Genel Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Öz'ün Tarihi Buluşma Toplantısı Açılış Konuşması
Türk Ocakları Tarihî Buluşma Toplantısı
10 Mayıs 2013, Marriot Otel, Ankara
Prof. Dr. Mehmet ÖZ
Türk Ocakları Genel Başkanı
Aziz Türk Ocaklılar, Türk milliyetçiliği davasının değerli mensupları,
Bundan tam 101 yıl önce, 190 Tıbbiyeli gencin Türk milliyetçisi büyüklerine müracaatıyla kurulan, Türkiye’nin ve Türklüğün asırlık ocağının bu davetine icabet ettiniz, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. Hoş geldiniz, safalar getirdiniz.
Bugün burada toplanan insanların çok önemli müşterekleri var. Burada bir araya gelenler milletin dertleriyle hem-dert olmuş, Türk milletine, İslam âlemine ve aslında bütün insanlığa hizmeti hayatlarının temel düsturu haline getirmiş Türk milliyetçileridir. Burada bulunanlar Allah yolunda, hasbî bir şekilde millete hizmet eden gönül adamlarıdır. Türk Ocağının tarihî buluşma davetine icabet eden bu hazırun gönlü ve aklı millet sevgisiyle dopdolu, imanlı, fikri ile zikri bir insanlar topluluğudur.
1912’de, Türk milletinin tarihte kurduğu en görkemli ve kuvvetli devlet olarak adalet ve nizam-ı âlem düsturuna dayalı Yüce Osmanlı Devletinin parçalanmaya yüz tuttuğu bir sırada, o devletin ve temsil ettiği medeniyetin unsur-ı aslîsi olan Türk milletini yüceltmek üzere kurulan bu kutlu Ocağın bugünkü yöneticileri olarak niçin böyle bir toplantı tertip ettik? Maksadımız, muradımız neydi? Hangi sonuçları istihsal etmeyi hedefledik? Müsaadenizle, ülkemizin ve dünyanın içinden geçtiği sürece ana hatlarıyla temas ederek bu konuyu izah etmeye çalışacağım.
Muhterem gönüldaşlarım,
Hepinizin çok iyi bildiği gibi dünya siyasî sistemi 1990’lardan bu yana köklü bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Tarihî arkaplanı dikkate alarak bugünü iyi anlamak ve güncel meseleleri doğru teşhiş etmek hayatî önem taşıyor. Bölgemizde ve ülkemizde meydana gelen gelişmelerin kıskacında sıkışmış görünen gündemin ötesine, geleceğe bakmaya, bir gelecek tasavvuru ortaya koymaya ihtiyaç var. Bu gelecek tasavvuru Türk Ocakları tarafından 2011 yılında Gerede’de yapılan toplantıda yeni medeniyet tasavvuru olarak ifade edilmiştir. Esasen Gerede bildirimiz 2009’da başlattığımız Söğüt Toplantıları dizimizin tabiî bir aşamasıydı. Söğüt’te kök salan çınar, İstanbul’un fethiyle cihanşumül iddiasını taşıyacak kudrete ulaşmıştı. Türk Ocağının 21. Yüzyıl ülküsü de 20. Yüzyıl başında yeni Ergenekonu’na çekilmek zorunda bırakılan Türklüğün yeniden cihanşumül iddia sahibi olması olarak tespit edilmişti. Bu tasavvuru ete kemiğe büründürmek amacıyla, Türk Ocağı olarak önümüzdeki süreçte üzerimize düşen görevi layıkıyla yerine getirmek için bugünkünden çok daha faal olmamız gerektiği açık bir gerçektir.
