TERÖRLE MÜCADELE VE BÖLGEMİZDE HÂKİMİYET MÜCADELESİ
Türkiye çok önemli günler yaşıyor. PKK terör örgütünün Şırnak ve Hakkâri’de kurduğu pusular, yaptığı baskınlarla Ramazan Bayramından önce 16, bayramdan sonra Dağlıca’da 13 Mehmetçiği şehit etmesi, 14 Kasım’da Tunceli kırsalında 1 üsteğmen, 3 er ve erbaş toplam 4 Mehmetçiğimizin şehit olması yüreklerimizi dağladı. Dağlıca pususunda 8 er esir düştü veya PKK’ya kendileri teslim oldu. Bunların, Başbakanın Amerika ziyaretinin hemen öncesinde, DTP’li milletvekillerinin ve Irak’ın kuzeyinde bölgesel yönetimin İçişleri Bakanı’nın aracılığıyla serbest bırakılması vesile yapılarak sergilenen manzara, Türkiye karşıtı ittifakın içimizdeki ve dışımızdaki uzantılarını gözler önüne serdi.
Başbakanın Amerika Başkanı ile görüşmesinin gündeminde sadece PKK mı vardı? Amerika’nın bölgeye yönelik projeleri, İsrail – Filistin – Lübnan – Ürdün – Suriye ilişkileri, İran üzerinde uygulamaya çalışılan baskı ve bu baskıya karşı İran’ın başta Rusya olmak üzere bulduğu destek, Pakistan’da Butto krizi düşünülünce, Amerika’nın Türkiye’den, Türkiye’nin de Amerika’dan beklentileri, PKK terörü etrafında oluşmuş bir problemler yumağına ilişkin olmak gerekir. Yani, Türk Ocaklarının 8 Kasım 2007 tarihli Basın Açıklamasında da belirtildiği gibi[1], olayın sadece kendisinden, yani görünenden ibaret olduğunu sanmamalıyız.
Türkiye, PKK probleminin iç boyutunda, huzur ve sükûn için gerekli güvenlik tedbirlerini hiç ihmal etmezken, bunun yanında bölgedeki vatandaşlarımızın ülkeye ve devlete bağlılığını koruyacak ve artıracak eğitsel, sosyal ve kültürel projeleri geliştirmelidir.
Problemin dış boyutunda da, PKK’nın sağladığı uluslararası desteği her yönüyle değerlendirmek durumundayız. Unutulmamalıdır ki, hain teröristlerle mücadelemizde kimin bize destek vereceği, kimin sessiz kalacağı, kimin gizli ve hatta açık olarak PKK’ya destek vereceği, bölgedeki hâkimiyet mücadelesinden bağımsız değildir.
Amerika, 1992’den itibaren, bölgede varlığını, Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmak niyetiyle, pekiştirmeye çalıştı. 11 Eylülden sonra, konjonktürden kaynaklanan psikolojik ortamda, Afganistan’a oldukça geniş bir uluslararası destekle girdi. 2003 Mart’ında Irak’ı işgal ederken bu defa aynı desteği bulamadı. Ama, BM, AB, Rusya gibi faktörleri dikkate almadan bölgede kalıcı bir şekilde yerleşmeye devam etti.
İran’ın, İsrail’e komşu ülkelerdeki özellikle Şii ve diğer Müslüman unsurlar üzerinde etkisi ve Nükleer enerjiye sahip olma konusunda istekli olması, Amerika’yı ve stratejik müttefiki İsrail’i rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık Amerika’yı, İran üzerinde baskı kurmaya ve ekonomik ambargo uygulamaya sevk etmiştir. İran’ın sahip olduğu ve olacağı nükleer potansiyeli silâh olarak kullanmayacağı konusunda verdiği güvence Amerika tarafından inandırıcı bulunmamaktadır. Amerika’nın İran’a ekonomik ambargo uygulama talebine Avrupa ülkelerinden olumlu cevap gelmiş, Japonya ise, İran’la ticaretinde henüz bir kısıtlamaya gitmemiştir.
