CİCA, BM Güvenlik Konseyi Toplantıları ve Küresel Adalet
CICA (Asya İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konfreansı) Üçüncü zirvesi İstanbul’da toplandı. CICA’nın dönem Başkanlığını yürütecek olan Kazakistan, 2010 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütünün de dönem Başkanı olması dolayısıyla, CICA dönem Başkanlığını Türkiye’ye teklif etmiş, Türkiye de bu görevi üstlenmeyi kabul etmişti. Şüphesiz bu diplomatik paslaşma, iki ülke arasındaki ilişkilerin yakınlığını gösteren menuniyet verici bir gelişmedir.
Toplantının sonuç bildirisi, CICA’nın mevzuatına göre katılımcı ülkelerın oybirliğiyle kabul ediliyor; başka bir ifadeyle her üye ülkenin veto yetkisi var. Hal böyle olunca sonuç bildirisinde İsrail’e kınama çıkmadı. Bunun yerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dönem Başkanı olarak yaptiğı konuşmada, bir üye dışında bütün üyelerin Gazze’ye yardım gemilerini durduran İsrail’i şiddetle protesto ettiğini ifade etti.
Bundan bir gün sonra yapılan BM Güvenlik Konseyi Toplantısında İran’a yaptırım uygulanması, Brezilya ve Türkiye’nin red, Lübnan’ın çekinser oylarına karşılık 12 oyla kabul edildi. CICA’nın sonuç bildirisinde de Dünya’nın nükleer silahtan arındırılması ve uluslararası terör tanımının BM tarafından bir an önce yapılması isteniyordu.
* * *
BM Güvenlik Konseyinin İsrail’i kınama kararının istediğimiz sertlikte olmaması, İran’a yaptırım uygulanması, uluslararası terörün BM tanımının halen yapılamamış olması, BM İklim Değiikliği Çerçeve Sözleşmesinin uygulama süresinin, yeni parametrelerle halen uzatılamamış olması gibi bir anda akla gelen konular bir kuşkuyu ister istemez gündeme taşıyor: BM’de ve diğer uluslararası örgütlerde herkesin eşit söz hakkına sahip oldugu adil bir uygulama yerine, kağıt üzerinde böyle yazmakla birlikte kimilerinin daha fazla söz hakkına sahip olduğu bir ortam var.
Pratikte bundan sızlanmanın bir yararı yoktur. Tersine bu adil olmayan durumu düzeltmenin yolu, BM’de etkili hale gelmek, yani güçlü olmaktır. Türkiye, genç nüfusuyla, bu genç insanın girişimci potansiyeliyle, bölgedeki imajıyla bunu yapabilecek durumdadır.
Milletlerin kültürleri arasında, başkalarına yaşama ve söz söyleme hakkı verme bakımından da farklar vardır. Şu anda küresel hakimiyeti ve dolayısıyla uluslararası örgütlerde kontrolu elinde bulunduran ükelerin zihni donanımları, uluslararası örgütlerin yönetim ve uygulamasını, adaletle değil, kendi menfaatlerine göre yapma itiyadındadır. Aralarında bizim de bulunduğumuz birçok doğu kültürü ise diğergamdır. Bunların hangileri olduğu özgün bir çalışma konusudur. Ancak bu diğergamlığı sağlayan zihni muhtevanın dibacesini oluşturan unsurlar arasında İslam ve Türklük önemli bir yer tutar.
Dolayısıyla yerküremizde en güçlü bu batılılar olduğu sürece BM’de hakkani bir yönetim beklenemez. BM’de hakkani, adil bir yönetim ve uygulama bizim güçlü olmamızla mümkündür.
* * *
Küreselleşme başka alanlarda değil ama adalet alanında elzemdir. Küresel adalet sağlanmazsa yeryüzünde nimetlerle külfetlerin dağılımında toplumlar içi ve toplumlar arası dengesizlik devam edecektir. Dahası, diğerlerine diş geçirebilen ülkeler, özellikle iklim değişikliği konusunda, kendi menfaatlerini koruma uğruna yeryüzünün yok olmasını umursamamaya devam edeceklerdir.
Görülüyor ki, milliyetçilikler arasında da milli kültürlerden kaynaklanan farklar vardır. Her milletin milliyetçiliği tabii olarak o milletin zihni ve manevi kültür kodlarından nemalanır. O halde diğergam külturlerin milliyetçiliği de evrensel değerlere sahiptir ve evrensel teklifler yapar.
Almanya’da yaşayanlar bilir. Yabancıya davranış kalıpları bizimkinden ne kadar farklıdır. Şu anda büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış apartman kültüründe bile, komşular arasındaki ilişkileri düzenleyen normlar batıdakindan farklıdır; yeni taşınan bir aileye, hastaya, muhtaca yardım hala ahlaki bir zorunluluktur.
Kıyamet bir gün kopacaktır. Ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Biz insanoğlunun vazifesi o bilinmeyen güne kadar iyi yaşamak, bunun için yeryüzüne ihtimam göstermektir. Aksi takdirde yok olan yeryüzünde benim milletim de yok olacaktır.
BM’de ve diğer uluslararasi arenalardaki tartışmaları takip edenler rahatlıkla görecektir ki, bu kadar düz bir mantığı kavramak bile ancak bazı milliyetçiliklerin nasibinde vardır. Çok şükür ki Türk Milliyetçiliği onlardan biridir.
Küresel güç haline gelebilen kültürler, kendi zihni ve manevi kodlarına uygun bir küreselleşme anlayışı geliştiriyor. Amerika’nın yönettiği küreselleşme işte bugün gördüğümüz “fast food” küresellleşmesidir. Avrupa’nın güdümündeki küreselleşme ise, gladyatörlerden ilahlar yapan paganist geçmişin devamı gibidir; arenalardan satadyumlara... Bizimki ise “Nizam-ı Alem” idi. Bugün de bizim gücümüzün alamet-i farikası “Küresel Adalet” olacaktır.