RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGAL GİRİŞİMİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı işgal harekâtına başladığı 24 Şubat 2022 tarihi, 1990’lardan bu yana küresel dünya düzeni veya düzensizliğinin geçirdiği aşamalar veya dönüm noktalarından biri olarak tarihe geçecek. Bu hadise öncesinde, uzun süre Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açıp açmayacağı tartışıldı. Rusya, Ukrayna toprakları içindeki Donetsk ve Luhansk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını tanıdığını ilan ederek beklenen savaşı başlattı. Bu süreci anlamak için tarihî arka plana kısaca bakalım:

1990’lardan 21. yüzyılın başlarına, o zamandan da 2020’lere gelinirken ABD’nin, tek kutuplu dünya siyasetinin gücünü yeniden toparlayan Rusya ve küresel egemenlik mücadelesinde ekonomide birinciliğe yürüyen Çin tarafından dengelendiğini gördük. Avrupa Birliğinin bir başka güç odağı olma istikametindeki yürüyüşü ise çok etkili olmadı ve bilhassa Birleşik Krallık’ın (İngiltere) çıkışıyla zaafa uğradı. Son yıllarda, Türkiye’nin de dâhil olduğu gelişmekte olan ekonomilere sahip bazı ülkelerin dördüncü bir güç odağı olarak denklemde yerini almasından bahsedenler de var.

Küresel Kovid-19 salgını da dünyadaki bu yeni arayışların bir aracı olarak kullanıldı. Son olarak bir müddettir yaşanan bir gerilim, nihayet sıcak çatışmaya dönüştü ve Rusya, Ukrayna’yı işgal girişimini başlattı. Hiç şüphesiz bu hadisenin yakın sebepleri, tetikleyici etkenleri var ama meseleyi, 1990’lar sonrası yaşanan sürecin bugünkü aşaması olarak ele almazsak doğru değerlendiremeyiz. “Medeniyetler Çatışması Tezi”, bir akademik fantezi değildi. İslamofobiyi dünya gündemine oturtan 11 Eylül saldırıları, Irak’ın işgali, süreçte çok önemli dönüm noktalarıydı. Büyük Orta Doğu Projesi, Arap Baharı, Turuncu devrimler bunları takip etti. Irak, Libya ve Suriye’de yaşananlar, bizi güneyimizden ABD ve Rusya ile komşu hâline getirdi. Küresel ve bölgesel güçlerin savaş alanına dönüşen bir coğrafyada, inanılmaz boyutta sığınmacı akınına ve güneyimizde bir “PKK’istan” oluşumuna şahit olduk.

Dünyanın küresel salgına maruz kaldığı dönemde, “Büyük Sıfırlama” (Great Reset) adı altında yeni bir proje de gündeme geldi. Dünyada, kapitalist sistemin yeniden sıfırlanarak “daha güler yüzlü” bir şekilde sunulmasından küresel egemenlik mücadelesinde yeni yükselen güç olarak Çin’i dengelemek için dört kutuplu bir dünya tasarımının daha elverişli olacağına dair değişik senaryolar tartışılmaktadır.

Gerek Şubat 2021’de, sanal ortamdaki Münih Güvenlik Konferansı oturumunda gerekse NATO’nun 2021 Haziran toplantısında Başkan Biden’ın ifadesiyle “ABD geri döndü.” ve yeniden Rusya ve Çin gibi rakipler karşısında “Batılı değerler ve demokrasi” söylemini öne çıkaran bir yaklaşım ortaya konmuştu. Tabii, bu insan hakları ve demokrasi söyleminin Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerdeki sonuçları ortadadır. Ancak buradaki ciddi gelişmeleri ve tavrı görmek ve doğru değerlendirmek elzemdir.

