içerinde kabaca ifade edersek iki kanaldan hissetmemiz mümkün.
Birisi portföy yatırımları yoluyla; Türkiye’ye borsa üzerinden gelen sıcak para girişinin yavaşlaması, mali sistemimizin sendikasyon kredilerini yenileme safhasında zorluklarla karşılaşması, bankalarımızın ve özel sektörün dışarıdan kredi bulmaların zorlaşması söz konusudur. Bu durum ödemleler dengesi finansmanında sıkışıklık, daralma anlamına gelir. Zira eldeki verilere göre; cari açığın finansmanı 2006 yılında %12’si, 2007 yılında %56’sı, bu yılın ilk altı ayında ise; %60’ı dış borçlanma ile finanse edilmiştir. Bundan böyle, cari açığı kapatabilmek için dış borç bulmak artık neredeyse hayal.
Türk ekonomisinin etkileneceği diğer kanal ise ticarettir. Durgunluğa girecek olan ABD ve Avrupa ekonomilerinden mallarımıza ve turizm sektörümüze olan talep orta vadede azalacak, neticede ekonomimiz yavaşlayacak, istihdam bundan etkilenecek, yani; işsizlik daha da artacaktır. Ferdi talep düşecektir.
Sonuç olarak; Dış kaynak bulma imkânlarının zorlaşması, ihracat ve turizm geliri elde etme imkânlarının azalması, yatırım ve tüketim harcamalarının azalması, hiç arzu etmediğimiz halde, reel sektörün bundan büyük zarar görmesi sonucunu doğuracaktır. Onun için laf üretmek yerine bir an evvel alınacak ve alınan tedbirler açıklanmalı ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır.