CUMHURİYET’İMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN

CUMHURİYET’İMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN

 

Büyük Türk Milleti, Aziz Türk Ocaklılar

Birinci Dünya Savaşı sonunda mağlup olan devletlerden biriydik. Osmanlı Hükûmeti, dayatılan ateşkes antlaşmasının, düşman güçler tarafından ülkemizin istedikleri yerini işgal edebilmelerine imkân tanıyan maddeleri dahil, bütün şartlarını kabul etmişti. Teslim olmuş, kendimizi galip devletlerin merhamet ve insafına terk etmiştik. Esasen Birinci Cihan Harbi sona ermeden, ileride ülkenin işgale uğraması ihtimaline karşı hazırlıklar başlamıştı. Millet, derhal kuva-yı milliye ruhuyla “Müdafaa-i hukuk” ve “Redd-i ilhak” adları altında cemiyetler kurmaya başladı.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışından itibaren Türk Millî Mücadelesinin liderliğini başarıyla yürüten ve bu süreç sonunda da Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak tarihe karışan Osmanlı Hanedan yönetiminden sonra Türk milletine yeniden bir diriliş ruhu kazandıran, hiç kuşkusuz  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlı, akılcı ve sabırlı liderliğidir. 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışıyla başlattığı Büyük Nutuk’ta Mustafa Kemal, genel manzara hakkında yaptığı değerlendirmenin sonunda şunu söyler:

“Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da millî hakimiyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek!” Ona göre, “Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir...”

Mustafa Kemal’in kafasında tek fikir vardı: Vatanı kurtarmak ve sonra da ülkeyi çağdaş uygarlıklar seviyesinin üzerine çıkaracak yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmek. “İstiklâl ve hürriyet benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal, Eskişehir-Kütahya savaşlarındaki üstünlüklerinden cesaret alarak 23 Ağustos 2021’de saldırıya geçen düşmana karşı “Hattı müdâfaa yoktur, sathı müdâfaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça düşmana bırakılamaz” emrini verdi. “Melhame-i Kübra” olarak nitelediği bu savaşta kazanılan zaferden sonra TBMM tarafından müşir (mareşal) rütbesi ve “gazi” unvanı verilen Mustafa Kemal Paşa’nın, büyük bir titizlikle, diplomatik ilişkileri ustaca yürüterek ve tam bir imha ile sonuçlanacak şekilde hazırladığı Büyük Taarruz’da, “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle düşman ordusu bozguna uğratılmış ve ülke düşmandan temizlenmiştir.

Bu büyük başarının ardından toplanacak barış konferansı öncesinde yaşanan tartışmalar üzerine saltanat ile hilafet ayrılarak saltanat ilga edildi. (1 Kasım 1922). Böylece, zaten 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda ifade edilen “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü kesin bir biçimde hayata geçiyordu: “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir.  İdare usulü, halkın mukadderatını [geleceğini, kaderini] bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir[dayanır].”

Saltanatın kaldırılması, Lozan Antlaşmasının imzalanması ve Ankara’nın başkent olması gibi gelişmelerden sonra sıra malumun ilâmına, yani Cumhuriyet’in ilânına gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa 27 Eylül 1923’te verdiği bir beyanatta Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun  “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diye başlayan maddesini okuyarak bunu cumhuriyet diye özetlemenin mümkün olduğunu söylemiştir

Bu fikrin kuvveden fiile geçmesinde, Fethi Bey hükûmetinin istifasıyla başlayan bunalım vesile olmuştur. Mecliste güvenoyu alacak bir kabine oluşturulamaması üzerine 28-29 Ekim akşamı Çankaya Köşkü’nde bazı arkadaşlarıyla bir değerlendirme yapan Mustafa Kemal çıkış yolunu, “Yarın cumhuriyet ilân edeceğiz” diye açıklar. Halk Fırkası grubunun toplantısından sonra Meclis Genel Kurulunda anayasa değişikliği teklifi görüşüldü ve  1. maddenin sonuna, “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükûmeti Cumhuriyettir” hükmü eklendi. Teklif kabul edildi ve Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile Reisicumhur seçildi.

