Gerçek Bir Alperen Muhittin Köksal

Orhan KAVUNCU

Sevgili Muhittin de ebedi âleme göç etti. Şimdi orada, kendinden önce göç edenlerle, Kayseri’de şehit olan kardeşiyle, Muhsin Başkanla, Galip ağabeyle, Arif Nihat Asya ile birliktedir.

Onu sağ sol kavgalarının 12 Mart muhtırasıyla geçici olarak buzdolabına konduğu 1970–75 arası dönemde tanımıştım. Ankara’nın Dışkapı semtindeki Ziraat ve Veteriner fakültelerinin olduğu yerleşke, Ankara Üniversitesi’nin Ankara’nın her yerine dağılmış olan yerleşkelerden birisiydi. Orada önceleri rektörlük de vardı. Rektörlük daha sonra Tandoğan’a Fen ve Eczacılık Fakültelerinin olduğu alana taşınmıştı. Yıldırım Beyazıt Yurdu da Dışkapı’daydı.

O yıllarda üniversitelerde milliyetçi – muhafazakâr, hele ülkücü hoca, asistan son derece azdı. Ben de Ziraat Fakültesindeki bir kaç “ağabey” arasındaydım. Dolayısıyla hem Ziraat hem de Veteriner öğrencileri ve yurtta kalan diğer gençler ziyaretime gelirdi. Onlarla sohbet ederdik. Muhittin, kardeşi Fatih, Nedim, Zeki, Mevlütler, Selim, Eşref, İsa, Erol gibi isimlerini hatırladığım ve hatırlamadığım daha birçok arkadaşıyla birlikte giderek o sohbet halkasında temayüz etmişti. “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” için “Türk’ün cihangirlik güdülerinin ortaya koyduğu bir ülkü” diyen bir kitabı alıp odama geldiğini dün gibi hatırlıyorum. Sonunda uzlaşmıştık: Türk, cihangirlik yeteneğini, İslâm’ın emrine verdiği için o mefkûre ortaya çıkmış ve başarılı olmuştu.

Ülkü Ocaklarının düzenlediği Anadolu turnelerine ekip başı olarak giderdi. Arif Nihat Asya merhumu o gezilerde tanımış ve zekâsına, espri yeteneğine hayran olmuştu.

Görev yaptığı Osmaniye’de ve Tekirdağ’da Türk Ocaklarına çok emeği geçti. Öne çıkmaz, gerçek bir alçakgönüllülükle çalışırdı. Osmaniye’deki dairesini, kendisinin Tekirdağ’da çalıştığı 4 sene boyunca, kira bedeli almadan, Türk Ocağına tahsis etmişti. Son dönemde Osmaniye Türk Ocağının canlanmasında, başkan Mehmet Çetinkaya, başkan yardımcısı Mustafa Eroğlu ve diğer arkadaşlarla birlikte çok emeği geçmişti. Her hafta beni arar, Ocak olarak yaptıklarını anlatır ve Genel Merkez olarak yardım isterdi. Diyebilirim ki, bu dönemde Genel Merkezi en çok arayıp, konferansçı isteyen, programlar hakkında görüş soran birkaç şubemiz arasında Osmaniye de vardı.

Son görüşmemizde bana yine sormuştu. Ben de dönem arkadaşı Prof. Dr. Nedim Ünal’ı çağırmalarını, ona “Tarih Boyunca Türklerin maruz kaldığı katliam ve sürgünleri” anlattırmalarının faydalı olacağını söyledim. Çok memnun olmuş ve hemen Nedim hocayı aramıştı. Arkadaşıyla gurur duyduğunu her sözüyle belli ediyordu. Ne yazık ki görüşemediler, Nedim Osmaniye’ye gitti, konuşmasını da yaptı ama Muhittin hastanede yoğun bakımdaydı. Nedim ziyaretine gitti ama görüşemediler.

Tertemiz bir kalbi vardı. Haksızlığa tahammül edemezdi. Akıllıydı. Kin tutmazdı. Ülkücü olmanın onun nazarındaki yeri bambaşkaydı. Ülkücülere toz kondurmazdı. Kendisi de Ülkücü olduktan sonra, el hak, ülkücü olarak yaşadı ve ülkücü olarak dâr-ı bekaya intikal etti.

Oğulları Hasan, Çağatay ve Oğuz ile haklı olarak gurur duyuyordu. Allah şahittir ki, sevgili yavrularım, siz de babanızla gurur duyabilirsiniz.

Onun bıraktığı boşluk kolay dolmaz. Sevgili Muhittin’i çok arayacağız. Kıymetli eşi Hanife bacı onu çok özleyecek. Kardeşi Fatih, oğulları ve ablası onu çok özleyecekler. Mustafa Eroğlu şimdi kime takılıp şakalaşacak? Mehmet Çetinkaya Başkan bundan sonra kim bilir kaç defa “şimdi Muhittin abim olsaydı” diyecek? Çok sevdiği “müşterileri” ve onların sahibi olan köylüler de Muhittin’i çok arayacaklar. Hepsine Allah’tan sabır diliyorum.

Tek tesellimiz, Genel Başkanımızın Sayın Nuri Gürgür’ün Osmaniye’ye yazdığı mektupta da söylediği gibi, arkadaşlarının ve aile efradının onun hatırasını yaşatmak için, O’nun gayreti ve fedakârlığıyla çalışmaya devam edeceklerini bilmemiz, ondan emanet kalan bayrağı yere düşürmeyeceklerinden emin olmamızdır.

Aziz kardeşim, mekânın cennet olsun. Ebedi istirahatgâhında rahat uyu.

Onun için yine en yakın arkadaşlarından Mustafa İmir’in yazdığı bir şiirle yazıma nokta koyayım.

MUHİTTİN

Muhittin bir inancın sükûn bulmaz sesiydi
Muhittin bir ülkünün derinden nefesiydi
Muhittin bir davanın gönüllü kölesiydi
Muhittin özverinin, dostluğun kalesiydi

Muhittin bozkırların pervasız efesiydi
Muhittin çelik azmin ruhuydu, hevesiydi
Muhittin saf mertliğin granit kulesiydi
Muhittin merhametin görünmez kafesiydi

Muhittin başkalığın, tanımsız simgesiydi
Muhittin terazinin duygusal kefesiydi
Muhittin aşk telinin en içten nağmesiydi
Muhittin gariplerin en yakın kimsesiydi

Muhittin karmaşada sadelik bilgesiydi
Muhittin üstümüzde bir çınar gölgesiydi
Muhittin camianın ziynetiydi süsüydü
Muhittin anlaşıldı: kimin neyi, nesiydi

Mustafa İMİR
27 Ocak 2010, 01.30
Ankara