Türkistan’da sudan sonra şimdi de elektrik enerjisi
Sovyetler Birliği 1992’de kendini yok ettiği zaman birçok problemi miras bıraktı. Bunlar arasında radyolojik ve kimyasal çevre kirliliği, su kıtlığı ve bunlardan doğan ekolojik dengesizlik, biyolojik ve kimyasal silah üretme faaliyetleri, ülkeler arasında enerji ve su kaynakları çatışması ön sırada geliyordu. Bu problemlerin temel sebebleri, Aral Denizindeki su azalması, tarımda kimyasal ilâç ve gübrelerin plansız ve bilinçsiz kullanımı ve Kazakistan’ın Semipalatinski vilayetindeki yer altı nükleer denemeleriydi. Literatürde Aral’a yakın Baykonur uzay üssünden atılan roketlerin de olumsuzs etkilerinden bahsedilmektedir.
Aral üzerinde oluşan buhar tabakasının su azalması yüzünden ortadan kalktığı ve bunun bölgede çok ciddi iklim değişikliklerine yol açtığı belirtilmektedir.[1] Bunun sebebi, Aral’ı besleyen Seyhun ve Ceyhun nehirleri üzerinde açılan sulama kanalları, su deposu olarak kullanılan ve hidroelektrik santraller için oluşturulan barajlardır. Velhasıl bu nehirler Aral’ı besleyemez duruma düşmüş, 30–40 yıl içinde, Aral’ın üçte ikisi kurumuştur. Pamuk ziraatı için kullanılan kimyasal gübre ve ilâçlar bir şekilde yer altından Aral’a ulaşan suları kirletince Aral’ın biyolojik varlığı da tamamen tükenmiştir. Ekonomi iflâs etmiş, Aral kıyılarında balıkçılıkla uğraşan insanların yaşadığı yerleşim alanları terk edilmiştir. Aral 1985’lerden itibaren artık bir ölü denizdir.
Nitekim BM raporlarına göre, son 40–50 yıl içinde oluşan Aral felâketi, hava ve su kirliliği yüzünden insan sağlığının bozulması, balıkçılğın yok olmasından dolayı ortaya çıkan işsizlik ve tarım alanlarında çoraklaşma olgularını içeriyor. Meselâ BM Nüfus Fonu’nun (UNFPA) 2009 yılı dünya nüfusuna ilişkin “Değişen Dünyayla Yüzleşme: Kadınlar, Nüfus ve İklim” başlıklı raporunda, Aral bögesindeki tüberküloz, hepatit ve solunum yolları ve ishale bağlı hastalıkların görülme, tekrarlanma sıklığı eski Sovyet coğrafyasının en yüksek oranlarını oluşturuyor. Kalp ve böbrek rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve çeşitli kanser hastalıklarının görülme sıklığının da her geçen gün artmakta olması, bölgedeki çevresel yıkımla ilişkilendiriliyor. Anemi ve üreme sistemi hastalıklarında oranlar da son 20 yılda iyice artmış durumdadır.[2]
Aral’ın katili, Sovyetler zamanında Moskova’dan yapılan bilinçsiz merkezi plânlamadır. Bölgede bugün bile bu plânlamanın ve bu plânamayı yapan zihniyetin etkileri hissedilmektedir. Tacikistan’ın Amuderya’nın kolu olan Vaksh nehri üzerinde ve Kırgızistan’ın Sırderya’nın kolu olan Narin nehri üzerinde Sovyetler zamanında kurulmuş olan hidroelektrik santrallere şimdi yenilerinin ilâve ediliyor olması, var olan problemleri artırmaktadır. Bunun bölgede yol açtığı bir sıkıntı, barajlarda tutulan suyun havzanın aşağı taraflarında su kıtlığına yol açmasıdır. Bugünlerde buna bir de enerji sıkıntısı eklenmiştir.
Orta Asya Ortak Enerji Sistemi (OA-OES), Sovyetler Birliği zamanında, yine o bilinçsiz anlayışın bir ürünü olarak, ortak kullanıcı ülkelerin sorumluluk ve haklarını beliryleyen ciddi bir mevzuat, bir çalışma ve yönetim yönegesi olmaksızın kurulmuş bir sistemdi. Nitekim Sovyetler Birliği dağıldıktan kısa bir süre sonra sistemde çatlaklar, ortaklar arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi, koordinasyon merkezinin geliştirdiği kuralları ihlâller sıradan hale gelmişti.
