YENİ ANAYASA ARAYIŞI VE TEMEL MESELELERİMİZ

YENİ ANAYASA ARAYIŞI VE TEMEL MESELELERİMİZ

 

Daha önceki seçim dönemlerinde olduğu gibi 31 Mart 2024 Mahallî Seçimleri öncesi ve sonrasında da yeni anayasa tartışması, Türkiye’nin gündeminde ön plana çıkarılmıştır. TBMM Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş, bu kapsamda siyasi partilerle görüşmeler yapıyor. Sayın Cumhurbaşkanı da bu konuda süreç içerisinde açıklamalar yapmıştı. Büyük ölçüde değişikliğe uğrayan ve 2017’de yapılan değişiklikle Hükûmet Sistemi’nin de değiştiği 1982 Anayasası’nın, bir darbe kalıntısı olması bir yana insicamını kaybettiği bir gerçektir. Bu bakımdan bütün toplum kesimlerinin uzlaşmasıyla, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, millî devlet ve üniter yapı temelinde, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti esasları çerçevesinde yeni bir anayasa yapılması elbette isabetli ve uygun olur. Ancak bu konuda farklı bazı çevrelerin niyetleri, etrafımızda meydana gelen ve Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne yönelik tehditler, ülkenin sosyal-demografik bünyesini büyük ölçüde etkileyen göçmenler meselesi ve bunlarla birlikte ekonomiden eğitime pek çok alanda yaşanan sıkıntılar ortadayken en acil ve öncelikli sorunumuzun yeni anayasa hazırlığı olmadığı da bir başka gerçektir.

Türk Ocakları olarak Cumhuriyet’imizin ikinci yüzyılına girerken ülkemizin temel meseleleri ve bunlara dair çözüm önerileri konusunda uzmanlara hazırlattığımız raporları bir kitap olarak yayımladık. Cumhuriyet’imizin İkinci Yüzyılına Girerken Sorunlar ve Çözümler başlığını taşıyan kitapta, on iki ana başlık yer almaktadır. Hiç şüphesiz, bu başlıklara başkaları da eklenebilir veya bunların altındaki konular, müstakil başlıklar altında ele alınabilir. Bizim maksadımız, mümkün mertebe özlü bir şekilde ana konuları gündeme getirmekti. Kitabın konu başlıkları şunlardır: Aile, Bilim ve Teknoloji, Çevre ve İklim Değişikliği, Devlet ve Siyaset, Yeni Dış Politika Ufku, Eğitim, Ekonomi, Gençlik, Hukuk ve Adalet, Güvenlik Politikaları, Nüfus ve Göç, Kültür Politikaları.

Anayasa konusunun etraflıca ele alındığı “Hukuk ve Adalet” bölümünde, Prof. Dr. Ender Ethem Atay şunları ifade etmektedir:

Ülkemizdeki yenilenecek veya hazırlanacak yeni anayasa dinî referanslara yer veremeyeceği gibi inanç hürriyetini gerçekçi olarak sağlamak için din ve inançlara aynı uzaklıkta ve fakat saygılı olmalıdır. Etniklik, hiçbir şekilde ön plana çıkacak bir düzenleme içermemelidir. Eğitim dilinin resmî dil ile aynı olma özelliği korunmalı; talebe bağlı olarak yöresel dillerin öğretilmesi kabul edilebilir. Temel hak ve hürriyetleri çağdaş insan hakları anlayışına uygun olarak düzenlemelerine yansıtmalı ve temel hak ve hürriyetleri etkili bir şekilde güvence altına almalıdır.”

Ülkemizde her kesimin yeni anayasadan beklentisinin farklı olduğu dikkate alınarak sürecin mümkün mertebe uzlaşmacı ve katılımcı bir yöntem ve yaklaşımla yönetilmesi gerektiğine işaret eden Atay, Anayasa’nın yenilenmesi veya tamamıyla yeni bir anayasanın hazırlanıp kabul edilmesi hâlinde ülkemizdeki sosyal, siyasal, ekonomik ve diğer tüm sorunların çözülmeyeceğini ancak sosyal gelişme, hak ve hürriyetlerin önünün açılması hususlarında önemli bir adımın atılmış olacağını belirtmektedir.

