17 ASIR SONRA DÜNYA YENİ BİR KAVİMLER GÖÇÜYLE KARŞI KARŞIYA
Afganistan, tarih boyunca coğrafi konumu ve Orta Asya’dan kıtanın güneyine ve batısına geçiş güzergâhının ana merkezi olmasından dolayı jeopolitik önemi çok yüksek bir bölge olmuştur. Ülkenin kuzeyindeki nüfusun çoğunluğunu Özbekler, Türkmenler ve Tacikler oluşturur. Burası Uluğ Türkistan’ın devamı olan “Güney Türkistan”dır ve Orta Çağ’da bölgede kurulan bazı Türk devletlerine ev sahipliği işlevi yapmıştır. Sovyetlerin çekilmesinden sonra ülkede başlayan ve hâlen devam eden iç çatışmalarda, asırlardır burada yaşamakta olan Türkler, varlıklarını koruyabilmek için General Raşit Dostum’un liderliğinde otuz yıldır mücadele ediyorlar.
2001 yılında teröristlerin, başta New York’taki İkiz Kuleler olmak üzere, ABD’nin bazı stratejik merkezlerine düzenledikleri hava saldırıları şok etkisi yaptı; üç binden fazla insan hayatını kaybetti. Amerikalıların ülkelerinde ciddi bir terör olayı yaşanmayacağına olan güvenleri yıkılıverdi. ABD, olayın Afganistan’da Usame bin Ladin’in lideri olduğu, cihatçı El Kaide terör örgütü tarafından düzenlendiğini ilan etti; cezalandırmak maksadıyla harekete geçti.
Afganistan’da iktidarda “Taliban Grubu” bulunuyordu. Çoğunluğunu Peştunların (Afganlıların) oluşturduğu ve Pakistan’daki medreselerde eğitim gören Taliban, radikal İslamcı ve cihatçı bir harekettir. Yönetimlerine “Afganistan İslam Emirliği” adını vermişlerdir. El Kaide ile doğrudan bağlantıları olmasa da ülkede barınmalarına itirazları yoktu. ABD, Usame bin Ladin ve örgütünün diğer yöneticilerinin yakalanıp kendilerine teslim edilmesi isteğine uyulmayınca savaş açtı ve Afganistan’a girerek Taliban yönetimini devirdi. Ülkede “güven ve istikrarın sağlanacağını, çağdaş yönetim hukuk yapısına sahip demokratik bir Afganistan inşa edileceğini” ilan etti. Afganistan’ı Taliban ve El Kaide’den temizlemek için 23 NATO ülkesinin de aralarında bulunduğu 49 ülkenin askerî ve idari personel vererek katıldığı NATO komutasındaki “Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü” (ISAF) oluşturuldu. Yoğun hava bombardımanları karşısında hedef olmak istemeyen Taliban güneye, Pakistan tarafına geçerek gizlendi. Türkiye, başından itibaren ISAF’ta yer aldı. Beş yüz kişilik bir askerî birlik göndererek Kabil’deki Hamit Karzai Havaalanı’nın güvenliğini ve bakımını üstlendi.
ABD, ISAF bünyesinde 90 bini kendi askeri olmak üzere en modern silahlarla donattığı 130 bin kişilik bir ordu kurdu. Ayrıca Afgan Merkezî Hükûmeti’nin 300 bine yakın askerini de silahlandırıp eğitti. Bütün bu çabalarının ABD Hazinesi’ne maliyeti bir trilyon dolara yaklaşıyor. Ayrıca 2500 askeri öldü; ISAF’ın ve Afgan ordusunun kaybının 64 bin olduğu ifade ediliyor. Çok büyük maddi, askerî ve insani kayıplar pahasına 20 yıl boyunca yürütülen mücadelede, bugünkü tablo şunu gösteriyor:
1. ABD, Taliban’a karşı savaşı kaybettiğini kabulleniyor; geride siyasi, idari ve ekonomik enkaz hâline gelen bir ülke bırakarak panik hâlinde hızla çekilip bu ağır yükten kurtulmaya çalışıyor.
2. 300 bin kişilik Afgan ordusu, 60 bin civarında olduğu tahmin edilen ve gerillacı savaş yöntemini kullanan Taliban’ın askerî gücüne karşı koyamıyor. Ülkenin belli sayıdaki illeri dışında kalan en az yüzde yetmişlik alanına Taliban egemen olmuş durumda. Afgan ordusu, başkent Kabil’e ve kuzeye doğru adım adım ilerleyen Taliban’ı durduramıyor. Bazı askerler kaçarak Tacikistan’a sığınıyor.
3. Taliban, mevcut Afganistan İslam Devleti’ni tanımıyor; onu yıkarak Afgan İslam Emirliği adıyla kendi düzenini kuracağını defalarca açıkladı. Daho’da Amerikalı yetkililerle yürütülen görüşmeler sonrası imzalanan anlaşma metninde, bunu resmen kayıtlara geçirtti.
