Doğu Türkistan’daki Olayların Gerçek Yüzü

Orhan KAVUNCU

Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Urumçi ve Kâşgar’ı ziyaret ederken Orta Çin’de Guan Dong eyaletinin Şaoguan şehrindeki bir oyuncak fabrikasında, Çinli işçilerin Uygur işçilere saldırması üzerine meydana gelen olaylarda 18 Uygur (Çin önce 2 dedi, Uygur kaynaklar su sayının 60–70 gibi çok daha fazla olduğunu söyleyince 18 dendi) öldürülmüştü. Bunun duyulması üzerine önce Urumçi’de, sonra başta Kâşgar olmak üzere Doğu Türkistan’ın diğer şehirlerinde halk, Şaoguan şehrinde öldürülen Uygurların katillerinin bulunması istemiyle toplanıp gösteri yapınca olaylar meydana geldi. Şu ana kadar ölü sayısının 200’ü çok geçmiş olmasından endişe ediliyor. Yönetimin, evlerden insanları, yaşlı kadın ve çocuklar hariç, gösteriye katılsın katılmasın toplayıp götürdüğü bildiriliyor.

Çin ve Sincan Uygur Özerk Bölgesinin resmi yetkilileri, olayları Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabia Kadir ve diğer yöneticilerinin tahrik ettiğini ve ölen Uygurların suçlu olduğunu iddia ediyor ama öldürüleceğini bile bile insanların sokağa dökülmesi bu kadar basit bir tahrik sebebine indirgenemez. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin anlattığına göre işin aslı şu:

Hemen her sene Uygur köylerinden 16–20 yaşlarındaki çoğu kız, 3–4 genç toplanıp zorunlu işçi olarak çalıştırılmak üzere bu Guan Dong eyaletindeki fabrikalara götürülür. Dünya Uygur Kongresi Genel Sekreteri İsa Dolkun’un, www.haberakademi.net muhabiri Ebru Doğan’a bildirdiğine göre, 2003’ten bu yana devam eden bu uygulamada bugüne kadar 250 bin kadar genç götürülmüştür. Bu bir çocuktan fazlasını yapmanın yasak olduğu Doğu Türkistan’ı boşaltma politikasıdır. Bu işçi olarak götürülen gençleri asimile etme politikasıdır. Yine Doğu Türkistan’dan gelen haberlere göre bu fabrikalarda kızlara cinsel sarkıntılık yapılır, fuhşa zorlanır, sonunda bazı çocuklar “kötü yola”, yani barlara, pavyonlara, genel evlere düşer.

Şaoguan şehrinde meydana gelen olayların böyle bir sarkıntılık veya benzeri tahrik olayı üzerine çıkan bir namus meselesi olduğunu düşündürüyor. Aksi takdirde insanların, bağımsızlık mücadelesi yapan bir örgütün isteğiyle ölümü göze alarak sokağa dökülmesi beklenmez. Demek ki bıçak kemiğe dayanmış. Meşhur “Kaplan ve Ejderha” filmindeki gibi, ama çağdaş bir aşk hikâyesi, belki de Şaoguan’daki olayları tırmandırmıştır.

1998’de Kulca’daki olaylar da , benzer şekilde, halkın son derece makul talepleriyle başlamış, ama Çinliler yine benzer şekilde kalabalıkların üzerine şiddetle gitmişlerdi. Bu defa yönetimin daha da sert bir tutum içinde olduğunu, daha da çok canın yanacağını gösteriyor.

Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, Dünya kamuoyu Çin’e karşı tavır geliştirmeli, Çin aşağıdaki İnsan Hakları ihlâllerini durdurmalıdır:

  1. Mülkiyet Hakkı ve Memleketinde Çalışma Hakkı
  2. Bilgi ve Haber Edinme Hakkı
  3. Gösteri ve Toplanma Hakkı
  4. Can ve Mal Güvenliği Hakkı

Türkiye’de sivil toplum kuruluşları ortak tepkiler geliştirmeli, aydın platformları oluşturulmalı, internette imza kampanyaları açılmalıdır.

Resmi olarak da, Çin Büyük Elçisi Dış İşlerine çağrılarak yukarıdaki insan hakları ihlâlleri iddialarına ilişkin bilgi vermesi istenmelidir. Geçici Güvenlik Konseyi üyeliği sembolik olmaktan çıkarılıp işlevsel hale getirilmeli; Çin’e karşı bir BM Genel Kurul kararı alınması yolunda girişimlerde bulunulmalıdır.

Kulca’da olaylar, Ramazan’ın Kadir gecesinde hatim duası yapmak üzere bir evde toplanan 30 kadar kadını polisin “toplanmak” suçu dolayısıyla karakola götürmesi üzerine çıkmış, halk kadınların bırakılması talebiyle karakolun önünde toplanınca polis bazı kadınların cesedini dışarı atarak olayların çığırından çıkmasına sebep olmuştu.