Dünyada, bölgemizde ve ülkemizde meydana gelen gelişmeleri çok iyi anlamak, anlamlandırmak ve ülke olarak 21. Yüzyılın da ötesinde, 22. Yüzyıl tasavvurumuzu oluşturmak durumundayız. Bu gelişmelerin sıcak ve güncel tezahürlerinin ötesine bakabilmeliyiz. Her şeyden önce hepimiz derin bir tarihe sahip Türk milletinin kurduğu büyük bir cihan devletinin ve medeniyetinin varisleri olduğumuzun şuuruyla hareket etmeliyiz. Medeniyetimizin ihya ve inşası bakımından 2023’ten sonra Türkiye’nin önüne konması gereken asıl sembolik hedefin 2053 olması gerektiğini düşünüyoruz. Türk Ocakları olarak buradaki hareket noktamız, tarihimizin büyük dönüm noktalarını kutlamaktan ziyade o tarihlerin ifade ettiği mananın zamanımız açısından taşıdığı önemdir. Malum olduğu üzere, 1453’te İstanbul’un Hz. Peygamberin müjdelediği büyük komutan ve onun ordusu tarafından fethi Söğüt’te kök salan çınarın dallarının dünyayı kaplamaya başladığı dönüm noktasıdır; çünkü Feth-i Mübin, İki Karanın Sultanı ve İki Denizin Hakanı olarak Büyük Fatih’in cihanşumül Osmanlı-Türk medeniyetini ve merkeziyetçi imparatorluk tasavvurunu gerçekleştirmesinin yolunu açmıştır. 2053 vizyonu ise Türkiye’nin Osmanlı hinterlandı ve Türk dünyası ile birlikte evrensel adalet nizamının egemen olacağı bir yol haritasını ihtiva etmelidir.
Aziz Ocaklılar,
Bugün Türkiye yeni anayasa tartışmaları ve onunla bağlantılı olarak terör meselesinin çözümü konularına kilitlenmiş durumdadır. Öte yandan Ortadoğu’da gelişmeler hızla haritanın değiştirilmesi istikametinde ilerlemektedir. İsrail’in özrünün Öcalan’ın Misak-ı Millî vurgulu mesajının arkasından gelmesinin manası ve imaları yeterince açıktır. Ortadoğuda etnik ve mezhebî düşmanlıkları kışkırtan fitne kazanı kaynamaya devam etmekte, terör örgütünün mensuplarının, Suriye’nin kuzeyindeki uzantısı olan PYD’ye katıldığı görülmektedir.
Anayasa meselesi, vatandaşlık tarifinde Türklük meselesiyle başkanlık sistemi tartışmasına, teröre “çözüm süreci” de akan kanın durmasına indirgenerek daha geniş bağlamın tartışılması adeta engellenmektedir. Türk Ocaklarının ve Türk milliyetçilerinin anayasa meselesi konusundaki görüşleri net ve açıktır. Daha bu görüşmeler başladığında Meclis Başkanlığına iletilen görüşlerimiz daha sonra özellikle üç konunun altının çizildiği bir mektupla özet olarak da Milletvekillerine iletilmiştir. Bunlar, anayasada Türk milleti kavramının yer alması, tek resmi dil ve eğitim dilinin Türkçe olması ve yerel yönetimlere haklar adı altında özerklik veya federasyona kapı aralanmamasıdır. Esasen 2011 seçimlerinin hemen öncesinde yapılan Gerede toplantısı sonuç bildirisinde devletimizin vasfının tartışmaya dahi açılamayacağını ilan etmiştik. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, ondan Cumhuriyete uzanan devletimizin ebed-müddet devamını Allah’ın yardımı ve Türk milletinin azmiyle kimse engelleyemeyecek, Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar olacaktır.
Muhterem hazırun,
Türkiye sadece anayasayı, uluslararası bir ahtapot halini almış bulunan terör örgütünün yol açtığı etnik fitneye çözüm olarak sunulan süreci tartışmıyor. Türkiye yirmi yılı aşkın bir süredir yeniden tasarlanmaya çalışılan dünya dengeleri içinde, Ortadoğu coğrafyasının geleceğinin belirleneceği, bütün dünya düzenin yeniden biçimlendirilmekte olduğu bir ortamda kendi geleceğini tartışıyor. Bu tartışma ortamının ne ölçüde iç dinamiklerin ne ölçüde ise dış ve küresel dinamiklerin etki ve katkılarıyla şekillendiğini iyi tahlil etmemiz, sadece Türkiye’nin değil bütün Türk-İslam âleminin ve insanlığın istikbali bakımından hayatî ehemmiyet taşımaktadır.
