KAMPLAŞMAYA HAYIR!
Anayasa mahkemesinin kararından sonra ne olacak? Kararın, tarafları tatmin etmese de, akl-ı selimle verildiği ortadadır. Kapatma kararının doğuracağı keşmekeş dikkate alınmış, Anayasanın 69 ve 149. maddelerinde 2001 yılında yapılan değişikler sayesinde iktidar partisi kapatılmaktan kurtulmuştur. Şimdi iktidar partisi ve taraftarlarının bir kısmı bir tarafta, kapatılmayı şu veya bu sebeple bekleyenlerin bazıları karşı tarafta anayasa mahkemesinin verdiği kararın kendilerini nasıl haklı çıkardığını göstermeye gayretine girdiler bile. Bunlara kulak asmak yerine, siyasi partilerin, sivil toplum kurumlarının, yargı organlarının ve üniversitelerin mensupları bundan sonrasına yoğunlaşmak, Anayasa Mahkemesinin verdiği karardan gerekli dersleri çıkarmak, Türkiye’nin enerjisini artık yerinde kullanacak projelere yönelmek durumundadır.
Mehmet Macit’in bu sütunlardaki yazısında belirttiği terör ve ekonomi öncelikleri son derece önemlidir. “Madem öyle işte böyle”, “sen varsan ben de varım”, “tencere dibin kara seninki benimkinden kara” restleşmeleriyle yasa yapmak yerine, soğukkanlılıkla memleketin meselelerini öncelik sırasına koymak gerekmektedir. Elbette bunlar için ülkede asgari müşterekler etrafında sağlanacak bir tesanüte, bir anlayış birliğine ihtiyaç vardır. Deniz Baykal’ın Güngören’deki sabotajdan sonra yaptığı “teröre karşı hep birlikte tavır koymak” teklifine Türkiye’de sadece DTP karşı çıkmıştır. Çağrıyı “Kürtlere karşı tavır” olarak algılayan Ahmet Türk, Deniz Baykal’ın sözlerini şüphesiz bilerek çarpıtmaktadır. Türkiye’de sorumluluk sahibi insanlar, “terör örgütü PKK” ile “Kürt” tabirlerinin aynı anlama gelmediğini bilmektedir. Ahmet Türk, “teröre, yani PKK’ya karşı ortak tavır almaya” karşı çıkmaktadır. Ahmet Furkan’ın birkaç gün önce bu sütunlarda yazdığı gibi, “birlik ve bütünlüğümüzü fiilen gösterecek bir tavır almak zorundayız. Meclis’teki üç siyasi partinin liderlerinin arkalarındaki on binlerle birlikte yan yana yürümeleri teröristlere olduğu gibi tüm Dünya’ya verilecek anlamlı bir mesaj olacaktır. Kararlılığımızı vurgulayan bu tavırdan neden çekiniliyor?”
Teröre karşı ortak tavır, Türkiye’de enerjinin boşa harcanmasına yol açan kamplaşmaya karşı da bir tavır haline gelecektir. Türk Ocakları olarak, ortaya çıktığı andan itibaren engellenmesi için çaba sarf ettiğimiz bu kutuplaşma Türkiye için çok ciddi bir enerji kaybıdır. İncir kabuğunu doldurmaz sebeplerle insanlar bloklara ayrılıyor ve bu bloklar birbirine düşman hale geliyor. AKP’nin kapatılmasını isteyen, ortalama birisi, AKP’yi ABD’den daha büyük tehlike sayıyor. AKP’nin kapatılmaması gerektiğini düşünen kanattan ortalama birisi ise, ADD’yi ve Ergenekon olarak isimlendirilen davanın sanıkları kapsamında mütalaa ettiği herkesi, Rusya’dan daha büyük tehdit sayıyor.
Kamplaşmanın görünen saiklerinin incir kabuğunu doldurmaz sebepler olmalarına karşılık, o kamplaşmayı besleyen fikri ayrılıklarının ciddi olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Türkiye’de 21.yüzyılın başlarından itibaren klâsik fikir yelpazesinde meydana gelen bazı değişiklikleri doğru okumak durumundayız.
Bir kanadın beslendiği fikir kompozisyonu, manevi değerleri, demokrasiyi, insan haklarını, liberal bir özgürlük anlayışını bünyesinde barındırırken, diğer kanadınki laik, ulusalcı, Kemalist bir jargonu benimsemiş görünüyor.
Böyle bir fikir yelpazesinde bir kanat, Kürtçülerin talep ettiği özgürlüklerle dindarların talep ettiği hakları aynı kefeye koyuyor; ibadetin laik baskı altında olması ile bizim kültürümüzün aşırılık, fuhşiyat saydığı nefsani arzuların ve sapıklık sayılan temayüllerin toplumsal baskı altında olmasını, aynı şekilde kaldırılması gereken yasaklar kapsamında ele alıyor.
