Türkiye’nin Fetret’ten Çıkış Yolu
Türkiye iki aydır yolsuzluk ve rüşvet soruşturması olarak başlayıp bir anda “paralel devletin darbe girişimi”ne dönüştürülen bir süreci yaşıyor. Düne kadar içiçe, birlikte hareket eden iktidar partisi ile “hizmet” cemaati arasında, aslında birkaç yıldır varolan gerilimin suyüzüne çıktığı bu süreçte hukuk devleti kavramı derin bir tahribata uğradı. 2000’li yıllara damgasını vuran Balyoz, Ergenekon vb. davaların “millî orduya kumpas” olduğunu dillendiren iktidar partisi, bu süreçteki sorumluluğu neredeyse tamamen “cemaat yargısı”na yüklerken toplumda adeta onbir-oniki yıldır iktidarda başka bir parti varmış intibaı uyanıyor. “Hizmet hareketi”nin yayın organı olarak bilinen medyada ise düne kadar neredeyse eleştiriden muaf ve masun tutulan iktidarın “bulaştığı rüşvet ve yolsuzluklar” yeni keşfedilmiş, iktidarın otoriterleşmesinin yeni farkına varılmışçasına yayınlar yer alıyor. Aslında bütün bunların anlaşılır yanları var. Tarihinde kardeş kavgası eksik olmayan bir milletiz. Çekişme kavgaya dönüştüğünde “kavgada yumruk sayılmaz” fehvasınca herkes eteğindeki taşı ortaya döküyor.
Ancak hatırlatmak zaittir ki devlet yönetimi ciddi bir iştir. İnanç ve ahlâk da Makyavelist yaklaşımların meşruluk temeli değildir. Son yılların gözde dizisinde Şehzade Mustafa’nın katlinden infiale kapılan Türk toplumunun bazı kesimleri Kanunî Sultan Süleyman’a beddualar gönderirken henüz dizide sıra onlara gelmediğinden Şehzade Bayezid ile masum çocuklarının katlinden bîhaber olabilirler ama memleketi yönetenlerin, yönlendirenlerin, dünya çapında bir eğitim hareketi yürütenlerin Hz. İsa’nın katlini yeni duyan yeniçeri gibi davranmaya hakkı yoktur.
* * * * * * * * * *
Türkiye, 2011’den bu yana, önümüzde uzanan üç mühim seçime dönük hesapların, Suriye’deki iç savaşın ve etnik fitnenin sözde çözümüne yönelik müzakerelerin gölgesinde kritik bir virajı alırken büyük tehditlerle karşı karşıya bulunuyor. Bunların başında ise, sözde âkılların ve her gün ekranlarda milleti bombardımana tutan kanaat önderleri(!)nin milletin gözünün içine baka baka “iyi şeyler oluyor” diye savundukları sözde çözüm sürecinin yol açacağı çözülme geliyor. PKK’nın silahlı kuvvetlerini kısa sürede ülke dışına çekeceği, sonra da silahsızlanmanın başlayacağı ilan edileli iki yıldan fazla oldu ama bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. PKK’nın silahlarının gölgesinde, her ana yeniden teröre başvurabileceği ihtimali kuvvetle devam ederken doğu ve güneydoğuda PKK/KCK’nın hâkimiyeti daha da güçleniyor, düne kadar devletin yanında yer alan korucular yeni dönemde “gelecek endişesi” yüzünden BDP ile sıcak ilişkiler tutmaya başlıyor. İslamcı-Kürtçü geleneğin temsilcilerine bile hayat hakkı tanımamaya azimli BDP/PKK/KCK cephesinin bölgede totaliter bir rejim kurması yönünde ilerlediği anlaşılıyor. Nitekim Gültan Kışanak adlı milletvekili, ettiği yemini ve T.C. anayasasını ayaklar altına aldığı konuşmasında “Başkan Apo, Önder Apo” hezeyanlarını savuruyor ve hükümet istediklerini vermediği takdirde “özerkliği inşa etmeye” devam edeceklerini haykırıyor. Aynen şunları söylüyor:
“Başkan Apo Amed'e (Diyarbakır), Kürdistan'a gelecek halkıyla buluşacak. Başkan Apo da uyarılarını yapıyor; 'Bu süreci artık tek taraflı benim sırtımdan yürütemezseniz' diyor. 'Halkımın özgürlük, kimlik, statü talebi var. Bunu karşılayacaksınız barış anlaşmasını imzalayacağız' diyor. Biz buradan Amed'ten sesleniyoruz: Başkan Apo çözüm konusunda iradesini ortaya koyduğu, masada durduğu sürece biz de onun etrafında kenetleneceğiz. Ancak siz oyalamaya kalkışırsanız, halkımızın özgürlük talebini ertelemeye kalkışırsanız, sizi beklemeyeceğiz halk olarak öz yönetimlerimizi kuracağız. Kendi özerk sistemimizi inşa edeceğiz. Ve önder, başkan Apo'nun halkımızla buluşacağı günlerin imkanını hep beraber yaratacağız.”
