2013’e Girerken Türkiye Gündemine Bakışlar
Soğuk Savaş Döneminin Hayaleti veya ODTÜ Olayları
Aralık ayında, Göktürk 2 uydusunun fırlatılması vesilesiyle ODTÜ’ye giden Başbakanı protesto bahanesiyle ODTÜde toplanan ve bir kısmı başka üniversitelerden gelen öğrencilerin eylemleri ve polisin bu eylemlere karşı sergilediği tavır, toplumu neredeyse ortadan ikiye böldü. Siyah-beyaz yaklaşımı, aradaki renkleri ortadan kaldırdı. Hadise bir cenah tarafından gösteri ve protesto hakkına karşı polisin orantısız şiddeti, diğer cenah tarafından da bir şiddet eyleminin bastırılması şeklinde yansıtıldı. Üniversitelerin hür düşüncenin kaleleri olması, muhalif düşüncelere serbestçe yer vermesi son derecede tabiîdir. Ne var ki, burada mesele, hür düşünceye, protesto hakkına sahip çıkmak ama bunları kullanarak üniversitelerde kendilerinden farklı düşünenlere hayat hakkı tanımak istemeyen unsurları da meşru daire içine çekmektir. ODTÜ olaylarında, iktidarın otoriterleşme eğilimlerinin de payının olduğu, polisin orantısız güç kullandığı gibi iddiaların gerçeklik payı olsa da belirli odakların üniversitelerde tesis etmeye çalıştığı “hakimiyet” mücadelesinin demokrasi ve üniversite kavramlarıyla taban tabana zıt olduğu da âşikârdır.
Türkiye bu manzaraları sanki 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbelerin öncesinde hiç yaşamamış gibi, milletin hafızası yok sayılarak bazı çevrelerin medya ve TV dizileri yoluyla politik şiddeti masumlaştırması da hadisenin bir başka boyutunu teşkil ediyor. Bir vekilin hâlâ gençlik dönemlerinin romantizmiyle Meclis kürsüsünden marş söylemesi, önde gelen bir siyasetçinin Deniz’in resminin odasında olduğunu kamuoyuna ilan etmesi vb. ana muhalefet partisinin muhalefet performansı açısından parlak ve övünülesi görüntüler değil. Üniversite gençliği içinde çok küçük bir kesim olan PKK yanlısı gençlik ile solcu gençlik sanki üniversite gençliğinin temsilcisi gibi sunulmaktadır. Bunda, medyaya egemen anlayışın payı açık olmakla birlikte, iktidar yanlısı medyanın da olaya tersten ama aynı istikamette yaklaşması bu kesime hak etmediği bir propaganda imkanı tanımıştır.
Eski yaraların kaşınması, kanatılması, bir yandan Maraş, Sivas vb. olayların diğer yandan Uludere’nin sürekli bir kan davası halinde gündemde tutulmaya çalışılması da bu bağlamda dikkati çeken gelişmeler… Uludere olayı etnik bölücü cephe ve yandaşları tarafından “Kürt sorunu”nun derinleştirilmesi için kasten büyük bir kriz ve ayrışma söylemini inşa için kullanılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Dersim olayının sözde “tarihle yüzleşmek” adına tedavüle sokulması gibi herkesin üzüntüyle andığı Menemen olayı, Sivas olayları vb.yi tek yanlı bir tutumla gündeme getirilmesi de o derecede yanlıştır. Genelde Orta Doğu’da, özelde de Suriye’de yaşananlarla birlikte düşünüldüğünde bu girişimlerin ne dereceye kadar bu ülkenin yurttaşlarının hakiki gündemini teşkil ettiği, ne derecede de dış odakların yönlendirmesiyle geliştiği sorgulanmalıdır. Türkiye’yi hem Orta Doğu’da hem de içeride mezhep temelinde bir çatışma ortamının içine çekme girişimlerine karşı müteyakkız olunması gereken kritik bir süreçten geçtiğimiz açıktır.
“Tarihle Yüzleşmek” Oyunları
Bu bağlamda ayrı bir yazı konusu olabilecek bir meseleye de kısaca değinmek gerekiyor. “Tarihle yüzleşmek” başlığıyla yakın tarihte vuku bulan bazı müessif olayların tek yanlı ve tamamen kışkırtıcı bir üslup ve dille gündeme getirilmesi bu milletin hayrına değildir. Elbette ki her toplumun tarihinde olduğu gibi bizim tarihimizde de üzücü olaylar vardır. Ancak, bir imparatorluğun dağılma sürecinde pek çok ihanetlere uğramış, sürgünler ve katliamlar yaşamış olan Müslüman Türk milleti, tabir caizse, bağrına taş basmış, kan yutup kızılcık şerbeti diye içmiş ve bu defterleri fazla karıştırmadan yaralarını sarıp yeniden kendi devlet düzenini kurmuştur. Bu süreçte, Takrir-i Sükun uygulaması ve tek-parti iktidarının otoriterleşmesi sonucunda bazı haksız ve hatalı uygulamalar yaşanmıştır. Bunları sürekli gündemde tutarak sanki utanılacak bir tarihimiz varmış gibi her gün ekranlarda ve basılı ve sosyal medyada “tarihle yüzleşme” nutukları atanlar bir psikolojik savaşın unsurları haline geldiklerini anlamak durumundadır.
