Millî İrade ve Demokratik Hukuk Devletinin Yeniden İnşası
Türkiye’nin modernleşme sürecinde demokratik hukuk devleti idealinin hayata geçirilmesi büyük önem taşımıştır. Tarihî tecrübemiz, çekilen sıkıntılar, yaşanan krizler yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının önemini apaçık bir şekilde gözler önüne sermiştir. 17 Aralık 2013’te başlayan yeni süreç aslında uzun bir geçmişin yeni bir aşamasıdır. 1990’larda kutuplaştırılan Türkiye, 28 Şubat sürecinde adaletin ve hukukun katledilmesine sahne olurken laiklik maskesinin arkasına sığınıldı. Şimdi ise bir yandan yolsuzluk ve rüşvet öte yandan uluslararası komplo iddialarının çarpışma sesleri arasında hukuk devletinin temelleri sarsılmaktadır. 12 Eylül 2010 referandumu ile bağımsız ve tarafsız yargının getirileceğini ümid edenler fena halde yanılgıya uğratılmıştır. Bizzat Başbakanın ağzından, süreçteki yargılamalarda büyük hataların yapıldığı, başdanışmanın ağzından ise millî orduya kumpas kurulduğu iddialarının ortaya atılması hukuka ve adalete duyulan güveni derinden sarsmıştır.
Darbeci ve vesayetçi zihniyetin uygulamalarının hukuk çerçevesi içinde ele alınması, yargılanması tabiidir. Ne var ki, bu ülkede Genelkurmay başkanlığı yapmış, herhangi bir fiilî darbenin içinde yer almamış bir kişiyi, terör örgütü mensubu olmak ve o örgüt için faaliyet yapmakla suçlamanın akla, insafa ve iz’ana sığmadığını anlamak için bir başka operasyona mı ihtiyaç vardı? Ordunun hiyerarşik yapısı göz ardı edilerek yaş-kuru demeden pek çok asker yıllarca hapislerde tutulur, bir kısmı şaibeli delillerle mahkûm edilirken ses çıkarmayan bazı medya kalemşörlerinin yukarıdan gelen işaretle neredeyse “Ergenekon avukatlığı”na soyunması da bu ülkeye has bir garabet olsa gerektir.
Açık ve net olarak ifade edelim: Milletin değerlerine hasım bir kesim asker-sivil bürokrat ile onların iş ve basın dünyasındaki müttefiklerinin 28 Şubat öncesi ve sonrasında sergiledikleri tavrın, uyguladıkları siyasetin tasvip edilmesi, mazur gösterilmesi söz konusu değildir. Buna karşılık, terör örgütü mensubu milletvekillerine bile Meclise girmesinin yolu açılırken bugün hapiste yalnızca milliyetçi siyasî kimliğiyle bilinen bir milletvekilinin kalması, üstelik de o vekilin mahkûm olduğu davanın, 28 Şubat davası değil orduya kumpas olduğu iddia edilen bir dava oluşu millî vicdanı yaralamaktadır. Bütün bu işlerde aslolan hukuk ve adalet olmalıdır. Hukuku “keser gibi kendine yontan”ların yarın bir gün keserin de sapın da döneceğini akletmemeleri bir yana, temeli adalet, hak, merhamet ve insaf olan yüce dinimizi temsil iddiasıyla kamuoyunda arz-ı endam etmeleri son derecede düşündürücüdür.
“Paralel Devlet” Söylemi ve PKK-KCK
Şurası da dikkat çekici ki, bütün bunlar, Türkiye’nin başına yıllarca bela olan gerçek bir terör örgütü barış ve çözüm adına meşru muhatap konumuna getirilirken yapıldı. Böylece terör örgütü kavramı sulandırıldı ve PKK ve onun lideri masumlaştırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde PKK’nın özgürlük savaşı yaptığı iddia edilebildi. Vatanın doğu ve güneydoğu bölgeleri bir başka ülke imiş gibi adlandırılarak ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesi ayaklar altına alındı. Bu ülkenin ordusu zaafa uğratılırken PKK ve KCK, ilan ettikleri sözde Kürdistan’da hayalî veya tartışmalı değil gerçek bir paralel devlet uygulamasını gerçekleştirdi.