Açıkça ifade edelim: Türkiye’ye telkin edilen mesaj şudur: Elinizi kolunuzu bağlayan terör meselesi halledildiğinde, PKK başka güçlerin taşeronluğunu bırakıp Ortadoğu’da Türkiye’nin hedefleri istikametinde tavır aldığında Büyük Türkiye rüyası gerçekleşecektir. Terör örgütünün mahpus ve mahkûm liderinin Misak-ı Millî’den ve İslam kardeşliğinden dem vurması bu telkinlerin açık bir yansımasından başka bir şey değildir.
Aziz gönüldaşlarım,
Büyük Türkiye rüyasına, ülkemizin terör belasından kurtulup enerjisini Türk-İslâm âleminin refahı ve saadeti için teksif edecek olmasına itiraz edecek tek bir Türk milliyetçisi, tek bir Türk Ocaklı yoktur. Ne var ki, 2004’te karanlık tezgâhlar kurduğu açıklanan derin yapıların terörü yeniden canlandırma çalışmalarında taşeronluk görevini bî-hakkın ifa eden terör örgütü lider kadrosunun bugün hidayete erdiğine inanmamızı kimse bizden beklememelidir. Bugün başka seçenekleri kalmamış da yıllarca savaştıkları Türk devletinin gölgesine sığınmaya mı razı olmuşlardır? Türk Ocağı olarak teröristlerin muhatap kabul edildiği bir müzakere sürecinin çözüm getirmeyeceğini ifade ve ilân ettik. Terör örgütünün herhangi bir müzakere yapılmadan, hiçbir taviz verilmeden sınır dışına çekildiği iddiasını kabul etmemiz için de inandırıcı bir izah ortaya konulamamıştır. Bütün bunlardan çıkan mantıkî sonuç, ülke dışında, Kandil’de, Suriye’de silahlı faaliyetine berdevam bir terör örgütünün varlığını sürdürdüğü bir ortamda Türk devletine yeni bir anayasa hazırlanacağıdır. Statü talepleri ve beklentileri karşılanmadığı takdirde PKK’lıların yeniden şiddete başvurmayacağının garantisi nedir?
Muhterem gönül dostları,
Bayrakları Bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır
diyor şair.
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber/Sana aguşunu açmış duruyor peygamber diyor İstiklal marşı şairimiz.
Bu vatan ve millet için canlarını veren, bayrağı indirtmeyen, ezanı susturtmayan şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarken Türk milletini “barış ve çözüme” ikna için görevlendirilen heyet üyelerine ve basın mensuplarına tek bir söz söylemek istiyorum: Şühedanın razı olmayacağı bir çözüme Türk milleti katiyen razı olmaz. Terör örgütünün meşrulaştırılması, şühedanın katillerinin affı asla kabul edilemez. Tekrar hatırlatmak ve vurgulamak isterim ki, bu ülkede kardeşler arasında bir savaş yok ve olmadı. Otuz yılın ağır tahribatına rağmen ülke insanları arasında bir çatışmadan kimse bahsedemez. Dolayısıyla yürütülen sürecin barış olarak adlandırılması yanlışın ötesinde vahim bir hatadır.