Yakın tarihimizi bu açıdan ele aldığımızda Soğuk Savaşın etkisiyle özellikle 1970’lerde meydana gelen hadiselerin bu ülkenin idealist gençlerine ne denli pahalıya mal olduğunu 12 Eylül tecrübesi yeterince göstermiştir. Bugün yine gençliği böyle bir çatışma ortamının içine çekmeye çalışan odaklar karşısında gösterilen sağduyulu tavır, bazı çevrelerce kasten teslimiyet veya pasiflik olarak değerlendirilmek suretiyle millî duyguları güçlü kesimler ve özellikle gençlik tahrik edilmek istenmektedir.
Terör ve Bölücülük Meselesi
Demokrasi kelimesini dillerine pelesenk eden ama 12 Eylül öncesinde aynı ideolojiyi benimseyen fraksiyonlara bile söz hakkı tanımayan “demokrasi” anlayışı, bugün Doğu ve Güneydoğuda “demokratik özerklik” projesini hayata geçirmek için çalışan KCK’lılar için de geçerlidir. Kendilerinden başka partilere meyleden Kürtleri, hatta Kürt milliyetçilerini bile hain ilan eden bu zihniyetin Mecliste temsil ediliyor olması ise demokrasinin hazin bir cilvesidir. PKK ve İmralı’dan bağımsız bir adım atması mümkün olmayan vekillerin zaman zaman artık Kürtlerle Türklerin bir arada yaşayamacağını açıkça ilan etmelerine bakıldığında, gerçek niyetlerinin Türkiye’nin bütünlüğü içinde demokratik haklar elde etmek değil, ileride gerçekleşecek bağımsız ve dört parçalı Büyük Kürdistan’ın oluşumu için Türkiye’nin imkanlarını ve teminatını sağlama alacak bir “demokratik özerklik” projesini hayata geçirmek olduğu gün gibi âşikârdır.
2012’nin son günlerinde Afyon ve Karabük’te yaşananlar Türkiye’de etnik bölücü terörün yol açtığı tehlikeli gidiş konusunda kaygı verici bir görünüm arz ediyor. Bin yıllık ortak yaşama tecrübemizi berhava etme teşebbüsleri karşısında dikkatli olunmalıdır. Bütün bu olayları dünyanın yeniden şekillenmesinden bağımsız bir şekilde ele almak sağlıklı değildir. Orta Doğu’da ciddi bir savaş ihtimali ve kartların yeniden karılması veya sınırların yeniden çizilmesi söz konusu iken içeride hükümetin bütün açılım politikalarına rağmen etnik bölücülüğün taleplerinin sürekli yükseltilmesi ve kullandığı bölücü dilin keskinliğini sürdürmesi başka türlü izah edilemez. Türkiye bir tercihle başbaşa bırakılmak isteniyor. Burada Türkiye’nin tercihi ve yaklaşımı kesinlikle küçülmek ve içine kapanmak yönünde olmamalıdır.
Geleceğe Bakış
Böylesi olumsuz ve kaygı verici gelişmelere rağmen Türkiye’nin millî unsurları demokrasiyi ama gerçek manada demokrasiyi sonuna kadar savunmalıdır. Milletin gerçek temsilcilerinin hür bir şekilde kendisinin Mecliste temsil ettiği vekillerin ortaya çıkmasına imkan veren bir anayasa ve siyasî partiler kanunu bu açıdan elzemdir. Yeni anayasada, bölücüleri tatmin için verilecek tavizlerin sadece ve yalnızca bölünmenin derinleşmesine katkıda bulunacağını artık her akl-ı selim sahibi anlamak durumundadır. Bunun için, Türk kavramının tarihî ve kültürel bağlamından kopartılarak kasten etnikçi bir söyleme hapsedilmek istenmesine hiçbir şekilde itibar edilmemeli ve anayasadaki yurttaşlık tanımı Cumhuriyetin kurucu felsefesinde mündemiç olan, kapsayıcı ve içerici Türk milleti kavramına dayanmalıdır. Ülkenin bütünlüğü, milletin birliği açısından, diğer dillerin öğrenilmesi ve öğretilmesi için alınması gereken ilave tedbirler varsa alınması ama yegâne eğitim-öğretim dilinin Türkçe olması bir mecburiyettir. Siyasî partiler kanununda yapılacak değişikliklerle taban demokrasisinin inşası ve siyasî parti liderlerinin değil halkın iradesine tâbi vekillerin teşkil edeceği bir Millet Meclisi ortaya çıkarılmalıdır.
Unutmamalıyız ki güncel bazı gelişmeler birtakım kaygılarımızı arttırsa da milletimizin yeni çağda önder ve öncü konumuna yükselmek için yeterli imkan ve kabiliyetleri vardır ve inşallah, din ve kültür birliği, bin yıllık ortak yaşama tecrübesi ve ortak gelecek tasavvuru ile kendi içinde bütünleşmiş bir Türkiye’nin Türk dünyası ve İslâm âlemiyle derinleştireceği ilişkiler sayesinde, kendi medeniyetimizi ihya ve inşa tasavvuru kuvveden fiile geçecektir. Bu vesile ile Cumhuriyetimizin 90. Yılını kutlayacağımız 2013 yılının Türk-İslam âlemi ve insanlık için hayırlar getirmesini diliyorum.