YUNANİSTAN HER ZAMANKİ GİBİ EMPERYALİSTLERİN GÖNÜLLÜ TAŞERONU DURUMUNDA
Yunanistan, son iki ay içerisinde ABD ve Fransa ile askerîalanda, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren iki önemli anlaşma imzaladı. Anlaşma metinlerinde Türkiye’nin adı doğrudan geçmiyor, ancak Yunan politikacılarının açıklamalarında ve basına yansımalarında amacın Türkiye’den gelen tehditlere karşı Yunanistan’ın güvenliğini sağlama olduğu ifade ediliyor. Fransız ve Amerikan dışişleri bakanları imzayı takiben yaptıkları açıklamalarda “casus belli” deyimini zikrederek anlaşmasının kime karşı yapıldığını da belirtmiş oldular. Çünkü Yunanistan’ın Ege Denizi’nde sınırlarını 12 mile çıkarma girişimlerine karşı TBMM’de, 1996 yılında böyle bir adımın “casus belli” yani “kesin savaş sebebi“ sayılacağı kararı alınmıştı. Yunanistan o günden beri buna tepki gösteriyor, Türkiye’yi Batılı ülkelere sık sık şikâyet ederek kendini savunma hâlinde mağdur konumda göstererek destek bulmak istiyor. Uluslararası alanda barışın ve adaletin savunucusu imajını kimseye bırakmayan bu iki ülkenin, Türkiye‘nin böyle bir karar almaya neden ihtiyaç duyduğunu, Yunanistan’ın niyetini gerçekleştirmesi durumunda Türkiye’nin karasularına tıkılıp kalacağını, bunun hak ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacağını görmezlikten gelmeleri dürüst bir tavır değildir. Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayarak, Yunanistan’ın iddialarını peşinen destekleyerek, tansiyonu yükseltici girişimlerine göz yumarak bölgede barış ve istikrarın sağlanmasını engelliyorlar.
Yunanistan’ın hakkı olmayan alanlara yönelip sahiplenme isteği, tarihinden gelen bir alışkanlıktır. İki yüz yıldır Batılı ülkelerin desteğini arkasına alarak “Büyük Yunanistan”hayalini gerçekleştirmek peşinde. Bu saldırgan tavrı,emperyalist ülkelerin de işine geliyor. Birinci Büyük Savaş’ın galibi İngiltere’nin Yunanları taşeron olarak nasıl kullandığını, Türkleri bu coğrafyadan kovmak amacıyla tasavvur edilen “Şark Projesi”ni nasıl uygulamaya çalıştığını biliyoruz. Birçok İngiliz politikacısı gibi amansız bir Türk düşmanı olan dönemin İngiltere Başbakanı Lloyd George, Avam Kamarasında şöyle diyordu:
“Yunanistan Doğu Akdeniz’de geleceğin milletidir. Üretken ve enerji dolu olup Türklerin barbarlığı karşısında Hristiyan medeniyetini temsil ediyor. Büyük Yunanistan İngiliz İmparatorluğu için değer biçilmez bir dost ve kazanım olacaktır.”
Yunanlar, genlerindeki siyasi ihtiraslarından dolayı bu maceraya atılmaya hazırdılar; İngiliz ve Fransız gemileriyle 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarıldılar ama Türklüğün en elverişsiz şartlarda bile var olma iradesi göstereceğini hesap etmemişlerdi. Bu yanılgının bedelini çok ağır ödediler. Üç yılkadar sonra Mustafa Kemal’in komutasındaki Mehmetçik’in önünden kaçabilen Yunan askerleri, kendilerini limandaki aynı devletlerin gemilerine güçlükle atarak kurtulmaya çalışırken Lloyd George gibileri bu trajediyi sadece seyrettiler.
Günümüzde sahnede emperyal iddialarını rafa kaldırmış görünen İngiltere değil, ABD ile Fransa var. Bu iki ülke,Yunanistan ile askerî işbirliği anlaşmaları yaparken Atina’da,yüz yıl öncekini andıran “Megali İdea” hayalleri yeniden alevlenmiş görünüyor.
