Söğüt Ağabey: Nevzat Kösoğlu

Bir dönem ülkücü neslin ağabeyi, yetişmemizde büyük emeği olan canımız Nevzat Kösoğlu Hakka yürüdü.
Nevzat Kösoğlu ağabeyi 1966 yılında (veya 1967’nin hemen başında?) tanıdım. Üniversiteye yeni başlamış bir gençtim. Dayımın oğlu Alparslan Yasa ile aynı fakülteyi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesini kazanmıştık. İkimizde kaydımız yaptırdık.  O sonra 1416 sayılı kanuna göre açılan imtihanı kazandığı için yurtdışına gitti.
Ankara’ya gelir gelmez Enver Altaylı ağabeyi ziyaret maksadıyla Üniversiteliler Kültür Derneğine gitmeye başladık. Enver Altaylı hem halamın oğlu, hem de Türkistanlı hemşerilerimizden istifade edilecek bir ağabeyimizdi. Derken ziyaretler, müdavim olmamıza dönüştü. Salı günleri yapılan haftalık seminerlerde Nevzat ağabey, bize çok ilgi gösteriyordu.

ZEKİ VE NÜKTEDAN İDİ

Tanıştıktan hemen sonra Nevzat, Ayvaz ve Celal (Er) abiler askere gittiler. Onların askerlik hatıraları ayrı bir bahistir. Ama Galip abiyle Nevzat abi arasında geçen bir tanesi özellikle zikredilmeye değer bir tatlı anıdır: Nevzat abi durmadan mektup yazar, yazmaya erinmesiyle meşhur Galip abi de hiç cevap vermezmiş. Sonra Nevzat abi sitem dolu bir mektup yazınca Galip abi meşhur cevabını vermiş: Bir sayfa, sayfanın başında “Sevgili Nevzat”, sonunda “imza: Galip” yazıyor. Nevzat abinin cevabı da çok ilginçtir. “Sevgili galip ağabey, sayfalar dolusu mektubunu aldım. Diyorsun ki,,” diye başlayan mektup 5-6 sayfadır.

ÇALIŞKAN, ÖĞRETMEN, ÇALIŞMA DİSİPLİNLİ VE SÖZÜNE SADIKTI

Daha sonraki yıllarda bizim birçok çalışmamıza nezaret etti. Bizden büyük olan ağabeylerle Samuelson’un İktisat kitabını okurlardı.  Üniversiteliler Kültür Derneğinin önceleri aylık sonra üç aylık yayın organı olan Ocak dergisinde, yapıla çalışmaları yazı haline getirirdik, Nevzat abi yazılarımızı okur, öyle yayınlanırdı. Ayet ve Hadis tasnif çalışmaları, Anadolu’da ecdadın geliştirdiği medeniyetin müesseseleri, o günü Türkiye’sinin meseleleri başlıca çalışma alanlarıydı. Loncalar ve Esnaf Teşkilâtları, Osmanlı Arazi rejimi, Balkanlarda kolonizasyon çalışmaları, Kurân-ı Kerim’de Sosyal Yardımlaşma, Namaz ve Allah’a kulluk, Avrupa Birliği, Toprak Reformu, Sanayileşme gibi ve daha pek çok konularda makaleler verdik.
Galip Erdem ağabey Ankara’dan mütecessis ve takdirkâr bir ilgi gösterir, Ayvaz Gökdemir Uzunköprü’den çalışmalarımıza katılırdı. Allah hepsine rahmet etsin.
Samuelson çalışan grup bir vesileyle Ankara dışına bir arkadaşa (Yusuf Ziya Gürel) yardım etmeye giderler. Nevzat abi de başlarında... Oradaki Nevzat Kösoğlı bir yürekli adamdır. Pazar günü sabah 06.00 civarında dönerler. Saat 09.00’daki derse “Nasıl olsa herkes geç yattı; kimse gitmiyordur” düşüncesiyle kimse sabah uykusundan fedakârlık yapmaz, öğleden sonra gittiklerinde Mehmet Akif’in mümeyyiz vasfı olarak bildiğimiz “verilen sözde durma” ilkesiyle Nevzat Kösoğlu’nu bulurlar; sabah 9.00’da gelmiş ve onları beklemektedir. Tabii herkes mahcup ve Nevzat abi öfkeli, biraz da hüsrana uğramış...
Yetişmemize katkısını şu misalle anlatabilirim: 1984 yılı idi sanırım. Bir gün evrim teorisi, Darwinizm, genetik, genler, virüsler üzerine sohbet ediyorduk.Evrim; sadece canlıların değil ondan öncesinin de ne zaman ve ne idüğünü merak ettiren bir konu... Düşüncelerimi, bildiklerimi, konuyla ilgili kanaatimi biraz anlattım. Zaman kavramının izafiliği üzerine, Einstein’a, Muhyiddin-i Arabi ve Mevlana’ya atıfta bulunarak konuştuk. Darwin’in söylediklerinin müspet ilim metoduyla ispat edilemeyeceğini, ama reddinin de müspet ilim metodlarıyla mümkün olmadığını, bizim düşünce tarihimizde de Darwin’inkine benzer görüşler olduğunu, dolayısıyla “farz-ı muhal” Darwin’in nazariyesi ispat edilirse bir müslüman olarak benim inancımda bir eksilme meydana gelmeyeceğini anlattım. “Aslında zaman diye bir şey yok, eşyanın hareketi olmasa zaman da olmaz; daha doğrusu biz onu idrak edemeyiz” gibisinden bir şeyler söyledim. Dedi ki "Orhancığım, düşünürken koyuver dizginleri, düşünebildiğin yere kadar düşün, nereye kadar gidersen git. Amma o fikirler kaleme, dile geldi miydi orada sorumluluk başlar. Eğer doğruluğundan emin değilsen, yazıp söylediklerin birilerini ifsad edebilir. Aman kardeşim, düşünürken serbestsin ama yazıya söze gelince ihtiyatlı olmak gerekir."
Tavsiyelerine uymaya özen gösterdim ama, zaman zaman ihlâllerimiz, ihmallerimiz olmuştur. Ağabeyim hakkını helal et. Varsa benden yana da helal olsun.