NATO’nun 2030 Vizyon Belgesi’nde, “Rusya, Çin, terörizm, kurallara dayalı uluslararası düzene yönelik tehditler, göç ve siber güvenlik” başlıca endişeler olarak kaydedilmiştir. Raporda Çin'in açıklanan hırsları ve baskın davranışlarının, kurallara dayalı uluslararası düzene ve ittifakın güvenliğiyle ilgili alanlara sistematik meydan okumalar oluşturduğu da vurgulanmıştır. “2030 Stratejik Konsepti”nde NATO, Rusya’yı “ana hasım” olarak değerlendirirken Çin’i “doğrudan askerî tehdit” olarak nitelememekle birlikte Çin'in yükselişiyle ilgili kaygılarını dile getirmiştir.

Hiç şüphe yok ki, Çin ve Rusya gibi totaliter ve baskıcı rejimler de ABD gibi sözde demokrasi şampiyonu devlet de esas itibarıyla kendi çıkarları ve küresel egemenlikleri için çaba sarf etmektedirler. İnsan hakları ve demokrasi kavramlarını savunduğunu söyleyenlerin gözünde Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afrika’nın değişik ülkelerinde, Yemen’de, Afganistan’da devam eden çatışmalarda ölen ve yurdundan olan insanların bir değeri yoktur. Doğu Türkistan’ı 21. yüzyılın Nazi kamplarıyla dolduran Çin’in ise kendi iktisadi ve siyasi gücünü arttırmak için feda edemeyeceği insani değer yoktur. Bütün bunlar, esasen 21. yüzyılda küresel egemenlik mücadelesinde gelinen yeni aşamanın sancıları veya uzmanların deyimiyle yeni küresel mimarinin kuruluş çabalarıdır.

İşte, bugün Rusya’nın âdeta bütün dünya kamuoyunu karşısına alarak 24 Şubat 2022’de Ukrayna’da başlattığı savaş, salt Donbass’taki iki bölgede ilan edilmiş cumhuriyetlerin bağımsızlığının Rusya tarafından tanınması veya Rusya’nın NATO tehdidine karşı ön alması olarak yorumlanamaz. Başta ABD olmak üzere NATO ülkeleri, Ukrayna savaşına askerî olarak müdahil olmayacaklarını açıkladıkları hâlde Putin, harekâtı Donetsk ve Luhansk ile sınırlı tutmak bir yana bütün Ukrayna’ya yönelik kapsamlı bir savaşa dönüştürdü. Ukrayna ordusu ve halkı, haklı olmanın da avantajıyla dünyada büyük bir sempati kazanırken Putin, kendi ülkesinde dahi savaş karşıtı gösterilerle karşılaştı. Çünkü kendisi, tarihte Ukrayna diye bir şeyin olmadığını, oradaki halkla Rusların aynı millet olduğunu söyleyerek Ukrayna’yı ilhak girişimini haklılaştırmak istiyordu. Ama madalyonun diğer yüzünde kardeş Ukrayna halkı ile savaşa anlam veremeyen Ruslar vardı. Rusya’nın Putin döneminde ulaştığı refah ve istikrarın bozulması da kamuoyunun hoş karşılayacağı bir husus değildi.

Rusya’nın Ukrayna karşısındaki askerî üstünlüğü, elbette tartışılmaz ama öyle sanıldığı kadar kolay teslim olmayacağını gösteren Ukrayna’nın Putin’e “nükleer silahlar” sözünü telaffuz ettiren direnişi, pek çok kimsenin “Acaba Putin, ABD tarafından bir tuzağa mı çekildi?” sorusunu sormasına yol açtı. Zira her ne kadar Rusya ile savaşmayacaklarını açıklasa da sürekli olarak Rusya’ya karşı yaptırım dilini kullanması sebebiyle Putin’i böyle bir yola sevk etmiş olabilirdi. Ancak KGB geçmişinden beri çok serinkanlı ve hesaplı bir lider olarak temayüz eden Putin’in güç zehirlenmesi mi yaşadığı yoksa çok geniş bir coğrafyada, o coğrafyaya oranla düşük bir nüfusa sahip ve ekonomisi büyük ölçüde doğal enerji kaynaklarına dayanan ülkesini, hatırı sayılır bir bölge gücü olarak küresel egemenlik savaşında ve paylaşımında ABD ve Çin ile denk bir statüde muhafaza etmeye mi çalıştığı tartışılmaktadır.

