Yeni Çağın Eşiğinden “Avrasya’nın Kalbi” Ne Bakmak

Orhan KAVUNCU

Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlıklarının 20. Yılı dolayısıyla bir dizi etkinlik düzenledi.  Kendi imkânlarına devletin geniş imkânlarını da ekleyen üniversite, 5-6 Ekim 2011 tarihlerinde “Bağımsızlıklarının 20. Yılında Türk Cumhuriyetleri” konulu uluslararası bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantının “cumhurbaşkanımızın himayesinde, dışişleri bakanımızın ev sahipliğinde” düzenlenmiş olması Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin konuya verdiği önemi gösteriyor.

Üniversitenin gerçekleştirdiği diğer bir başarılı iş, bağımsızlıklarının 20. yılını kutladığımız kardeş cumhuriyetlerin uluslararası ilgi odağı olma sebepleri ve güçlerin bölgeye yönelik politikalarına ilişkin raporlardı. Her biri kendi alanında uzman kişilerin hazırladığı toplam dokuz rapordan bir kısmı uluslararası toplantıda tebliğ olarak da sunuldu. Raporları hazırlayan bu arkadaşları, editörlüğü üstlenen Murat Yılmazı ve teknik koordinasyon sağlayan Mustafa Yeşilyurt’u tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Yazımızın başlığı olarak seçtiğimiz rapor, Mehmet Akif Okur tarafından hazırlanmış olup, bu çalışmaların kalbi mesabesindedir. Okur’un hazırladığı rapor, üç bölümden oluşuyor: 1. Batılı Jeopolitikçiler ve Türkistan, 2. Jeopolitik Asya’da Türkçe konuşulabilir mi? Ya da, Tarihin Gözlerinde Işıldayan Gelecek ve 3. Yeniçağ’da Orta Asya Denklemi. Bunlara ilaveten yazılan Giriş bölümünde yazar raporda kullandığı mantığı ve terimleri anlatmış, bir de en sona Sonuç bölümü ilave etmiş. 

Okur’un raporunda (sf. 36), Gibbon’un ya da Koenigsberger’in, aynı batıya ait olma duygusunu (ya da şuurunu), kalpgâhtaki ortak tehdit üzerinden beslemeye ilişkin görüşlerini okurken aklıma geldi: 1975’lerde Brzezinski veya benzeri birisinin raporundan bahsedilirdi. Aklımda yanlış kalmadıysa rapor, Güney Cumhuriyetlerini, yani Türkistan’ı SSCB’nin yumuşak karnı olarak gören yaklaşımdan hareketle, SSCB’nin güneyden kaynaklanan bir dağılma sürecine girmesi halinde ABD’ye Rusya’yı koruma görevinin düştüğünü savunuyordu. Gibbon’un Tatar(istan bozkırlarından çıkacak) istilâcısı, anlaşılıyor ki, Atilla’dan beri, batılıların korkulu rüyasıdır.

Rapor, jeopolitik çalışmaların oryantalisttik özelliğini, bölgeye yönelik çalışmalardan örnekler vererek anlatıyor. Batılı jeopolitikçilerin yakın zamana kadar, Curzon’un “satranç tahtasındaki piyonlar” algılamasından farklı bir yaklaşım içinde olmadıkları gösterilen raporda, son zamanlarda bu oryantalist yaklaşımın istisnası sayılabilecek bir iki çalışmadan bahsediliyor.

Bu yeni çalışmalar, Merkezi Asya’nın tarihini bir Barbarlar tarihi olarak niteleyen Sinor’unki gibi klâsik oryantalist bakış yerine Türkistan’ın tarih boyunca çevresiyle etkileşim içinde olduğunu, bu etkileşimde etkilenen olduğu kadar etkileyen bir güç olduğunu vurguluyor. Batıda filizlenmekte olan bu yeni algılamanın Beckwith ve Clark gibi tarihçi örnekleri, Merkezi Asya’nın dünya medeniyetine yaptığı katkının önemini anlatmak için, “Orta Asya’nın tarihini ihmal ederek Avrasya tarihini, hatta dünya tarihini anlamanın mümkün olmadığını” söylemektedirler. (sf. 26)