CESURDU, İMAN ABİDESİYDİ

O yürekli bir adamdı. Solcularldan davacı olduğum bir davada benim avukatımdı. Altındağ adliyesinde görülen davada, bir celseden sonra Adliye’den Dışkapı’ya doğru yürüyorduk. Mahkemenin sonunda adliyenin bahçesinde solculara, Yıldırım Bayezid Yurdunda ülkücü gençlere yaptıkları baskıları ve yıldırma eylemlerini bırakmaları ikaz edilmişti. Yürürken ben bir ara tek başıma kaldım. Önümde üç-beş solcu, onların önünde Nevzat abi, arkamda dört beş solcu, öyle yürüyoruz. Nevzat abi durdu ve beni yanına çağırdı. O durunca önümdeki solcular da durakladı, ben aralarından Nevzat abinin yanına gittim. “Birlikte yürüyelim, sen tek başına olunca bir şey yaparlar diye yanıma çağırdım” dedi.
12 Eylül’den sonra “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasında yaptığı savunma yine o yüreğin şahlanışıydı.
Nevzat Kösoğlu, ülkücü hareketin "söğüt" ağabeyi idi. Anadolu'nun kavruk insanını söğüdün remzettiğini düşünür, İstanbul’u, İstanbul’un ihtişamını simgeleyen Çınar’a karşı Söğüt’ü savunurdu. Çıkardığı derginin adı da Söğüt idi. "Söğüdün yaprağı narindir narin" türküsünü de, diğerlerini de çok severdi, türküleri çok severdi. "Mahşerde türkülerle birbirimizi tanıyacağız" derdi.
O Söğüt dergisinde yazdığı "Fetih ve Zaman" yazısını unutmak mümkün değil. Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerine halimizi anlatıyor; "sen zamanın sahibiydin, zamana hükmederdin; biz zamanın esiri olduk" diyordu.
Demek ki, kalanlar da bundan sonra Nevzat ağabeye arz-ı hal edecekler; Allah'a halimizi aktarır, yüce merhametinin bizim için tecellisini sağlar ümidiyle.

MEKÂNI CENNET OLSUN

Ölüm? Ölen her yakınımız bize ölümü hatırlatmalı. Her ömrün bir sonu vardır. Biz önceden bilemesek de zamanını, birgün vadesi dolacaktır herkesin. Muhsin Başkan’ın dediği gibi, bir anına hükmedemediğimiz şu hayatta kıvırmaya ne gerek var, dümdüz olmak varken?  “Ölmeden evvel ölmek” dedikleri işte bu olsa gerek.
Bizim nesil, yaşça biraz küçüğü ile biraz büyüğü ile gidiyor. Kalanların sayısı sanki gidenlerden daha az. İnşallah öbür tarafta “esenlik yurdunda” beraberdirler. Türkeş bey, Muhsin başkan, Galip, Ayvaz, Nevzat ağabeyler, Durmuş Hocaoğlu, Eriman kardeşim, Necati Paşam, Bahri Zorlu ve daha niceleri...
Bu dünyanın çekişip didinmelerine değer mi? Nefsimiz var, duramıyor hırsımızı yenemiyoruz. Hırsımızı bir yenebilsek, ama azmimizi, enerjimizi yitirmeden… “Esenlik” denilen, ebedi huzur, hırs onun katili galiba... Ah ölmeden evvel ona erenlerden olabilsek... Ama galiba o kadar kolay değil.
Bir devdi sevgili ağabeyim. Yükü ağırdı, çekemedi mi, küstü mü, bilinmez, inşallah Allah onu izzet-i dergahında kabul etmiştir. Şimdi dar-ı bekada, gerçek yurdunda, gerçeklerin yurdunda. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun. Başımız sağ olsun. vatan millet sağ olsun.