Aziz dostlar,
Bugün küresel aktörlerin Türkiye’nin tepesinde Dameklos’un kılıcı gibi salladıkları dört parçalı Kürdistan şantajının, Türkiye himayesinde özerk veya federal bir Kürt yönetimi modeliyle boşa çıkarılacağını düşünmenin sağlam hiçbir temeli olmadığını ifade etmek isterim. Bizim tarihî tecrübemiz, Osmanlı Devletinin son dönemi, yakın zamanda Yugoslavya örneği bize bu yönde atılacak adımların sonuçta hayır getirmeyeceğini açıkça gösteriyor. O yüzdendir ki Türk Ocakları, demokrasinin ferdî haklar temelinde derinleştirilmesi ve geliştirilmesine, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine, siyasî partiler ve seçim kanunlarında taban demokrasisinin güçlendirilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasına sonuna kadar destek verirken yerel yönetimlerde etnik temelli düzenlemeleri son derecede tehlikeli bulmaktadır. Devletlerin birleşerek kurdukları Amerika tecrübesini, krallık, dükalık vb.lerin birleşerek kurduğu Federal Almanya’yı örnek olarak göstermek tamamen yanlıştır. Türkiye’nin etnik ve mezhebî yapısını araştırmak için milyarlar dökenlerin Türkiye’ye hayırhah olduğunu kimse söyleyemez. Türkiye’ye telkin edilmeye çalışılan federalizm ya da eyalet sisteminin belirli bölgelerde etnik ve mezhebî ayrışmayı körükleyeceği aşikârdır. Tarihimize referans yapılarak Osmanlılarda eyalet sisteminden bahsetmek de yanılgıdır, zira Osmanlılarda geçen eyalet kavramı, Osmanlı eyalet idaresi merkezden özerk ya da federal bir nitelik taşımaz. Kaldı ki, bütün bu tarihî geçmişte biçimlerden ziyade yönetim ilkeleri ve yaklaşımlar bugün bizim için ilham kaynağı olmalıdır.
Tarihin bize asıl yardımı konunun bir başka yönüyle ilgilidir. Osmanlılar kuruluş devrinde nispeten daha zayıf bir merkeziyetçi anlayışa sahipken devleti cihanşumül bir imparatorluğa dönüştüren ve Osmanlı tarihçilerinin kutbu üstad Halil İnalcık’ın İmparatorluğun hakiki kurucusu dediği Fatih Sultan Mehmed merkeziyetçiliği güçlendiren bir politikayı tavizsiz bir şekilde uygulamıştı. Hem de bunu, iletişim ve ulaşım imkânlarının o günkü şartlarında başarmıştı. Bugün bazı Prens Sabahattin takipçilerinin savunduğu adem-i merkeziyetçilik ise âyânların taşrada ağırlık kazandığı 18. Yüzyıla özgü bir durumdu, II. Mahmud’un reformcu politikasıyla yeniden merkezin ağırlığı avdet edecekti.
Tarih bir başka açıdan da bizi ihtar ediyor. Kendisinden önceki Türk devletlerinin, hanedan mensupları arasındaki bitmek bilmeyen taht kavgaları yüzünden kısa sürede zaafa uğradıklarını gören Osmanlılar devletleşme aşamasında taht kavgasını, ülkenin bölünmesini engellemek için hâkimiyetin bölünmezliği ilkesini benimsediler. Fetret devrinde kardeşlerini tasfiye etmesinin töreye aykırı olduğunu kendisine ihtar eden Timur’un halefi Şahruh’a Çelebi Mehmed’in şu cevabı manidardır: “On derviş bir kilim üzerinde uyur. Lâkin iki padişah bir iklime sığmaz.”
Bu topraklarda Türk milletinin Selçuklularla başlayan egemenliğinin tartışmaya açılması, bölüşülmesinin teklif edilmesi tarihe de istikbale de aykırıdır. Bu bağlamda Sayın Cumhurbaşkanımızın birkaç gün önce yaptığı bir açıklamada kullandığı ifadenin çok yerinde ve mühim olduğunu tespit etmemiz lazım. Sayın Cumhurbaşkanmız devletin Türk devleti olduğunu vurguluyor ki, aslolan budur. Türk milleti bu topraklarda Türk Devletinin bin yıllık hâkimiyetinin fetret devirlerini andıran bir şekilde etnik ve mezhebî hatlarda bölünüp parçalanmasına asla rıza göstermeyecektir.