Atatürk ve arkadaşları dağılan Devlet-i Aliyye’nin küllerinden millî devlet ve üniter yapı temelinde Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa ettiler. Böylece, Devlet-i ebed-müddet’imiz bu coğrafyada Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı tecrübelerinin devamı olarak yeni bir safhaya geçti. Bugün onun mirasçısı olduğunu iddia edenlere hatırlatırız ki Atatürk bir Türk milliyetçisi idi ve bunun icabı olarak milletimize tarihinin büyüklüğünü hatırlattı. Bu amaçla faaliyetler yaptı, kurumlar tesis etti. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu bu istikametteki atılımlarından sadece ikisidir. Türk’e tarihiyle ve kimliğiyle övünmesini, gelecek için de çok çalışmasını ve bu sayede de güvenmesini aşıladı. Türk Milleti, “vatanın bahtı kara mâderini” kurtaran, “Benim hayatta yegâne fahrim [ biricik övüncüm], servetim Türklükten başka bir şey değildir.” diyen  büyük Başkumandanı, Cumhuriyet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü her zaman rahmet, minnet ve şükranla anacaktır.

Aziz Ocaklılar,

Dünya yüz yılda çok değişti ama değişmeyen veya benzer durumlar her zaman var. Birinci Dünya Savaşı bir paylaşım savaşı idi, günümüzde de farklı biçimde de olsa bir küresel egemenlik savaşı devam etmektedir Bu çerçevede içinde bulunduğumuz ve tarih boyunca pek çok medeniyetlere mezar olmuş coğrafyada Türk Milleti olarak hem büyük fırsat ve imkanlarla hem de büyük risk ve tehditlerle karşı karşıyayız. Dünyanın ve bölgemizin içinden geçtiği, sığınmacı ve göçmenler, Orta Doğu’daki devletlerin parçalanması, enerji kaynakları gibi çok değişik parametrelerin şekillendirdiği bu süreçte, bütün aksi iddialara rağmen hâlâ geçerliliğini ve hatta vazgeçilmezliğini koruyan üniter-milli devlet yapımıza halel getirebilecek her türlü tuzağa karşı uyanık olmak zorundayız. Bu vatanda, Türk siyasi egemenliği altında bin yıllık beraberliği bozma girişimlerine geçit vermemeliyiz. İlk bakışta birilerine cazip gelse de, gerek anayasa tartışmalarında gerekse terörizme karşı mücadelede, ileride bölünmeye gitmesi kaçınılmaz olan bir takım sözde çözüm reçetelerini bir daha gündeme getirilmemek üzere tarihin çöp sepetine atmalıyız. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağına inanıyorsak bu gibi konularda terör örgütlerine asla ve katiyen ödün vermemeliyiz. TUSAŞ tesislerine yapılan saldırı bir kez daha göstermiştir ki, terör örgütüyle ancak anladığı dilden mücadele edilir, asla müzakere edilmez. 40 yılı aşkın süredir PKK terörünün yol açtığı insani ve maddi bedelleri ödeyen Türk Milleti’nin rızası alınmadan, şehit ailelerinin hassasiyetleri ve acıları dikkate alınmadan PKK terör örgütü hakkında şok edici çözüm önerileri telaffuz etmek, toplumun ezici çoğunluğu tarafından olumlu karşılanmamaktadır. Türk Ocakları olarak yaptığımız açıklamada da vurguladığımız gibi, ipleri emperyalist güçlerin elinde olan bir terör örgütünün, yirmi beş yıldır hapiste olan “teröristbaşı”nın yapacağı çağrıyla ülkemize yönelik terör eylemlerini sona erdirmesi mümkün değildir. Zaten bu örgütün Suriye uzantısı, on yılı aşkın bir süredir ABD-İsrail ortaklığının himayesinde, Suriye’nin kuzeyinde genişçe bir bölgeyi kontrol etmektedir. Nitekim son Güvenlik Zirvesi’nde de Türkiye’nin bu Teröristan’a asla izin vermeyeceği vurgulanmıştır. PKK’istan veya Teröristan olarak adlandırılan bu yapılanmayı şu veya bu şekilde kabul edilebilir hâle getirmek için uzatılan hiçbir havuca itibar edilmemeli, iki binlerin başlarında başımızı döndürmek için ortaya atılan Yeni Osmanlı tuzağının Misak-ı Millî vaadiyle cilalanmasına karşı uyanık olmalıyız.

Cumhuriyet’imizin 101. Yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Millî Mücadele kahramanlarını, aziz şehitlerimizi ve bu toprakları bize vatan kılan ve emanet eden bütün atalarımızı saygı, rahmet ve minnetle anıyorum. Türk Milleti’nin birliği ve Türk Devleti’nin bekası için  yurt içinde ve dışında emperyalist güç odaklarının uşaklığını yapan teröristlere karşı mücadele eden kahramanlarımızı, Türkiye’nin tam bağımsızlığına kavuşması ve güçlü bir ülke olması yolunda kendi kulvarlarında cansiperane çalışan bütün yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Allah yâr ve yardımcıları olsun.

Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe!

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!