Atina, Fransa ile çoktandır tam bir dayanışma hâlinde görünüyor. Yeni bir Napolyon olarak tarihe geçme hevesinde olan Macron, Doğu Akdeniz ve Libya ile ilgili hegemonik planlarını Yunanistan’ı kullanarak hayata geçirmek istiyor.Atina’nın Ankara ile ilişkilerinin yükselmesine paralel olarak kendilerinden silah satın alacağını görüyor. Nitekim Yunanistan, geçen ay Fransa’dan üç destroyer ve altı Rafele savaş uçağı almak üzere anlaştı. İki ülke arasında imzalanan savunma ve güvenlik işbirliği yapmaya yönelik Stratejik Savunma Anlaşması’nda, taraflardan birine üçüncü bir ülkenin saldırması durumunda birlikte karşı konulacağı belirtiliyor.Başbakan Miçotakis “Kimin kimi tehdit ettiğini biliyoruz.”deyip, “casus belli” kararını eleştirerek Türkiye’yi işaret etti.Ayrıca “Bir saldırı olursa Avrupa’nın tek nükleer gücü ve BM Güvenlik Konseyinin daimi üyesi ülke yanımızda yer alacak.” diyerek anlaşmayı ne kadar önemsediklerini belirtti. Fransa, geçen yıl Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi, Kıbrıs açıklarında alan araştırması yaparken Rumlara güvencede olduklarını göstermek amacıyla buraya bir uçak gemisi, birkaç muhrip göndermişti.
Yunanistan, ABD ile 1990 yılında yaptıkları Savunma İşbirliği Anlaşması’nı güncelleyip beş yıl daha uzatmak üzere anlaştı. Girit’teki büyük deniz üssüne ilaveten Dedeağaç’ta daha büyük bir üs kuruyor. Ayrıca Yunanistan’ın değişik yerlerinde yirmiye yakın hava üssünden dilediği gibi yararlanabilecek. Bu anlaşmayı imzalayan ABD Dışişleri Bakanı’nın konuşmasında, Türkiye’den söz etmese bile, hiç gereği yokken “casus belli” tanımlamasını eleştirmesi,Yunanları çok mutlu etti.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, bu anlaşma hakkında konuşurken ABD, Fransa, İsrail ve Mısır ile yaptıkları anlaşmalar hakkında, üzerinde çok düşünmemiz gereken ifadeler kullandı: “ABD bizi Orta Doğu ve Körfezler ile Avrupa arasında bir köprü olarak görüyor. Bunun sebeplerinden biri de Yunanistan’ın İsrail ve bazı önemli Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olması.”.
Ayrıca Dendias, ABD Kongresinde Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Senatör Bob Mendez’in Türkiye karşıtlığı ve komşularımızla ilişkilerimiz konusunda dikkat çeken iddialar öne sürdü:
“Mendez Türkiye karşıtlığını her vesileyle sergiliyor. Buna karşılık ABD yönetimindeki bazı yetkililer hedeflerinin Türkiye’yi kaybetmemek olduğunu söylüyorlar. Fakat bu yaklaşım geçerliliğini yitirdi. Günümüz Türkiye’si, 20 yıl önceki Türkiye değil; hatta 1952’de NATO’ya katılan ülke de değil. Saldırgan bir ülke olarak görünüyorlar. Genişlemeci, Neo-Osmanlıcı, İslam merkezli tutumu sebebiyle bütün yakın komşularından uzaklaştı. Bundan gerçekten dersler çıkarılması gereken hususlar var. Bir ülke birkaç yılda onlarca yıldır kurduğu ilişkileri nasıl yıkabilir?”.
Siyasi hedef ve ihtirasları boylarını çok aşan Yunanistan ve Kıbrıs Rumları, yüz yıl sonra ABD ve bazı ülkeleri arkasına alarak yeni bir çılgınlığa kalkışabilir mi? Bu ihtimali yok sayamayız. Ege’deki 12 mil hedefi, Doğu Akdeniz’deki enerji yataklarının tümüyle kendilerinin olduğu iddiaları, Kıbrıs Türklerine statü vermemekte kararlı oluşları mevcut gerginliği her an artırıp krize yol açabilir. Batılı ülkelerin ihtilaflı konuların çoğunda Yunanlardan yana olmaları, Atina‘nın Kıbrıs konusunu bir AB meselesi hâline getirmeyi başarması bu ihtimali güçlendiriyor. Ancak bizim bu ve benzer temel dış meselelerimizde nasıl olup da bu derece yalnız kaldığımızı, vakit muhasebesini objektif şekilde düşünmemiz gerekiyor. Özellikle son on yıldaki gelişmeler,bize dış politikanın duygularla, dinî yaklaşımlarla, iç siyasetle ilgili popülist hesaplarla yürütülemeyeceğini açıkça gösterdi. Dış İşleri teşkilatımızın yüzyıllara dayalı tecrübesi, kariyerli ve yetenekli mensuplarının kenara itilmesinin yanlış olduğunu gördük; bilgi, istihbarat ve durum değerlendirmeleri gibi konulardaki eksikliğimizin doğru karar verebilmemizi engellediği anlaşıldı. Artık bütün bu yanlışları, eksiklikleri bir yana bırakarak, şartları, dengeleri, imkânları doğru okuyarak toparlanmamız gerekiyor. Aksi hâlde kendimizi bir anda ateş çemberinin içinde bulabiliriz.