Şanghay İşbirliği Örgütünün (ŞİÖ) iki hâkim unsurundan Rusya, İran’ı destekleyen tutumunu sürdürmektedir. 16 Ekim’de Tahran’da yapılan “Hazar’da Kıyısı Olan Ülkeler Doruğunda” İran’a destek mesajları verildi, sonuç bildirgesinde Hazar’a sınırı olmayan ülkeleri bölgede etkisiz kılmaya yönelik kararlar çıktı.[2] Yani İran, ABD’ye karşı başta Rusya olmak üzere bölge ülkelerinin desteğini aldı. ŞİÖ’nün diğer önemli unsuru Çin de İran’la siyasi ve ekonomik ilişkilerini sürdürmektedir. Rusya ve Çin, İran’ın BM’de güvendiği iki güç konumundadır.
Türkiye, İran’la doğal gaz konusunda Temmuz 2007’de bir ön mutabakat imzalamıştır. Amerika buna karşı rahatsızlığını ABD’nin Ankara büyükelçisi Ross Wilson’un ağzından “ön mutabakat belgesi, Türkiye ve ABD’nin on yıldan beri üzerinde çalışmakta olduğu Hazar Havzası doğalgaz kaynaklarının geliştirilmesi ve boru hatlarıyla bu kaynakların Türkiye ve uluslararası pazarlara taşınması çalışmalarını ciddi biçimde sekteye uğratabilir” sözleriyle dile getirmiştir.[3]
Amerika’nın İran’a uyguladığı yaptırımlar arasında, PEJAK da vardır. PKK’nın İran sürümü diyebileceğimiz bu terör örgütüne Amerika’nın her konuda destek sağladığı söylenmektedir. Oysa PEJAK’a verilen desteği, PKK’nın da kullanması mümkündür ve Amerika’nın bunu hesap etmemesi düşünülemez.
Dolayısıyla PKK ile mücadelemizin, en başta da ifade edildiği gibi, olayın kendisi dışında birçok iç ve dış faktöre bağlı olduğu açıktır. Mesele burada, Türkiye’nin tavrıdır. Gerçekten zor bir dönemeçteyiz.
Bölgedeki hâkimiyet mücadelesi bakımından Türkiye, Rusya-İran ekseninin taşıyamayacağı bir ülkedir. Çünkü Türkiye’nin bölgede İran ve Rusya’ya alternatif olacağı ve Türk Cumhuriyetleri nezdinde her zaman bir insiyatif geliştirebileceği endişesini her iki ülke de taşımaktadır. Amerika-İsrail-AB ekseninde de halen ciddi problemlerimiz var. Bu problemlerden birisi, PKK konusunu bizden farklı algılamalarıdır. Yukarıda sözü edilen basın açıklamasında da değinildiği gibi, batılı ülkelerin yöneticileri, diplomatik ifadelerin ötesinde, PKK’yı, Türkiye’nin huzur ve güvenliğini tehdit eden düşman bir terör örgütü olmak yerine, himaye edilmesi gereken mağdur bir etnik grubun hakları için mücadele veren bir örgüt şeklinde algılamaktadır.
Sözün kısası Türkiye, Rusya ile Amerika arasında “ne İsa’ya ne Musa’ya”, hatta “kırk katır mı kırk satır mı” konumundadır. Onun için kendi göbeğimizi kendimiz kesmek durumundayız. Türkiye’nin menfaatleri, yakın vadede İran’ın doğalgazından yararlanmayı, uzak vadede Hazar kaynaklarını Türkiye’den Akdeniz’e ulaştırma projesini gerektirmektedir. Türkiye bunların birinden vazgeçmek anlamında bir tercihle karşı karşıyaysa, en az zararlı tercihi belirlemelidir. Sabırla hareket etmemiz, milletimize ve öz değerlerimize güvenmemiz, geleceğe ümitle bakmamız ve miskinlikten kurtulup çalışmamız halinde üstesinden gelemeyeceğimiz problem yoktur.
[1]http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Basin&pa=showpage&pid=204, Basın Açıklaması, “Bush-Erdoğan Zirvesi ve Türkiye’nin Geleceği Üzerine”, 8 Kasım 2007