Bu durumda Haziran 2003’te Türkmenistan OES’ten çekildi. Üye ülkelerin sistemin çalışma mekanizmasını sık sık ihlâl etmeye devam etmeleri üzerine Mart 2009 itibariyle Kazakistan da OES bünyesindeki faaliyetlerine son verdi. Nihayet Tacikistan’da 9 Kasım 2009’da, fazla elektrik tüketimini engelleme düzeneğinin devre dışı kalması yüzünden önce Nurek, sonra da yeni inşa edilen Sangtudin de dâhil Vaksh nehri üzerindeki bütün hidro elektrik santraller çalışamaz duruma geldi. Bu arıza Özbekistan’ın enerji sistemini de etkiledi; Surhanderya bölgesindeki elektrik dağıtım hattı beslenemedi ve komşu Afganistan’a elektrik dağıtımı durdu.[3]
Bu gelişmeleri değerlendiren Özbekistan da OES’ten çekilme kararı aldı. Bu durumda OES’te sadece Kırgızistan ve Tacikistan kalmış oluyor. OES’in tekrar işlev yapabilmesi için, sistemin kullanım kurallarının ikili ve çoklu anlaşmalarla belirlenmesi ve bu kuralların taraf ülkelerce ihlâl edilmesini engelleyecek önlemlerin geliştirlmesi gerekmektedir. Aksi takdirde her ülke kendi elektrik ihtiyacını kendisi karşılama yoluna gidecek ve bölgenin toplam enerji ihtiyacını karşılamada önemli bir maliyet artışı olacaktır. Oysa OES’in düzenli bir şekilde kullanımını ve yönetimini belireyecek bir hukuki temel, maliyetin mevcut durumdan daha da az olmasını sağlayabilir.
Başta da belrtildiği gibi enerji problemi yanında, en az onun kadar önemli olanı, Aral’ı besleyen kaynakların azalmaya devam etmesidir. “Aral’ı hayata döndürme çalışmaları devam ederken, bölgedeki su kaynakları üzerinde yeni inşaatlar yapmak, üstelik bunları suyu tabii yataklarından koparırcasına yapmak, bölgede zaten var olan çevresel dengesizliği daha da artıracaktır.”[4]
Aral, eski durumuna döndürülebilir, bir ölü deniz olmaktan kurtarılabilir mi? Birleşmiş Milletlerin iklim değişikliği konusunda yaptığı çalışmalar yukarıda özetlendi. Küresel ısınmaya karşı, sera gazları salımına karşı mücadele etmeye yoğunlaşan bu çalışmalar Aral’ı kurtarma çalışmalarını geriye itmiş durumda. Oysa bunlar eşit derecede önemli konular. Türkistan cumhuriyetlerinin aralarındaki problemleri çözmek ve Aral’ı kurtarmak için daha fazla çaba sarfetmesi gerekiyor. Son yıllarda problemleri birlikte çözmek için bir araya gelen bölge ülkeleri arasına 2008’den itibaren kara kedi girdi. BM ve USAID’in daha önceki yıllarda hazırladığı çeşitli raporlarına göre, bölge ülkeleri aralarında Aral’ı kurtarmak, su problemini halletmek ve Aral havzasında müşterek bir gelişme programı uygulamak için bir araya gelmişler ve Ortya Asya Ekonomik İşbirliği Örgütü yanında, Aral Denizi Uluslararası Fonu, Ulslararası Su Koordinasyon Komisyonu gibi komisyonlar kurmuşlardır.
Aral’ın Kazakistan tarafında ıslah çalışmaları belirli bir aşama kaydetmiştir. Ancak güney tarafta hala canlılık emaresi mevcut değildir. 2008’den sonra baş gösteren su ve enerji anlaşmazlığı problemlerinin müşterek çalışmaları sekteye uğratmaması için kardeşlerimizin azimli, kararlı ve anlayışlı bir tutum sergilemeleri gerekmektedir.