Güce tapınan medya kalemşörleri bu sesleri duymuyor, sürekli “paralel devlet”den bahsediyor ama aslında bunun gerçek manasını gözden kaçırıyorlar. Hizmet hareketi hakkındaki iddialar doğru da olsaburada devlet içinde bir kadrolaşmadan söz ediyoruz. Bu pekâlâ tasfiye edilebilir. Zaten, hiçbir ciddi devlet, farklı otoritelerden emir alan “paralel” yapıları kabul etmez. Peki, siz iki yıldır PKK/KCK çetelerine bıraktığınız vatan topraklarında yarın öbür gün başlayabilecek bir özerklik kalkışmasına karşı ne yapacaksınız? Devletin PKK’yı tamamen ezme noktasına geldiği bir sırada ortaya çıkan bir “Uludere komplosu” sonrasında psikolojik avantajı PKK’ya vermenizin yol açtığı vahim sonuçlar “paralel devlet” dediğiniz yapıdan bu ülkenin birliği ve devletin bekası açısından daha mı az tehditkârdır?Diyarbakır surlarından Türk bayrağını indirme cüretini kimler gösteriyor? Düne kadar “bebek katili” denilen terör örgütü liderinin toplum nezdinde itibarlı hale getirilmesi için kimler gayret sarfediyor? Ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne açıkça saldıran bu yapı nedir peki? Ne yazık ki, büyükşehir yasası, mahalli idarelerde yeni yapılanma bize çok olumlu gelişmeler olarak pompalanırken Suriye ve Kuzey Irak benzeri bir yapılanma ülkemiz sınırları içinde de gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
* * * * * * * * * *
Türkiye bu daralma ve sıkışmadan bütün yurttaşları, etnik ve mezhebî ayırım yapmadan kucaklayan bir anlayışla, birey hakları temelinde demokrasisini geliştirerek çıkabilir. Bugün gelinen noktada bu çok zor hatta bazılarına imkânsız görünebilir. Ama biz, tarihî ve kültürel birliğimizi, ortak değerlerimizi ve ortak gelecek tasavvurumuzu demokratik, kapsayıcı ve açık bir şekilde ortaya koyarsak bu zorlukların aşılacağına inanıyoruz. Unutmayalım ki Türk milleti tarihte bugün yaşanana benzeyen “fetret” devirlerini kararlılık ve azimle aşmıştır. Her gecenin bir sabahı vardır. Bunun için öncelikle durum tespitinin sağlıklı bir şekilde yapılması, sonra da bu milletin organik aydınlarının ve siyasî kadrolarının feragat ve fedakârlıkla bu yükün altına girmeleri gerekmektedir.
Mesele, geçiştirilecek, ötelenecek, palyatif tedbirlerle tedavi edilecek boyutları çoktan aşmıştır. Tamamen tepkisel, ak-kara ikileminden kurtulamayan sözde ulusalcı bir anlayışın Türklüğün tarihî ve cihanşumül müktesebatını ve iddiasını taşıyamayacağı açıktır. Burada görev, Türk milletinin tarihî değerlerine bir bütün olarak sahip çıkan, Türk-İslam medeniyeti çizgisinde geleceği inşa etmeye azimli Türk milliyetçilerine düşmektedir. Bizim millet, millî devlet anlayışımız tarihimize, milletimize bir bütün olarak sahip çıkmaya dayanır. İçi boş, tarihî ve kültürel muhtevası Türklüğün tarihî birikimini inkâr eden bir anlayış da tarihî ve kültürel realitelere aykırı olarak Türklüğü bir etnisiteye indirgeyen, milliyetçiliği kavmiyetçilik ve ırkçılık olarak görerek reddeden beynelmilelci yaklaşımlar da yanlıştır. İslam medeniyetinin tarihî gelişimini ve Türk-İslam medeniyeti gerçeğini ıskalayan, 20. Yüzyılın nev-zuhur ve ithal İslamcılığı ne Türklüğe, ne İslam âlemine ne de insaniyete kapsayıcı bir medeniyet tasavvuru sunabilir. Türk milleti olarak, Türk Ocaklarının eski genel başkanlarından merhum Prof. Dr. Osman Turan’ın ifadesiyle dünün Cihan hâkimiyeti idealini bugün millî, İslamî ve insanî esaslara dayanarak yeniden inşa etmeliyiz. Bunu biz yeni bir medeniyet tasavvuru olarak ifade ediyoruz.
Sınırsız tüketimi ve hedonizmi teşvik etmeye dayalı Batı kültürü karşısında daha insanî ve yaşanabilir bir dünya inşasını da ihtiva eden bu tasavvur, hem içeride birlik ve bütünlüğümüzün temeli olacak hem de Türk dünyası ve İslam âlemi ile dostluk ve kardeşlik çerçevesinde yeni bir dünya nizamını kurmamızı beraberinde getirecektir.Bu büyük tasavvurun gerçekleşmesi için herşeyden önce bölücü-etnikçi fitnenin tamamen etkisiz hale getirilmesi, başta Azerbaycan olmak üzere Türk devletleri ile ilişkileri kat-be-kat ileriye götürmeye odaklı sağlam bir dış politikanın uygulanması zaruridir. İç siyasette ise Türk-İslam medeniyetinin tarihî müktesebatını benimseyen ve yeni çağın meydan okumalarına millî bir zeminden evrensel cevaplar ortaya koyan milliyetçi siyasetin güç kazanması ve milletin bütün kesimlerinin güvenine mazhar olacak bir anlayış ve yaklaşımı ortaya koyması elzemdir. Türkiye içinden geçtiği ve sonu bölünmeye gidebilecek bu badireden ancak tamamen millî ama aynı zamanda dünyayı iyi tanıyan, okuyan ve onunla iletişim kurabilen kadrolarla çıkabilir.
Bu süreçte Türkiye’nin millî aydınları ve siyasetçileri;
1-milletin hukukunu, demokrasiyi, insan haklarını ve hukuk devletini savunmalı,
2-etnik ve mezhebî ayırımlara karşı tarih ve kültür birliğimizi ve ortak gelecek tasavvurumuzu ortaya koymalı,
3-bunu yapabilmek için de kendi içlerinde tefrikaya ve fitneye asla geçit vermeden hasbî bir anlayışla hareket etmelidirler.
Görelim mevla neyler,
Neylerse güzel eyler.