Dünyada güvenlik ihtiyacının ön plana çıkmasıyla birlikte diğer birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de güçlü lider, güçlü devlet, hızlı ve etkin karar alma, yönetimde süreklilik ve istikrar gibi kavramların hukuk düzeni ve anayasanın oluşturulmasında, 2017 Anayasa değişikliğinde önemli derecede etkili olduğu ortadadır. Ancak bizim daha o değişiklik önerildiğinde işaret ettiğimiz gibi, yürütme yetkisinin tek kişide toplandığı, yargı ve yasama erklerinin de yürütmenin önemli ölçüde etkisi altına girdiği Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin en büyük zaafı, denge-denetleme mekanizması eksikliği olmuştur. Ekonomide, hukuk ve yargıda, sosyal hayatta ve eğitim gibi alanlarda yaşanan sorunlar, önemli ölçüde demokrasiyi sadece seçimlerde oy vermeye indirgeyen bir anlayışın neticesidir. Salgın veya depremlerin etkileri elbette yadsınamaz ancak Türkiye’deki pahalılık ve enflasyonun savaş içindeki ülkelerden bile çok yüksek olması, 2018’den bu yana yürürlükte olan sistemin yanlışlığından değilse de eksik kurgulanmasından kaynaklanmasıyla alakalı olduğunu söylemek haksızlık değildir. Türkiye’nin iç ve dış güvenliği, elbette hayati önemdedir ancak, ekonomisi ve maliyesi güçlü olmayan, kırılgan yapıda olan bir ülkenin güvenlik ve beka sorununu sağlıklı bir zemine oturtması da zordur. “Usul esastan mukaddemdir” ilkesi gereği, yeni anayasanın nasıl bir yöntemle hazırlanması gerektiği konusunda anayasa hukukçularının görüşleri layıkıyla değerlendirilmelidir.

***

Bununla birlikte anayasa tartışması, Türkiye’nin bugünü ve yarınını belirleyecek temel sorunları göz ardı etmemize, onları tartışma gündeminden çıkarmamıza sebep olmamalıdır.

Türkiye’de bugün ciddi bir hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı sorunu vardır. Nüfusun belirli bir kesiminin lüks denebilecek veya orta seviyenin üstündeki yaşantıları, dar gelirliler ve özellikle büyük kentlerdeki çalışan ve emekliler başta olmak üzere toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı sıkıntıları gölgelememelidir. “Türkiye Ekonomi Modeli”, Türkiye’ye pahalıya patlamış ve neticede ekonomide “rasyonel zemin”e dönme kararı ilan edilmişti. Mahallî seçimler sonrasında ise kamuda kaçıncı kere açıklandığını bilmediğimiz tasarruf tedbirleri ilan edildi. Ekonomide mali politikaların yanında üretim, istihdam ve tasarruf elbette çok önemli ama bu tasarruf tedbirlerinin gerçekten de israf veya gereksiz harcamalarla ilgili olması, üretim ve hizmette verimliliği düşürebilecek göstermelik önlemler olmaması icap eder. Ekonomi meselesi, ülkenin güvenliğinden eğitim, gençlik ve dolayısıyla geleceğimiz konularına kadar pek çok hayati meselemizi etkilemektedir. Orta sınıfın ortadan kalkması değilse de oldukça zayıflaması, demokrasi açısından zaaflara yol açabilir. Son dönemde açıklanan rakamlara göre istihdamda olumlu gelişmeler görülüyorsa da genç işsizliği ve gizli işsizlik (iş bulma ümidini kaybedenlerin iş başvurusunda bulunmaması), işsizlik sorununun ciddiyetini koruduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin mühim meselelerinin başında, hiç şüphesiz on yılı aşkın bir süredir yaşadığımız sığınmacılar ve düzensiz göçmenler konusu gelmektedir. Burada, ensar-muhacir, göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı vb. söylemlerle demagojiye gerek yoktur, çünkü göçmen ve sığınmacılar olgusunun geldiği boyut, bu toprakların “Türkiye” olarak kalması bakımından bir beka sorununa dönüşme potansiyelini taşımaktadır. Soru şu: Türkiye neden dünyanın en çok sığınmacı ve göçmen nüfusuna sahiptir? Türkiye, Avrupa’yı göçmen istilasından koruyan bir göçmen deposu mudur? Göç ve iltica tarih boyunca yaşanan olgulardır ve Türk milleti de bu konularda alicenaplığını her zaman göstermiştir. Ancak bu defa mesele başkadır. Küresel güçler mücadelesinde gelişmiş ülkeler kendi sosyal-demografik yapılarını azami ölçüde korumaya özen gösterirken maalesef Türkiye ve bazı diğer ülkeler, âdeta Batı’nın koruma duvarı işlevine layık görülmüştür. Ülkemizde kalıcı hâle gelen milyonlarca sığınmacı ve göçmen ile şimdilik az sayıda olsa da vatandaşlık verilen bir kısmı organize suç örgütleri veya terör örgütleriyle bağlantılı kişiler, ileride bugünkünden çok daha ağır sorunlara sebep olacaktır. Türkiye’nin bu konuyu en kısa sürede çözmesi ve ülkedeki göçmen oranının -göçmenlerin nitelikleri, Türk kültürüne uyum yetenekleri ve ülkenin ihtiyaç duyduğu alanlar dikkate alınarak- makul bir düzeye indirilmesi şarttır.