4. Afganistan bürokrasisinde ve ekonomik, politik kuruluşlarda büyük bir panik havası yaşanıyor. Taliban’ın cezalandırma konusunda acımasız olduğu bilindiğinden on binlerce insan ülkeden kaçıp kurtulmaya çalışıyor. Bunların çoğunun güzergâhı, İran üzerinden Türkiye; İran yönetimi, ülkelerinde kalmamak şartıyla Türkiye’ye geçmelerine izin veriyor.
5. Türkiye, hâlen on yıl önce Suriye sınırında yaşandığı gibi giderek çoğalan yeni bir sığınmacı dalgasıyla karşı karşıya. İki yıl önce sınıra duvar çekilerek bu sorunun çözümleneceği açıklanmıştı; ancak şimdi engellemek bir yana olaya âdeta seyirci kalınıyor. Van ve İran hattında büyük paraların döndüğü, konunun bir “rant pazarı”na dönüştürüldüğü görülüyor.
6. Afganlılar ülkemizde düşük ücrete razı olduklarından, başta çobanlık olmak üzere bazı işlerde özellikle tercih ediliyor. Türkiye‘nin nüfus ve kültür yapısı, yerleşip kalmakta kararlı olan, güneyinden ve doğusundan akıp gelen milyonlarca sığınmacının baskısı altında sarsılıyor. Bir yandan bu göç dalgalarının arkasının kesilmemesi diğer yandan Türkiye’nin ekonomik şartlarının daha elverişli olmasından dolayı sığınmacılara cazip gelmesi, bunların yanı sıra gelenlerin doğurganlık oranının yüksekliği gibi nedenlerle yakın bir gelecekte çok daha ağır etnik, politik, kültürel, idari ve ekonomik sorunlarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.
7. Afganistan’daki gelişmeler ortadayken Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın güvenliği ve bakımını finansal, lojistik ve siyasal desteklerin sağlanması şartıyla üstlenmek istemesi, uygulamaya geçilmesi durumunda muhtemelen bizi büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakacaktır. Çünkü Amerikan’ın askerî desteği olmadan iktidardaki hükûmetin uzun süre direnmesi mümkün değildir. Taliban sözcülerinin dünkü açıklamaları, Kabil’de kalmamız hâlinde nelerle karşılaşacağımızı ortaya koyuyor.
8. Taliban diplomatik bir dille uyarıyor. Türkiye’nin çok güçlü bir devlet olduğunu, çok eskilere dayanan siyasal, kültürel, tarihî dostluk ilişkilerimizin bulunduğunu vurguluyor; tarafların temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde havaalanı konusunda rızalarının olmadığı bir adım atılmayacağının ifade edildiği hatırlatılıyor. Ama kalmaya karar verilmesi durumunda Türkiye’nin de “işgalci güç” kategorisinde sayılacağı belirtiliyor.
9. Kabil Uluslararası Havaalanı, neden Türkiye’nin meselesi olarak görülüyor? ABD ve NATO, buranın Taliban’ın eline geçmesini göze alırken Türkiye’nin bu riski üstlenmeye gönüllü olmasının makul bir gerekçesi var mı? Bu adımı atarak başta S-400’ler meselesi olmak üzere ABD ile aramızdaki sorunların çözümüne kapı açılacağını düşünüyorsak bu hesap tutmaz. Washington‘dan sırtımızı sıvazlayan mesajlar almakla kalırız. Kararımızda ısrarcı oluğumuz takdirde Suriye’de olduğu gibi yapayalnız kalırız; ülkenin yönetimine çok geçmeden el koyacak olan, uluslararası alanda Afganistan’ın meşru yönetimi olarak tanınacak Taliban ile savaşmak durumunda kalırız. Sovyetler Birliği ve ABD‘nin ağır yenilgilere uğradığı böylesine bir gayya kuyusuna düşersek buradan çıkmak, Suriye’dekinden bile çok daha zor olur.
10. Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerine olumlu bir ivme kazandırmak ümidiyle bu tarz tehlikeli manevralara yönelmek yerine, bir an önce İran hududumuzda hızla büyüyen sığınmacı akınını engelleyecek etkili önlemler almaya başlamalıdır. Aksi hâlde doğmakta olan bu yeni “kavimler göçü” dalgalarının altında çaresiz kalır, eziliriz. Bölgemizde yaşanmaya başlanan yeni “kavimler göçü” hareketinin oluşturduğu fay hattının üzerindeyiz. Dolayısıyla konu, Türkiye açısından en az PKK/YPG kadar önemli bir beka meselesidir. Siyasi polemikler ve seçim hesaplarıyla zamanımızı ve enerjimizi tüketmek yerine bu sorunun ciddiyetini görmeli, çözüm aramalıyız.