Etnik fitnenin söndürülmesi gayesiyle başlatıldığı söylenen ama bizim en başlangıçta çözüm değil çözülme getireceğini ihtar ettiğimiz malum süreç maalesef bölücü fikirlerin tatbik sahasının genişlemesinin de gösterdiği üzere endişelerimizi doğrulamaktadır. Diyarbakır’da ortaya çıkan tablo, Kürtçenin fiilen ikinci resmi dil haline getirilişi, büyükşehir yasasısının takip edecek uygulamalarıyla birlikte özerkliğe doğru gidişi hızalndırmaktadır. Öcalan’ın bütünlük nutukları, süreçte edinilen kazanımların kaybedileceği korku ve endişesini örtmeye matuf retorikten ibarettir.
Öcalan’ın şu sözleri “çözüm süreci”nin hangi beklentilerle desteklendiğinin çok açık bir ifadesidir: "Artık süreç ciddiyetsizliği ve hukuksal çerçeveden yoksunluğu kaldıracak durumda değildir. Darbecileri teşhir etmenin en etkili yolu, oraya cesur bir demokratik müzakere programı koymaktır. Bugüne kadar türlü gerekçelerle ötelenen yasal düzenlemelerin tam da zamanı bugündür." Bu beklenen yasal düzenlemelerin ne olduğunu kamuoyu bilmiyor. O zaman insan şunu sormadan edemiyor: “Analar ağlamasın” retoriğiyle PKK’nın hedeflerine savaşmadan varmasının yolları mı döşeniyor? Dolayısıyla, bugün bütün bu yaşananlardan en ziyade memnun ve kârlı olan kesim PKK-KCK-BDP cephesidir.
Mülk’ün Temeli Adalet veya Hukuk Devleti
Kadim devlet anlayışımızın temelinde yer alan daire-i adalet (adalet dairesi, çemberi) kavramına göre, “adalet olmazsa halk huzur ve refah içinde olmaz; halk huzursuz olursa üretim aksar dolayısıyla hazine zarar görür; hazine iyi olmazsa güçlü bir ordu muhafaza edilemez; güçlü bir ordu olmadan devleti ayakta tutmak, ülkeyi korumak mümkün olmaz; sağlam bir devlet yapısı olmadan da adaleti sağlamak imkânsızdır.” Yani hem devletin sağlamlığı adalete bağlıdır, hem de adaleti gerçekleştirmek için sağlam bir devlete ihtiyaç vardır. Devlet sağlam bir şekilde varlığını idame ettirmezse orada adalet de düzen de kalmaz. Devleti oluşturan unsurların ahenk içinde olmadığı, paralel devlet iddialarının devletin tepesindeki yöneticiler tarafından dile getirildiği bir ortamda ne hukuk devleti ne de adalet olur; onlar olmadığında da halkın refah ve huzurundan bahsedilemez. Kısacası adalet, mülk’ün yani ülkenin, rejimin, yönetimin temelidir.
Bu kadim ve evrensel düsturu asla hatırdan çıkarmaması gereken makam sahiplerinin özensiz ve fütursuz beyanları devlet kavramının ve kurumlarının tahribine yol açmaktadır. Türk milleti tarihinde devletsiz yaşamamıştır. Hanedanlar, yönetimler yıkılsa da devlet-i ebed-müddet ayakta kalmıştır. Ne var ki kriz (fetret) dönemlerinde ağır yaralar alınmıştır. Bugün de, içinden geçtiğimiz hassas buhranı mümkün olan en az zararla atlatmamız için herkesin akl-ı selime avdet etmesi; milletin birliği ve devletin bekası için yapılan eleştirilerin siyasî iktidar tarafından layıkıyla anlaşılması, toplumu ayrıştırıcı bir dil yerine birlik dilinin yeniden inşası için çalışılması elzemdir.
Yine bu bağlamda ifade edilen “devlette şerik olmaz” sözünün tarihî bağlamına da iyi dikkat edilmelidir. Bu, Osmanlılarda “saltanat şerik kabul etmez” şeklindeydi. Modern demokratik cumhuriyette ise devlet, kurumlar ve kurallar bütünü olarak anayasa, yasalar ve diğer mevzuata göre idare edilirken kuvvetler ayrılığı temel bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu ilke çerçevesinde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hayatî önem taşır. Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan yargılama faciaları (27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbeleri sonrasındakiler başta olmak üzere) hukuk devletinin kolayca kurulup yaşatılamadığını ortaya koymuştur. Bugün yaşanan süreçte ise yine ak-kara, iyiler-kötüler kutuplaşması yaratılarak akl-ı selim, itidal ve adalet kapı dışarı edilmektedir; yargı yeniden bir kaosa sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Millî iradenin tecelligâhı olan Meclise, devletin birliği ve bütünlüğünü temsil eden Cumhurbaşkanımıza bu yüzden önemli görevler düşmektedir.