Geçtiğimiz bir iki yıldır yapılan hararetli tartışmalardan sonra bugün küçük bir azınlık dışında hiçbir kimse Türk milleti kavramının anayasada yer almaması gerektiğini kolayca ileri süremiyor. Bu konuda Türk milliyetçilerinin Türklüğün kapsayıcı ve içerici bir kavram olduğu, etnikliğe indirginemeyeceği yönündeki ısrarlı ve tutarlı çizgisinin doğruluğu daha düne kadar başka söylemlerde bulunan bazı muhafazakâr veya liberal aydınlar tarafından dahi kabul edilmeye başlanmıştır. Meclisteki üç büyük partinin anayasanın başlangıcıyla ilgili tekliflerinde Türk milleti kavramının yer alması da bunun açık bir göstergesidir. “Çözüm süreci” olarak anılan bu sürecin başlamasından hemen sonra şunları ifade etmiştik:
“İçinden geçtiğimiz kritik süreçte yalnızca iktidar partisine değil bütün siyasî partilere, aydınlara ve sivil toplum kuruluşlarına düşen temel görev, Türk milletini oluşturan unsurları ayrıştıracak bir dil yerine gönül beraberliğini sağlayacak birlik dilini inşa etmeye katkıda bulunmaktır. Türk milleti ecdadının, tarihinin ve kimliğinin red ve inkâr edilmesine müsaade etmeyecektir.” Türk milletinin sağlam duruşu bu öngörümüzü doğrulamıştır. Aynı hassasiyet vatandaşlık tarifinde de devam ettirilmelidir. Bir kez daha hatırlatırız ki, milleti etnik gruplara ayrıştırarak birleştiremezsiniz. Etnik farkları sürekli vurgulamak birlik ruhunu ve dilini sadece ve yalnızca zedeler. Tek milletin adı Türk milletidir, millete başka ad aramak ya da adsız milletten bahsetmek entelektüel bir fantezi olarak zararsız olabilir ama anayasa yapım sürecinde ciddiyetle tartışılması bu vatanın bütünlüğü, bu milletin birliği açısından son derecede tehlikeli sonuçlar doğurur.
Aziz gönül dostları,
Türkiye’nin 21. Yüzyılda nüfuz alanını genişletmesi stratejik açıdan Türk dünyası ve Osmanlı hinterlandı dengesine dayanmak durumundadır. Şam ile, Gazze ile ilgilendiği kadar Urumçi ile Kırım ile ilgilenmeyen bir yaklaşım tek-yanlı ve sağlıksız bir siyaset olur. Osmanlı Devletinin 1569’da Don-Volga nehirleri arasında bir kanal açarak Karadeniz’i Hazar’a bağlama projesinin akamete uğraması Türklüğün, İslam dünyasının ve dünyanın kaderini değiştirmiştir. Türk dünyasının Rus tahakkümüne girmesi, güçlenen Rusya’nın 18. Yy.ın ikinci yarısından sonra Osmanlı Devletine karşı-müttefikleriyle girdiği Kırım Savaşı dışında- sürekli galebe çalması Osmanlı’nın zayıflama ve parçalanmasında olduğu kadar Türk dünyasının parçalanmasında da etkili oldu. Bugün, Türk devletlerinin eşitlik temelinde kuracağı ilişkilerin sadece kendilerine değil dünya barışına da büyük bir katkı yapacağı bir moktadayız. 2009’da kurulan Türk Konseyinin/Keneşinin genişleyerek güçlenmesi bu bakımdan büyük önem arzetmektedir.
Aziz Türk milliyetçileri,
İçinde bulunduğumuz süreçte bizlerin de sürekli bir nefis muhasebesi ve murakebesi içinde bulunmamız, hasbî bir anlayışla, diğergâm bir yaklaşımla birbirimizi sevmemiz ve saymamız elzemdir. İki cihan serveri Resulullah efendimiz buyuruyor ki: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe gerçek manada iman etmiş olamazsınız” İmanın sahihliğini birbirimizi sevmemize bağlayan Efendimizden mülhem olarak Rahmetli Galip Erdem’in şu sözünü hepimiz biliriz: “En büyük eksiğimiz hâlâ birbirimizi yeterince sevmeyi öğrenememiş olmamızdır.” Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacip de şöyle diyor:
“Kendi çıkarını kollama, halkın çıkarını gözet
“Kendi çıkarını, milletin çıkarı içinde gör”
Türk Ocaklıların feragat ve fedakârlıkla millete hizmet davasına sahip çıkması bir mecburiyettir. Çünkü inanıyoruz ki, Müslümanlıkla yoğrulmuş bu yurdu İslamsızlaştırmak, Türklüğün mührünü taşıyan bu vatanı Türksüzleştirmek isteyenlere karşı Türk milletinin, Türk dünyasının ve İslâm âleminin hakikî manada kurtuluşu, yükselişi ve insanlığa yeni bir medeniyet tasavvuru sunması sağlam bir tarih şuuruna ve imana sahip Türk milliyetçilerinin önderliğinde gerçekleşecektir. “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” diyor Cenab-ı Peygamber. Biz birlik içinde olduğumuz, biz milliyetçiliği etnikçi tuzağı kuranların iddiaları tersine kapsayıcı muhtevasıyla savunmaya devam ettiğimiz sürece Türk milliyetçiliği bu ülkede baştacı edilecek, millet varlığının, devletin bekasının teminatı olmaya devam edecektir.
