Antalya’daki Bira Festivali ve Diğerleri
Antalya Belediyesi özel bir firmayla birlikte bira festivali düzenliyor. İlki geçen yıl yapılan festival, Almanya’da, özelikle Bavyera eyaletinde her yıl eylül ayı sonlarında düzenlenen “Oktoberfest” taklidi olarak hayata geçmiş bulunuyor. Belediye Başkanı “geçen yıl 26 bin kişi katıldı, bu yıl 45 bin kişi bekliyorum” diyerek şecaat arz ediyor. Belediye Başkanı geçen yıl “bu festival Alman Türk dostluğuna katkıda bulunacak” demişti, bu yıl da Almanya’nın Antalya konsolosuyla birlikte fıçının tıpasını açarak festivali başlattı. Haberlere göre festivalde 1 genç aşırı bira tüketiminden öldü.
Deveye sormuşlar “boynun neden eğri?” Devenin cevabı da bir soru: “Nerem doğru ki?” Bu olayın içinde de doğruyu bulmak mümkün değil:
- İçki tüketimini teşvik etmek değil, caydırmak gerekir. Nitekim Yeşilay Genel Başkanı Özfatura Anayasanın 98. maddesini hatırlatarak, devletin vazifesinin gençleri içki müptelâsı olmaktan korumak olduğunu söylüyor. Bedava içki dağıtmanın Alkollü İçeceklerin Satışına Dair Yönetmeliğin 19.maddesine aykırı olduğunu belirtiyor.
- Bira festivali, Almanya’da üstelik geleneği de olmayan bir uygulamadır. Geleneği de olsa, böyle bir taklitçilik, Almanya ile Türkiye’yi yakınlaştırmaz; bazı Almanlardan müstehzi bir “aferin” alırız.
- Kaldı ki, Almanya’nın dostluğunu sağlasa bile taklitçilik, bizi biz yapmaktan çıkarır, toplumun değerler manzumesini bozar. Bu da kültürel yozlaşmayı getirir. İstilâların yapamadığını bu tip yozlaşmaların yaptığını bilmeyen var mıdır ki?
* * *
Bir diğer haber: Atatürk’ün kullandığı, 1989’da 49 yıllığına kiraya verilen Sayanora yatında fuhuş rezaleti ortaya çıkmış ve Kültür ve Turizm Bakanı’nın talebi üzerine Maliye Bakanlığı kira sözleşmesinin iptal etmek için harekete geçmiş. Günaydın, daha önceleri neredeydiniz? Sözüm sadece bu bakanlara değil tabii ki; öncekilere de.
* * *
Üçüncü bir haber: Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü Karl-Orff Müzik Merkeziyle sözleşme yapmış; Merkezi yöneten Güher ve Süher Pekiner kardeşler pilot bölgelerde Müzik öğretmenlerine hizmet içi eğitim verecekmiş. Türk çocuklarına müzik eğitiminin halk türküleri öğretilerek ve sevdirilerek yapılması gerekmez mi?
* * *
Farklı alanlardan verdiğimiz örneklerin, mahiyet olarak da farklı konular olması endişemizi ne yazık ki hafifletmiyor. Türkiye kendi öz değerlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Milli ahlâk ve sanat değerlerimiz yerine başkalarının değerleri ikame edilirse Türkiye’nin akıbetiyle ilgili endişelerimiz ürkütücü boyutlara ulaşır.
Gerekçeleri tasavvur buyurunuz: Gemiyi kiralayanların gerekçesi “kiralayalım para getirir, sıkıntılarımız hafifler”, bira festivalini belediyeyle birlikte düzenleyen şirketin gerekçesi “Almanlar var buralara yerleşen, İngiliz ve Rusları da ekleyin. Böyle bir festival bira satışımızı ne kadar yükseltecektir.” Pekinel kardeşlerle Müzik Öğretmenlerine Hizmet İçi Eğitim Sözleşmesi yapan Bakanlık bürokratlarınınki de bunlarınki kadar meşrudur!
Bunun sonu vahşi kapitalizmin körüklediği kazanma hırsıyla ilişkili olarak çok kötü yerlere gidebilir. Amerika’yı son krizde batıran hırs bu değil midir? Şirketlerin yöneticileri gerçekten olmayan sanal kazançlar göstererek bundan prim almayı planladılar. Türkiye’de 1980’li yıllara damgasını vuran “hayali ihracat”, ABD’de “hayali kazanç” olarak yaşandı yani. En masum isteklerle başlayan kazanma arzusu ufaktan başlayıp nasıl yol alıyor ve nerelere ulaşıyor. Zamanımızda küreselleşmenin daha da “meşrulaştırdığı” bu aşırı istek, hiç bir değer ve kayıt tanımaksızın “kazan kazan” diyor.
Bunları daha da çoğaltmak mümkün; Türkiye’nin referandumla örtülen gündeminde kim bilir daha neler var. Şimdi Türkiye’den kopartılmak istenen Kürtlerin eminim büyük bir çoğunluğu bu konularda benim gibi tepkilidir. Birileri toplumun vidalarını gevşetiyor, otokontrol mekanizmalarını çalışmaz hale getiriyor. Tepkisini dile getirenler de hemencecik “paranoyaklıkla”, Mahalle baskısı uygulamakla suçlanıyor. Ne yapalım ki problemin büyüklüğü bunlar karşısında sinmeye, susmaya müsait değildir.
Aklımıza, vicdanımıza, bizi biz yapan ahlâki ve bedii değerlerimize mukayyet olmak zamanıdır.