TUZ DA KOKARSA?
Bölgemizde sadece son birkaç ay içinde cereyan eden ikili ve çoklu uluslararası görüşmeleri hatırlasak bile nasıl önemli bir dönemden geçmekte olduğumuz anlaşılır. İşte bazıları:
- Kurmanbekov Kazakistan’da – 17 Nisan 2008
- Kerimov Nazarbayevle görüştü – 24 Nisan 2008
- Berdimuhammedov Baku’yü ziyaret etti – 19 Mayıs 2008
- Bush Mısır’da toplanan Dünya Ekonomi Forumunda konuştu – 18 Mayıs 2008
- Medvedev’in ilk resmi ziyareti Kazakistan’a – 22 Mayıs 2008
- Aliyev Yuşenko’yla görüştü – 22 Mayıs 2008
- Medvedev Çin’de – 23 Mayıs 2008
- Putin Fransa’yı ziyaret etti – 30 Mayıs 2008
- Erdoğan ve Aliyev Nahcıvan’da buluştu 5 Haziran 2008
- Sarkisyan ve Aliyev ilk defa bir araya geliyor – 6 Haziran 2008
- Cumhurbaşkanımız Gül Japonya’da – 3 -8 Haziran 2008
- Medvedev Almanya’yı ziyaret etti – 5 Haziran 2008
- Kerimov Medvedev’le Senpetersburg’da görüştü – 13 Haziran 2008
Bütün bu görüşmelerde, bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının transferi konusunun en önemli gündem maddesini oluşturduğunu söylemek mümkündür. Bu etkinliklerin gündeminde, ülkelerin ikili ve çoklu problemleri, üçüncü bir tarafa karşı stratejik işbirlikleri vardır. Bölgemizde, Amerika, Rusya, Çin AB ve İran arasında devam eden hakimiyet mücadelesinde taraflar mevzi kazanmak için kıyasıya bir mücadele içindedirler. Bütün bu gelişmeler ayrı bir yazının konusudur.
Türkiye bölgedeki bu önemli gelişmeleri dikkatle takip etmek, kendi konumunu mümkün olduğu kadar güçlendirmek, bölgedeki enerji kaynaklarından kaynağın bulunduğu ülkenin hakça kâr etmesini sağlayacak girişimlerde bulunmak durumundadır. Bunun için içeride gerekli olan siyasi istikrar, tek parti hükümetinin kurulmasıyla, 2002 seçimlerinden bu tarafa, sayısal olarak vardır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin 2007 nisanında, Yargıtay başsavcısının “toplantı yeter sayısı 367’dir” iddiasını haklı bularak Meclisin cumhurbaşkanlığı seçimini iptal etmesi, ilgili yasanın kanun koyucunun amacı dışında yorumlanması suretiyle yargının yasama erkinin alanına müdahalesidir. İktidar bu müdahalenin anlamını ve ileriye dönük gelişme ihtimallerini doğru algılayamadı ve sonuçta sayısal olarak sağladığı iktidarı korumayı başaramadı.
Sonuçta ortaya çıkan karmaşada ülkenin önüne gelen fırsatlar heba oluyor. Başbakan Nahcıvan’da, Azerbaycan’la gelişen dostluğun, Ermenistan’ın haksız iddialarına ve tasarruflarına karşı ortak mücadelenin, Azerbaycan petrol ve doğalgazının Türkiye üzerinden transferinin gereklerine temas ederken “iki devlet tek millet olmanın lâfta kalmamasının gereğidir bunlar” mealinde konuştu. Ancak bazı gerçekleri görmek zorundayız: İktidar partisi kapatılma davası ile karşı karşıya olan, TBMM’de büyük bir çoğunlukla kabul edilen anayasa değişiklikleri, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir yasama ve yürütme, memleketin iç ve dış meseleleriyle uğraşırken, gelişmelerin etkisinden sıyrılarak, zihnini, yüreğini bu konular üzerinde gerektiği kadar yoğunlaştırabilir mi? Somut ve önemli meseleler dururken Türkiye’nin uğraştığı “incir kabuğunu doldurmaz işler”, boşuna enerji kaybı değil midir?
Hükümetin en büyük yanlışı, 22 Temmuz seçimlerinden sonra ülkenin öncelikli problemlerini dikkate alan ve ön plana çıkaran bir program yerine, siyasi tansiyonu yükselten, zihinlerde kuşkular, tereddütler oluşturan bir tartışma zeminine kaymasıdır. CHP’nin siyasi bir strateji olarak bu ortamı kışkırtması ne kadar doğalsa, sayısal üstünlüğü sağlamış iktidarın buna uyması, söz yarışına girmesi aynı derce hatadır. İktidarın seçimlerde elde ettiği sayısal gücü, memleketin ekonomik meselelerini çözmek, istihdam ve üretim darboğazlarını aşmak ve enerji darboğazını aşacak, Türkiye’yi bir enerji terminali haline getirecek, bu arada Rusya’nın yüz otuz yıldır devam eden sömürüsüne bir son verip, kardeşlerimizin kendi kaynaklarından hakça bir pay almalarını sağlayacak çalışmalar için kullanması gerekirken, baş örtüsü problemini yanlış ve zamansız bir girişimle gündeme almasının sonuçları ortadadır.
Ancak bu tarz hataların cezası parti kapatmak değildir. Hükümetin yanlışlarının faturası, mağduriyetlerini devam ettirmek suretiyle biçare ve hiçbir vebali olmayan insanlara çıkartılmamalıdır.
Bu arada kamu vicdanında sorgulanmaması gereken kurumlar da sorgulanır hale gelmiyor mu? Anayasa mahkemesinin kararlarını kim denetleyecek? Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay Daireler Yüksek Kurulu gibi mevzuatımıza göre kararı kesin olan yargı kurumlarının parti kapatma, yürütmeyi durdurma, kanun iptal etme gibi kararlarının yanlışlığına, doğruluğuna kim karar verecek? Yüksek mahkemenin Anayasada yapılacak değişiklikleri ancak şekil yönünden inceleyebileceği Anayasanın 148. maddesinde açıkça belirtilmesine ve raportörün bu hususu vurgulayan mütalâasına rağmen, yorumlama yapılarak değişikliği iptal etmek hukuken doğru ve inandırıcı mıdır? Görevleri bakımından, en yüksek yargı organı kendi vicdanları olmak durumundaki insanların kararları tartışılır hale gelen bir ülkede, adaletten bahsedilebilir mi? Adaletten bahsedilemeyen bir ülkenin pâyidar olması mümkün müdür?