Okur, Orta Asya’yı satranç tahtasındaki piyon olarak gören Jeopolitik yaklaşımlara alternatif olarak “Türkçe Jeopolitik” derken, bağımsızlıklarının 20. yılını kutladığımız Türkistan Cumhuriyetlerine ve Azerbaycan’a, Bilge Kağan’ın sözlerinden alıntılar yaparak “Orta Asya’yı Türkistan yapan ortak bağların”, edilgenden etkene, pasiften aktife dönüşebilmenin potansiyel enerjisini sakladığını hatırlatmaktadır.  Türkiye de, “bölgeyi yalnızca somut güç denklemlerinin gereklerine göre ele alarak nesneleştiren” bir dış politika anlayışı yerine, kendisini de bölgenin bir uzantısı, hatta parçası olarak görmek, bölge ülkeleriyle ilişkileri, ortak kimliğin oluşturduğu büyük öznenin “evleri arasında” bir ilişki algılamasıyla yürütmek durumundadır. (sf. 35)

Tek kutuplu dönemin sonuna gelindiğini, İnsanlığın siyasi, ekonomik ve kültürel olarak çok merkezli bir yapıya evrildiğinden hareketle Okur, Türklüğün de bölgesel bir güç oluşturup oluşturamayacağını sorguluyor; özne/mekân birliği sağlayarak böyle bir güç olabilmenin gelecekte varoluşun şartı olduğunu vurguluyor (sf. 59). Halen geçerli olan batılı diyalektiğin Jeopolitik dilinde bir bölge için “önemli” sözü, “zenginliklerinin kontrol edilmek”, ya da “jeopolitik olarak kontrol altında tutmak” gerekliliğini ifade ettiğini vurgulayan yazar, bölgeye “önemli olmaktan kurtulmayı” önerir. Jeopolitik aktör, irade sahibidir. İrade de güç demektir. Bölgemizin böyle bir güç haline gelebilmesi için bütünleşmesi gerekmektedir.

Türkistan’da özne/mekân bileşkesinin bütünlüğünü kaybettiği dönemi sorgularken Okur, biraz da Türkçe kaynaklara bakmış olsaydı keşke… TKAE tarafından çıkarılmış olan Türk Dünyası El Kitabının Birinci Cildindeki Tarih Bölümünde, Baymirza Hayit rahmetlinin TDAV tarafından basılmış olan “Sovyetlerde Türklüğün ve İslâm’ın Bazı Meseleleri” ve TTK tarafından basılan “Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi” kitabında Okur’un işine yarayacak bilgiler var. Meselâ Rus tarihçilerinin “Tatarskoe İgo (Tatar Boyunduruğu)” tabiri ve Ahmet Temir’in buna cevabı… Rusların Türk İllerinde ilerleyişi ve bunda bütünlüğün kaybedilmiş olmasının rolü, 19 asırdan öncesinde de, Rusların ta 1552’de Kazan’ı işgal etmelerinden itibaren söz konusudur. Konu bütünlüğünü bozmadan ve raporun sayfasını artırmadan Orta Asya’dan yeni bir bölgesel güç oluşumunun önündeki imkânları ve engelleri ortaya koymak için yazarın bu önceki devre de göz atması yaralı olur.

Sonuç olarak Okur’u tebrik ediyoruz. Batının hep aşağı gördüğü ötekini kendine dönüştürmeci oryantalistik yaklaşımını Sosyal Değişim ve Dönüşüm çalışmalarından örneklerle gösteren Fahri Atasoy’dan sonra Mehmet Akif Okur da Jeopolitik ve Uluslararası İlişkiler alanında aynı yaklaşımın örneklerini vermiş bu çalışmasında. Bunlar geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor; Erol Güngör’ün sosyal psikolojide yaptığını, Tarih Felsefesi ve Sosyal Değişim, Jeopolitik ve Uluslararası İlişkiler alanında yapmakta olan bu gibi arkadaşlarımıza istikbal ediyoruz, alkışımızı söylüyoruz. Tarih ve Türkoloji alanlarından da bu ümidi veren sesler duyuluyor. 

* Okur, M.A., 2011, Yeni Çağın Eşiğinden “Avrasya’nın  Kalbi” ne Bakmak /Rapor/, 64 sayfa, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Ankara.