Türkiye’nin çok ciddi bir aile ve gençlik sorunu vardır. Bunlar, ekonomi ve eğitim alanlarındaki sorunların yanında dijital çağın getirdikleriyle de yakından ilgilidir. Boşanmaların arttığı, geç evlenme veya yalnız yaşamanın yaygınlaştığı, doğurganlığın nüfusun kendini yenileme kapasitesinin altında düştüğü bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin durdurularak tersine çevrilmesi mümkündür. Burada devlete büyük görev düşmektedir. Aile kurumu açısından, ekonomik, sosyal ve kültürel politikalar ile eğitim süreçleri bir bütünlük içinde tasarlanarak adımlar atılmalıdır. Çağın hızla değişen teknolojilerine paralel olarak ortaya çıkan yeni meslekler dikkate alınarak mesleki eğitime daha fazla önem verilmelidir. Yeni evlilere sağlanan teşvikler, çocuklu çalışan annelerin mesai ve izin durumları, iş yerlerinde çocuk bakım yuvaları vb. pek çok husus bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Film ve dizilerde aile kavramı, kardeşlik, akrabalık vb. konuların olumlu yönleriyle işlenmesi gibi hususlar düşünülmelidir.

Millî Eğitim Bakanlığının müfredat çalışması yapması elbette önemli ama öncelikle devlet okullarına yeniden itibar kazandırmak, nitelikli eğitim yapılacak ortamları oluşturmak çok daha önemlidir. Öğretmen yetiştirme konusunu yapboz tahtasına çevirmeden ciddiyetle ele almak, öğretmenlere eski itibarlarını toplum içinde ve öğrenciler gözünde yeniden kazandırmak da bu kapsamda öncelikli hususlar arasındadır. Okul öncesinden üniversite ve lisansüstü eğitime kadar bütün süreçlerin yine bütüncü bir yaklaşımla ve Türkiye’nin mevcut ve gelecekteki ihtiyaçları dikkate alınarak planlanması bir zorunluluktur.

Bu ve benzeri sorunlarımız hakkında, elbette uzmanların görüşlerine başvurmak, bunları istişare ile çözmeye çalışmak ve bütün süreçlerde liyakat ilkesine göre hareket etmek, yani emaneti ehline vermek temel düsturumuz olmalıdır.

 

Prof. Dr. Mehmet ÖZ