Diğer kanat ise, ulusalcı – Kemalist bir yaklaşımla, Kürtçülerin talep ettiği özgürlüklere de, dindarların talep ettiği ibadet serbestisine de karşı çıkıyor. Tabii bu kanat içinde azınlıkta olan farklı temayüller de var; Kuzey Irak’taki Kürt yapılanmasını Türkiye’nin bölgede laik bir partnere kavuşması için, ama sadece bunun için desteklemeyi teklif eden bir söylemi de Türkiye, birkaç sene önce emekli orgeneral Çetin Doğan’dan duymuştu.
Tutucu bir yaklaşımı benimsememekle beraber fikir yelpazesinde böyle bir değişimin toplumun gerçeklerine uymadığı görülmelidir. Fikirlerin bu iki kanatta ayrışması, toplumun ana unsurundaki yapıya uygun değildir. Toplumun ana unsuru, hem milli hem manevi değerlere sahiptir; milli değerler bir tarafta, manevi değerler diğer tarafta değildir. Ahlâki olarak aşırılık, fuhşiyat olarak nitelediği yaşayış tarzlarını ayıplamaya, kınamaya, Kürtçülerin ayrı bir siyasi kimlik yolundaki özgürlük taleplerini bölücü tehdit saymaya devam eder; dindar olduğu için de ibadet serbestliğinin önündeki engellerin kalkmasını arzu eder.
Bu ana unsurun fikri temayüllerini, çağdışı saydığı için dışlamaya, değiştirmeye çalışan jakoben çevrelere karşı çıkmaya, onların yanlışlarını anlatmaya gücümüz yettiğince devam edeceğiz. Ancak, ana unsuru temsil eden milliyetçi muhafazakâr fikir ve siyaset adamlarımızdan kimileri, milli değerler, vatan millet bölünmezliği uğruna ulusalcı-Kemalist-laik kanada sapıyor; kimileri de, ibadet özgürlüğü için diğer kanada sapıyor. Ana unsuru söz konusu jakoben zihniyet paralize edemez ama, bu sapmalar bizleri endişelendiriyor. Düşünüyoruz ki, tam tersine, bu kutuplaşmaya kapılmamak, ana unsurun konumunda durarak bu kamplaşmayı bozmak gerekiyor.
Türkiye’nin önünde çok ciddi problemler vardır. Enerjimizi bu tip ayrılıklara harcamak yerine, bir tarafta bölücülerin, diğer tarafta ülkeyi tarihinden ve günümüz şartlarından tecrit ederek kapalı bir toplum öngörenlerin ana unsuru paralize edecek teklifleriyle oyalanmak yerine, bu ciddi problemlere kafa yormak durumundayız.
İktidar, Mehmet Macit’in web sayfamızdaki dünkü yazısında belirttiği gibi, muhalefetle münazara yapar gibi tartışmalarla vakit geçirmek yerine, “Anayasa mahkemesinin kararı AKP’nin odak olduğunu gösterdi mi göstermedi mi” gibi kısır çekişmelerin doğuracağı gerginlikler yerine, terör ve ekonomi başta olmak üzere ciddi işlerle uğraşmalıdır. Muhalefet ise, iktidarın çözüme yönelik uygulamalarını takip etmeli, ekonomide, dış politikada, terörle mücadelede gördüğü yanlışların üzerine en sert biçimde gitmelidir.
Biraz güç kazanan Türkiye, bölgede istikrar unsuru olur. Rusya’nın yeniden ihya etmeye çalıştığı sömürü düzeni yerine kardeşlerimizin kendi öz kaynaklarından hakları olan payı alabilmeleri, bizim güçlenmemize bağlıdır. Batı Avrupa ve Amerika’nın, bölgede en küçücük etnik, mezhepsel ayrılığı kullanarak düşmanlıkları çoğaltan politikalarını Ortadoğu’da etkisiz hale getirecek istikrar unsuru biz olabiliriz. Uzun sözün kısası, teröre karşı ortak eylemlerle başlayacak bir yakınlaşma, Türkiye’de kamplaşmaları ortadan kaldıracak, gençlerimizi, başkalarına ümit bağlayan anlamsız arayışları terk ederek, geleceğin Büyük Türkiye’sini oluşturma gayretine götürecektir. Benim gençliğimin sloganını bugüne uyarlamanın zamanı değil mi?
Ne Amerika, ne Rusya, ne Avrupa, ne de Çin
Her şey Türk’e göre, Türk tarafından, Türklük için.