* * *
Yeryüzünde nimetlerle külfetlerin paylaşımında büyük bir adaletsizlik vardır. 7–18 Aralık tarihlerinde Kopenhag’da toplanan İklim Değişkliği Zirvesi bir daha ortaya koydu ki, insanoğlunun şu anki bilinç düzeyi, maalesef, bunu ortadan kaldıracak, yerine küresel bir adalet ikame edecek seviyede değil. Bu bilinç düzeyi toplumların kültürlerinin zihni ve manevi muhtevası ile ilgili bir durumdur. Oysa şu anda yeryüzünde hâkimiyet mücadelesi yapan kültürlerin zihni ve manevi mıhtevası buna uygun değildir.
İklim değişkliği konusunda anlaşamayan taraflar, öldükten sonra öbür âlemde yeni bir hayata inanmıyor, dolayısıyla Allah’tan korkmuyor da olsa bu dünyanın geleceğiyle ilgili, çocularının yaşamakta güçlük çekeceği gelecekle ilgili endişe duymak durumundadırlar. Bilinç düzeyinin bu endişelere erişebilmesi için bilgi düzeyinin belirli bir seviyede olması gerekir. BM bu eğitimi öncelikle devlet adamlarına vermelidir.
BM iklim değişikliğine karşı 40 yıla yakın bir zamandır tedbir arayışındadır. Olayı hala ve sadece kendi menfaati açısıdan değerlendiren ülkelere güvenmek bugün için mümkün değildir. Onun için Türkistan’da Sovyetler zamanındaki merkezi planlamadan kalan problemlerin çözümünü kardeşlerimiz kendi aralarında bulmalıdır. Aksi takdirde dışarıdan bir güç olarak bölgeyi kontrol etmek isteyenlere fırsat verilmiş olur. Bunlar bilinç düzeyinden şikâyetçi olduğumuz güçlerdir. Yani müdaheleleri, bölgedeki problemleri çözmek için değil, kendi menfaatlerini oluşturmak, korumak ve/veya artırmak için olacaktır.
Ayrıca Türkistan’ın yeni efendilere ihtiyacı yoktur. Ancak bütün bunlar için kendimizi yönetecek yeteneğe sahip olduğumuzu göstermek durumundayız. Şu anda nüksetmiş görünen su kaynaklarının hakça kullanımı problemi ve buna bağlı ortak elektrik enerjisi sistemi problemi, büyümeden, dışarıdan güçlerin muhtemel müdahalelerini kaçınılmaz kılmadan çözülmelidir. En fazla BM ama bölge dışından bir ülkenin, emperyal niyetleri olan bölge dışı bir ülkenin karışmasına fırsat vermemek lâzımdır.
Sadece su ve elektirk değil, bütün kaynakların, hem Türkistan cumhuriyetleri arasında, hem de bölgenin dışında kalan güçlere karşı, “irade ve yönetim kaynağın sahibine aittir” esasıyla yönetilmesini artık sağlamak durumundayız. Yani şimdi kardeşlerimiz aralarında birlik oluşturarak sahip oldukları doğal gaz, petrol ve uranyum gibi tabii kaynaklardan haklarına düşen payı almalı, adil bir paylaşım sağlamalıdırlar.
Türkistan’da böylesi ortak bir ekolojik atılım, bu dünyayı etkileyecek zihni bir dönüşümün başlangıcı olacaktır. Türkçe konuşan toplulukların önderleri şunu iyi bilmelidir: Sadece kendi geleceğimiz değil, bütün dünyanın geleceği bizim birlikteliğimize bağlıdır. Nimetlerle külfetlerin paylaşımında Küresel Adalet ve iklim değişikliklerinden doğacak felâketlerden herkesin zarar göreceği bilinci, bizim öncülüğümüzü bekliyor. Kardeşlerimizin tarihin derinliklerinden gelen tecrübeye ve günümüz yönetim bilgilerine dayanarak, böylesi büyük bir geleceğe birlikte yürüyeceklerine inanmamak için bir sebep yoktur.
[1] Kavuncu, O., 1997, “Türkistan'da Ekoloji Problemleri: Kazakistan, Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası Özel sayısı, Sayı 15: .889-892, Ankara.