Türkiye’nin Tarihî Misyonu ve Türk milliyetçileri
Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Japonya seyahati sırasında Türkiye’nin küresel veya bölgesel güç olma gibi bir gayesinin olmadığını açıklamak durumunda kalması yeni bir döneme girildiğinin bir başka göstergesidir. Sayın Başbakan bir soru üzerine aynen şunları söylemiştir: "Türkiye'nin bölgesel veya küresel bir güç olma gibi bir hedefi yoktur. Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle gerek bölgede gerekse uluslar arası camiada bir yere oturtuluyor. Diğeri hırs olarak tanımlanır ki hırs her zaman tehlikelidir. Bizim böyle bir hırsımız yok.” Bu sözleri işiten, okuyan herkes herhalde son birkaç yıldır yaşanan dış siyaset hatalarının artık kabul edildiğini düşünmüştür. Ama mesele sadece bundan mı ibaret? İnsanın aklına ister istemez, 17 Aralık süreci karşısında küresel güç odaklarına mesaj verme kaygısı mı var sorusu da geliyor. İçinden geçtiğimiz kritik dönemeci tahlil ettiğimiz geçmiş yazılarımızda Türkiye’nin bir yandan “realpolitik şartları ve dengeleri” dikkate alması ama öbür yandan da uluslararası girişimlerde “kendi aklımız ve tarihî misyonumuz” doğrultusunda hareket etmesi gibi iki temel ilkenin altını ısrarla çizmiştik.
Gelinen noktada bu ciddi devlet krizinin aşılması için millî iradenin ortaya konulmasına ihtiyaç var. Türkiye’de bunu bihakkın yapacak unsurlar mevcuttur. Türkiye, ciddi bir devlet geleneğine sahiptir. Sayın Cumhurbaşkanına, Meclisteki partilerin liderleri ve milletvekillerine düşen sorumluluk büyüktür. Millî iradeyi küçümseyen, halkı potansiyel tehdit olarak gören anlayış geriletilmiştir ancak millî irade ve hukuk devleti kavramının gerçek manasını yeterince anlayamayan bir zihniyet hâlâ devam etmektedir. Türkiye’de demokrasiye, hukuka ve millî iradeye bağlı, millî ve yerli en sağlam güç odağı Türk milliyetçileridir. Siyasetçisinden bürokratına, ilim adamından sanatçısına bütün Türk milliyetçileri, Türk ve dünya tarihinin bu kritik döneminde Bilge Kağan’ın hitabına can ü gönülden kulak vererek titreyip kendilerine dönmelidir. Türkiye, bu buhrandan şu veya bu şekilde çıkacaktır. Ancak neticenin, küresel odakların arzuları istikametinde sinmiş ve kabuğuna çekilmiş bir Türkiye mi yoksa icazetini onlardan değil tarihinden ve imanından alan bir kadronun önderliğinde Türk dünyasına ve paramparça edilen İslam âlemine gerçek manada örnek olacak bir Türkiye mi olacağına Türk milliyetçilerinin alacağı tavır karar verecektir.
* * * * * * * * * *
Özetle ifade etmek gerekirse, 17 Aralık operasyonuyla başlayan gelişmeler, hükümete yakın çevreler tarafından içeride ve dışarıda Türkiye’yi yeni bir dizayna tabi tutma çalışmalarının bir tezahürü olarak yorumlanmaktadır. Bununla birlikte, ortaya atılan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerine yargı ile hükümet arasında yaşananlar her şeyin bir iktidar kavgasının aracı haline getirilmesi, hukuk devleti kavramının asgarî gereklerinin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmuştur. Türk Ocakları için bu çatışmadan kimin galip çıkacağı değil, bu kavganın Türk milleti açısından doğuracağı netice önemlidir. Türk Ocakları ve Türk milliyetçileri bu kaotik ortamda Türk devletinin bağımsızlığını, Türk milletinin hukukunu, hukuk devletini, adaleti ve emaneti ehline vermeyi düstur edinen ilkeli bir duruş sergilemek durumundadır.