Muhterem hazırun,
Türk Ocağı, Genel Merkezi ve şubeleriyle kurucularının koyduğu ülkü ve ilkeler doğrultusunda “İslam milletlerinin en önemlilerinden biri olan Türk milletini yüceltmek” amacıyla, “parti siyasetinden uzak” durarak Türk dünyasının, İslam âleminin ve insanlığın meselelerini teşhis ve bunlara çözüm bulmak sadedinde fikrî, ilmî ve entelektüel bir mesai harcayan gönüllü insanların, gönül adamlarının faaliyet gösterdiği kutlu bir mekteptir. Bugün burada, meydana getirdiğiniz bu muhteşem birliktelikle, bu heyecan ve inanç dalgasıyla, bu mektebe maddî, manevî destek veren siz değerli dostlarımızın himmetiyle temin edilen burslarla gelecek nesillerin millî şuur ve ahlâk sahibi olarak yetişmesi, Türk Yurdu dergisi ve web sayfasıyla fikir dünyamızın zenginleşmesi ve derinleşmesi için bu yöndeki çabalarımızı iki, üç, dört, beş katına çıkaracağız. Çünkü çağımızda bilgi güçtür ve gelecek gençlerindir. Kendi çağlarının teknolojisini, iletişim araçlarını, uzmanlık alanlarındaki bilgilerini edinen gençlerimizin ilim ve irfan sahibi olması temel stratejik amaçlarımızdan biridir. Bu konuyu çok önemsememiz ve gereğini en iyi şekilde yapmamız lazım. Bu görkemli toplantının hasıl edeceği en mühim sonuçlardan biri bizim bu istikametteki gayretlerimizin katlanarak artması ve Türklüğün istikbalinin teminatı olan gençlere yönelik çalışmalarımızın yoğunlaşmasıdır. Bu toplantının yeniden silkinişimize, titreyip kendimize dönüşümüze, burada oluşan sinerjinin Türk milliyetçiliğinin her alanda yeniden Türkiye’nin mukadderatına yön vermesine vesile olacağına yürekten inanıyorum.
Türk Ocağı olarak millî ve evrensel meseleleri araştırmak, bu konularda görüş ve kamuoyu oluşturmak görevlerimiz arasındadır. Bu çerçevede yeni oluşturmakta olduğumuz Türk Düşünce Enstitüsünün ihtiyaç duyduğu malî kaynağın nüvesini oluşturmak bakımından da bu toplantı önemli bir başlangıç olacaktır. Kamuoyuna ulaşmada sanal ortamların, internet televizyonunun ve sosyal medyanın giderek artan etkisi malumlarıdır. Genel Merkez olarak bu yönde de bir atılım içinde olacağız. Bu konuda büyük Türk milletine söz veriyoruz ve diyoruz ki; millet yolunda azimetten dönmedik, dönmeyeceğiz.
Aziz Ocaklılar,
Türkiye’nin önümüzdeki süreçte takip etmesi gereken yol, sadece etnik kökeni, mezhebi ne olursa olsun tarihî ve sosyolojik anlamda Türk milletine mensup bütün fert ve grupların değil bütün Türk-İslâm âleminin ve hatta insanlığın hayrına sonuçlar doğuracak zorlu bir görevin, Türk-İslam medeniyetinin çağın ve geleceğin gereklerine uygun bir şekilde yeniden inşasının başarılmasıyla mümkün olacaktır. Bunun için Türk milletinin fikir ve kültür mektebi olan Türk Ocakları bünyesindeki aydınlara sanatkârlara, ilim-irfan erbabına büyük görevler düşmektedir.