Avrupa Birliğinin 1990’lardaki ve 2000’lerin başlarındaki cazibesinin kaybolduğu ortadadır. İngiltere’nin ayrılması da önemli bir kırılmaydı. Rusya, enerji kaynaklarını da kullanarak Batı’daki zaaflardan yararlandı; Almanya, Fransa gibi AB’nin iki önemli kurucu devletiyle de sıkı ekonomik ilişkiler kurdu. Ukrayna krizinin başlarında Almanya’nın çekingen tavrında bunun rolü vardı ama savaş başladıktan sonra Ukrayna’nın direneceği ortaya çıkınca NATO ve ABD’nin etkisiyle Almanya, Ukrayna’ya savaş malzemesi göndermeye karar verdi. Netice itibarıyla bu savaş, Batı Avrupa ve belki ondan daha fazla, önceleri Varşova Paktında yer alan Doğu Avrupa devletleri için NATO’nun önemini tahkim etti[1]. Bu sonucun, Biden’ın ABD’nin geri dönüşü hakkındaki ifadesi ve NATO’nun “2030 Vizyon Belgesi”nde belirtilen tutumla uyumlu olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla bazı NATO ülkelerinin millî çıkarlar temelinde Rusya ile kurdukları ilişkilerin artık eskisi gibi süremeyeceği açıktır. Bu, Rusya ile çok önemli ekonomik ve siyasi ilişkileri olan ve bu savaşta, uluslararası hukuk bakımından Rusya’nın yaptıklarını kabul edilemez bulmakla birlikte Ukrayna ile Rusya arasında dengeli bir siyaset gütmeye çalışan Türkiye için de geçerlidir.

Ukrayna krizinin 2011’de Libya’daki gelişmelerle başladığını ifade eden Uluslararası İlişkiler uzmanı Prof. Dr. Taşansu Türker, Anadolu Ajansına verdiği kapsamlı mülakatta (01.03.2022) dünya sistemindeki kırılmayla ilgili olarak şunu ileri sürmektedir:

Asıl kırılma Rusya'nın, nükleer silah sahibi olarak geri kalmış, Batı ile ekonomik, siyasal sistemine uygun olmayan toplumsal sistemiyle Batı'yla eklemlenmeye çalışmasıyla değil, asıl kırılma Çin'in tam bir meydan okumaya başlamasıyla karşımıza çıkmaya başladı. Çin, bütün bu dengeleri altüst etti. Bu durum özellikle Trump döneminde tüm dünyada uluslararası siyasette bir vakum yarattı. Pek çok hevesli ülke kendi etkinlik alanını genişletmeye çalıştı. Bu bir sistemin çözülüşüdür.”[2]

Özetle ifade etmek gerekirse Putin liderliğindeki Rusya, komşu devletlere karşı dostane sayılamayacak emellerini açıkça ortaya koyunca ABD ve Batı’dan ekonomik yaptırımlara muhatap oldu. Bu durum ve Ukrayna’nın direnişi, Rusya’ya gücünün sınırlarını gösterdi. Geri adım atması hâlinde imajı büyük ölçüde sarsılacak olan Putin’in Ukrayna’nın Karadeniz’le irtibatını kesecek şekilde toprak kazanımların elde ettikten sonra ciddi anlamda barış müzakerelerine oturabileceği, hâlihazırdaki görüşmelerin netice vermeyeceği, çatışma sonlandıktan sonra da elde ettiği toprakları terk etmeyeceği ifade edilmektedir. Ukrayna NATO üyesi olmadığı için toprakları NATO tarafından savunulmayacak ve sonuçta toprak kazanmış ama Batılı ülkeler ile ilişkileri zedelenmiş bir Rusya ve fillerin savaşında ezilmiş ama kalan topraklarında bağımsız bir Ukrayna olacak.

Bu savaşın başta Kırım Türkleri olmak üzere Rusya Federasyonu bünyesindeki Türk toplulukları ve Türk devletleri açısından da önemli sonuçlar doğuracağı açıktır. Türk milleti olarak son günlerde ülkemize Ukrayna’dan gelen Kırım Tatar Türklerine kucak açtık. 2014’te Rus işgal ve ilhakına maruz kalan Kırım’dan ayrılmak zorunda kalan Kırım Türklerinin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Ukrayna’nın işgal girişimine karşı Türk milletinin verdiği desteğe teşekkür etmiştir. Temennimiz, kardeşlerimizin bu savaştan zarar görmemeleridir. Türk Ocakları olarak bu süreçte kardeşlerimizle dayanışmamızı güçlü bir şekilde sürdüreceğiz.

SADİ SOMUNCUOĞLU’NUN ARDINDAN

Son yıllarda, camiamızın üstatlarını bir bir beka âlemine uğurluyoruz. Kovid 19 salgınında kaybettiklerimizi, başka sebeplerle hayata veda edenler takip ediyor. Son olarak da milliyetçi camianın aksakallarından, devlet adamı Sadi Somuncuoğlu büyüğümüz Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Gençlik yıllarından itibaren Türk Ocakları, Üniversiteliler Kültür Derneği gibi milliyetçi oluşumlarda çalışan, milliyetçi-ülkücü dergi ve gazetelerde yazılar yazan Sadi Somuncuoğlu, faal siyasete MHP’de başladı. 12 Eylül öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel İdare Kurulunda görev yapan ve 1977 seçimlerinde Niğde milletvekili seçilen Somuncuoğlu, 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında hapsedilmiş ve yargılanmıştı. Mahkemedeki dik duruşu unutulmayan Somuncuoğlu, daha sonra Türk Ocaklarında hizmet etti ve 1994-95 yıllarında Genel Başkanlık yaptı. Siyasete girmesi üzerine Başkanlık’tan ayrıldı. Anavatan Partisinden ayrılıp MHP’ye geçen Somuncuoğlu, 1999 seçimlerinde MHP’den milletvekili seçilmiş; 57. Hükûmet’te Devlet Bakanı olarak görev yapmıştı. Faal siyasetten ayrıldıktan sonra Millî Düşünce Merkezini kuran Sadi Somuncuoğlu, vefatından kısa bir süre önce kurucu genel başkanı olduğu bu Dernek’in başkanlığını devretmişti. İki yıl süren rahatsızlığı döneminde bile ülke meseleleri ile görüşlerini paylaşmaya gayret etti çünkü o, kendisini milletine, ülkesine ve ülküsüne adamış bir dava adamı idi. Uzunca süre Yeniçağ gazetesinde yazılar yazdı. Bu yazılarında benim en çok gördüğüm husus, ayrıntılara dikkati fakat ağaçlar arasında kaybolmadan ormanın manzarasını berrak bir şekilde çizmesiydi. Kıbrıs’tan Avrupa Birliği ile ilişkilere kadar Türkiye’nin ve Türk dünyasının meselelerine dair derin bilgi ve vukufa dayalı eserler ortaya koydu.

28 Şubat 2022’de bu âlemdeki nöbetini tamamladı ve ebedî âleme göç etti. Merhum Sadi Somuncuoğlu’na Tanrı’dan rahmet, ailesine, camiamıza ve mensubu olmaktan iftihar ettiği Büyük Türk milletine başsağlığı diliyorum. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

 

[1] Nitekim Ukrayna'nın Avrupa Birliğine üyelik sürecine desteğini açıklayan ülkelerin hepsi, eski Doğu Bloku ülkeleridir: Bulgaristan, Çekya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Slovakya ve Slovenya.

[2] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/prof-dr-tasansu-turker-tum-yonuyle-rusya-ukrayna-savasini-degerlendirdi/2519286