Sözlerime son vermeden önce Bilge Kağan’dan Fatih’e, Alp Arslan’dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, İmam-ı azamdan Hoca Ahmed-i Yesevi’ye, Dede Korkut’tan Sarı Saltuk’a, Farabi’den Ali Kuşçu’ya Aşık Paşa’dan, Yunus Emre’den Fuzuli’ye, Katip Çelebi’den Şemseddin Sami’ye, Namık Kemal’den Mehmed Âkif’e, Gaspıralı’dan Ziya Gökalp’e ve Erol Güngör’e kadar, Türk milletine ve insanlığa tarih boyunca hizmet etmiş, isimlerini sayfalara sığdıramayacağımız bütün devlet adamlarımızı, alimlerimizi, sanatkarlarımızı velhasıl bütün millet hadimlerini rahmet ve minnetle anıyoruz.
Bu toplantının gerçekleşmesinde bütün emeği geçenlere, davetimize icabet eden siz değerli Türk Ocaklılara en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Bilhassa Danışma kurulu başkanımız Sayın Ahmet Malkan Beyefendi’nin üstün gayretlerini, heyecanını takdirle anıyorum. Değerli Danışma Kurulu üyelerimiz Erol Dok ve Kerim Ünal Beyler gecelerini gündüzlerine katarak bu büyük, tarihi buluşmanın gerçekleşmesinde önemli rol oynadılar, teşekkür ederim. Bütün Yönetim Kuruluna, Denetleme Kurulu başkan ve üyelerimize, Hars Heyeti Başkanımıza ve Genel Merkez çalışanlarımıza, ellerinden gelen desteği veren şubelerimize de ayrı ayrı teşekkürü borç bilirim.
Yürekten inanıyorum ki bu toplantı vesilesiyle ortaya çıkan heyecan, feragat ve fedakârlık ruhu Türklüğün bu kutlu ocağının önümüzdeki süreçte çok daha etkili olacağının bir müjdesidir. Bu buluşmanın, iman tazelememize, birlik ve kardeşliğimizi pekiştirmemize, Türk milletinin ve devletimizin önündeki puslu havanın dağılmasına vesile olacağına inanıyorum. Türkiye, Türk dünyası ile, dünün akim kalan Don-Volga kanalı yerine bu defa yirmi yılı aşkın zamandır epeyce mesafe aldığımız hava, kara ve demiryolları, doğal gaz ve boru hatları ile iktisadî, sosyal ve siyasî yönlerden, karşılıklı öğrenci-öğretim üyesi değişim programlarıyla bilim, eğitim ve kültür alanlarında güçlenip derinleştireceği ilişkilerle bir dünya gücü olacaktır. İşte o zaman, “dilde, fikirde, işde birlik” ülküsünün mimarları Gaspıralıların, Hüseyinzade Ali’lerin, Ziya Gökapler’in, Atsız’ların; bu ülküyü hayata geçirmek için fikren ve fiilen hayatlarını vakfeden Enver Paşaların, Z.V. Togan’ların, Resulzadelerin, Muhsin Başkanların, Turan Hocaların, Alparslan Türkeşlerin, Ebufez Elçibeylerin ve daha nicelerinin ruhları şad olacaktır.
Son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum: Yaşanan her şeye rağmen bu vatanda bin yıldır Anadolu mayasıyla yoğrulan kardeşliğimizi kimse bozamayacak, farklılıklarımıza saygı duyarak müştereklerimizi, bizi birbirimize bağlayan ortak tarih ve kültürümüzü yaşamaya ve yaşatmaya devam edecek, ortak gelecek tasavvurumuzu kuvveden fiile çıkaracak ve bütün dünyaya şöyle sesleneceğiz:
Biz Hep Birlikte Türk Milletiyiz.